Eduardo Galeano
Yıkımın ortasında, Allende’ninki gibi balta darbeleriyle paramparça edilmiş evinde, kanserden, kederden ölmüş Neruda yatıyor. Ama onu öldürmek darbecilere yetmiyordu zira Neruda öyle
kolay kolay öldürebilecekleri biri değildi, bu yüzden nesneleri de katlettiler: Mutlu yatağını ve mutlu masasını kıymıklara ayırdılar, döşeğini deştiler, kitaplarını yaktılar, abajurlarını, rengârenk şişelerini, çömleklerini, tablolarını ve salyangoz koleksiyonunu parçaladılar. Duvar saatinin sarkacını, akrep ve yelkovanını kopardılar, karısının portresinin bir gözüne de süngü sapladılar.
Şair yerle bir edilen, su ve çamura bulanan evinden mezarlığa doğru yola çıkıyor. En önde Matilde Urrutia’nın (şair ona şöyle demişti: Sen yaşarken yaşamak o kadar güzel oldu ki) yer aldığı, yakın dostlarından oluşan bir kortej ona eşlik ediyor.
Mitralyözlerini doğrultarak durmadan geçen askeri kamyonlara, motosiklet ya da zırhlı araçlarla gidip gelen, gürültü çıkaran, korku yayan polislere ve askerlere rağmen, her sokak başında katılan insanlarla kortej giderek büyüyor. Pencerelerin birinden bir el sallanıyor. Bir balkonda bir mendil dalgalanıyor. Bugün askeri darbenin on ikinci günü, on iki günlük suskunluk ve ölümün ardından bugün Şili’de Enternasyonal Marşı yeniden duyuluyor; kortejin cenaze alayına, cenaze alayının da bir gösterici gruba dönüşmesiyle birlikte, ilk başta mırıldanılan, fısıldanan, hıçkırıkların arasına karışan Enternasyonal Marşı, Neruda’ya, şaire, kendi şairlerine nihai yolculuğunda gerektiği gibi eşlik etmek için, korkuya karşı yürüyen halk tarafından Santiago sokaklarında avaz avaz bağrılarak söylenmeye başlıyor.
[Ateş Anıları – III, Rüzgarın Yüzyılı, Eduardo Galeano, Türkçesi: Süleyman Doğru, Sel Yayıncılık]