50 yıl sonra yaşamak…



Bir devrimi istemek onu başarmaya yetmez, onun yegane öznel imkanı bu dünyadaki bütün çıkarlardan vazgeçebilmektedir


9 Ekim Che Guevaranın ölüm yıldönümüydü. Tam 50 yıl geçmiş aradan… Ama Che hala ‘yaşıyor‘. Dünyanın dört bir yanında düzenlenen anma etkinliklerinin rutinlikten uzak canlılığından tutalım Che üzerine yazılan yazı ve kitapların uyandırmaya devam ettiği ilginin büyüklüğüne kadar bu gerçeğin birçok somut göstergesi sayılabilir.

Hatta o kadar ‘uzun boylu‘ bir araştırmaya da gerek yok! Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin, Che bir biçimde mutlaka karşınıza çıkacaktir. Ariel Dorfmanın da dediği gibi, “Che şimdi her yerde ve her zaman hazır ve nazır: Kahve fincanları ve posterlerden bize bakıyor, anahtarlık ve takıların ucunda sallanıyor; rock parçalarının ve resim-heykel sergilerinin orasından burasından çıkıyor…

Che gibi sosyalizme inanmış militan bir devrimcinin yıkmak için hayatını adadığı kapitalist emperyalizm tarafından günümüzde böylesine metalaştırılmış olması, bütün devrimcilerin haklı olarak midesini bulandırıyor. Bu tepki dolaysız biçimiyle kapitalist kar hırsının rezilliğine yönelik olarak dışa vuruyor çoğu zaman belki ama, bunun örtük olarak “Che’ye layık görülmeyen” bu metanın tüketicilerine karşı bir tepkiyi de içermediği iddia edilemez herhalde.

Piyasanın çelişkisi
Fakat Che’nin sistem tarafından çeşitli formlar altında yaygın olarak pazarlanan bir tüketim nesnesi haline getirilmesinde -hem “üreticilerhem de “tüketicilerboyutuyla- sadece “değerlerimize yönelik bir saldırıgörmek biraz fazla tek yanlı bir mantık olarak görünüyor. Kuşkusuz burada bir saldırı var, iç boşaltma ve değersizleştirme var, sıradanlaştırma çabası var… Aynı zamanda kendi zıddını kendi elleriyle besleyip büyüten, bu anlamda özellikle de her şeyin kara endeksli olduğu kapitalist sistemin kendi adına her “kazanım”ının, her “çözüm”ünün içerdiği yapısal bir çelişkisi yok mu? Kapitalist pazar mantığı, Che’yi bu denli yaygın bir tüketim nesnesi haline getirirken hem onun “piyasa değerinikabul edip buna teslim olmuş hem de o değerin sürekli bir biçimde genişleyerek üretimine kendi elleriyle katkıda bulunmuş olmuyor mu?..

LeninÇarlık gizli polisi tarafından Bolşevik Partiye sızdırılıp merkez komitesine kadar yükselmesi sağlanan Malinovski olayını çözümlerken, meselenin sadece görünen yönüne takılıp kalmaz, diyalektik bir yaklaşımla gözden kaçırılan bir yönünü de aynı anda görür:

Malinovski partimizin en üst organına sızarak kuşkusuz davamıza çok büyük zararlar verdi. Fakat partinin gizli yayın organının Rusya’ya sokulup dağıtılması sürecinde oynamak zorunda kaldığı rol nedeniyle de diğer taraftan binlerce yeni Bolşevigin yetişmesine kendi elleriyle katkıda bulundu…

Bu yaklaşımın ışığında baktığımızda bugün Che’yi “tüketenler, Dorfman’ın* da bir yönüyle yerinde gözlemleri ve vurucu anlatımıyla, yalnızca “boylu boyunca bir siniklik, çıkar ve çılgın tüketim dünyasına gömülmüş oldukları için asla onun ayak izlerini takip etmeyecek olanlardan mı ibarettir? Che’yi hala bu kadar çekici kılan, “…şimdi Che’ye tapınan insanlığın, onun inandığı her şeye neredeyse tamamen sırt çevirmiş olmasımıdır? Tarihsel koşullar ve dengelerdeki değişimin de sonucunda “onun hayatını nasıl olsa tekrar etmenin imkansızlığıyanında Che’nin artık bir “tehlike olmaktan çıkıp, tamamen jestler ve modalardan ibaret postmodern yaşam tarzı ve felsefesine açılan bir kanal haline gelişi/getirilişimidir?..

Bu tür belirleme ve eleştirilerin bütünüyle yanlış ve yersiz olduğu söylenemez elbette. Che ve onda (da) cisimleşen devrimciliğin gerçeklere boyun eğmeyen mücadele tarzı da, ahlaki mutlakçılığı dabugün “zaman tünelinde kalmış bir tutuculukolarak görülüp “istisnahaline gelmiş olabilir belki ama, Che’yi bir tişört, bir rozet, kızılyıldızlı bir bere ya da odasına astığı bir poster olarak kendisine idol olarak seçen “tüketicigenç kuşakların hepsinin de Che’ye ve onun ideallerine, tükettikleri herhangi bir başka nesne gözüyle baktıkları da iddia edilemez. Bunların idol olarak Che’yi seçmelerinde bile ‘umut verici’ bir yön, en azından ‘gelişmeye ve işlenmeye’ açık bir potansiyelin olmadığı nasıl söylenebilir?

Che’yi ‘tüketmemenin‘ yolu

Che’nin anısına saygı da dahil devrimin ve sosyalizmin değerlerine bağlılığı içeren devrimci öncülük iddiası adına burada bir sorumluluk saklıdır aslında. Her yıl biraz daha çoğalan bir tarzda Che’yi kendilerine bir ‘rol modeli‘ olarak seçen gençlere, özendikleri Che’nin nelerin sembolü olup Che ruhunun nerede yattığını pratikte göstermek sorumluluğudur bu ve bu tabii ki bu iddianın sahibi komünistlere ve devrimcilere düşen bir görevdir. Tarihteki bütün devrimler ve devrimcilere karşı yapıldığı gibi Che’yi de ‘içini boşaltarakbir tüketim nesnesi haline getiren burjuvaziye, onun belkemiksiz kar mantığına sövüp saymak yeterli değildir bu konuda. Asıl marifet ve yapılması gereken asıl şey, her şeyden önce devrimci adanmışlığın ve enternasyonalist devrim savaşçılığının simgesi olarak Che’de (de) cisimleşen özelliklerin ete kemiğe bürüneceği tutarlı güncel bir devrimci pratiğin hangi alanlarda, hangi yönelim ve politikalar aracılığıyla, nasıl somutlanacağını onlara yaşatarak göstermek, bunun irili-ufaklı kanallarını açıp sürekli çoğaltmaktır.

Tam da Che’nin ölüm yıldönümü arefesinde Bolivyada yaşanan bir olay, bu yönüyle de ders niteliğinde aynı zamanda belki de en anlamlı anma etkinliklerinden biriydi. Bolivya Ordusu’nda astsubay olarak çalıştığı 1967′de Che Guevara’yı öldüren katil sürüsü içinde yer alan Astsubay Mario Teran, katarakt nedeniyle kaybettiği görme yeteneğini, Che’nin mirasçısı Kübalı doktorlar sayesinde yeniden kazanmıştı. Haberi duyuran Kübagazetesi Granma, “Che’nin katilinin Küba devrimi sayesinde gökyüzünü ve ormanları, torunlarının gülümseyen yüzlerini, futbol maçlarını yeniden görebileceğinibelirttikten sonra, insana “nereden nereye” dedirten bu sonucu, “Che’nin ideallerinin yaşadığının ve gücünün göstergesiolarak yorumluyordu. Ki haklıydı!..

Che neden Che’dir?..
İdeallerin gücü ve ölümsüzlüğü!.. Che’yi hala yaşatan ve çekici kılan özelliklerin temelinde yatan ana özellik de bu değil midir zaten?.. Che’nin topu topu 39 yıl süren hayatının kronolojik bir özeti dahi bu devrimci idealizmin etkileyici bir tablosunu serer gözler önüne: Arjantinde doğmuştur, Latin Amerikanın birçok ülkesinde dolaştıktan sonra önce Guatemala‘da ABD işgaline karşı direnen devrimcilerle birlikte olur, sonra Meksika‘da Kübalı devrimcilere katılır. 30 yaşında Sierra Maestrada Küba Devriminin önderlerinden biridir, Santa Clara kentini onun başında olduğu gerilla birliği kurtarır. Devrimin zaferinden sonra 32 yaşında İktisat Bakanıolur. Bu resmi görevinin yanında Latin Amerika ve Afrikadaki devrimlerin örgütlenmesi için siyasi ve örgütsel olduğu kadar askeri-pratik bir dizi faaliyetin içinde hatta başındadır. Küba Devrimi’nin hem oturduğunu ama bazı şeylerin de yolunda gitmediğini düşünmesinin de etkisiyle bakanlık ona ‘boğucu‘ gelmeye başlar, tekrar yollara düşer. Bu kez Bolivya’da And Dağları‘ndadır ve 39 yaşındayken ölüm onu orada bulur.

Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi için yazdığı yazıda, “1960’ların dünyasında devrimci aydınların yaşamayı ve ölmeyi anlamlı kılabilecek bir hayat tarzı arayışlarının en parlak modeli olabildiği içinChe’yi “devrimciliğin çağdaş ahlaki modeliolarak tanımlayan Ertuğrul Kürkçü‘nün şu açımlaması da isabetli ve yerindedir:

Dünyayı değiştirmede bireysel insan iradesinin olanaklarının sınırlarına olduğu kadar, bunun içerdiği potansiyellerin çokluğu ve sınır tanımazlığına da işaret ederek, ‘nesnel’ denilen toplumsal süreçlerin ‘bireysel özellikler’in organik bir toplamı olduğunu bir kere daha düşünmemize ve bir devrimi istemenin onu başarmaya yetmediğini, ama ancak bir devrimi hakikaten istemenin ve onun için bu dünyadaki bütün çıkarlardan vazgeçebilmenin onun yegane öznel imkanı olabileceğini somut olarak kavramamıza hizmet ettiği için, ‘Che’nin ölümü, ’emperyalizmi topyekün çökertme’ stratejisinde kazandığı en büyük zafer oldu. İnsanları mantıksal bir ‘yanlış’a tarihsel bir onay vermeye yönelten, bu zaferi kutlama arzusundan başka ne olabilir?.. (abç)

Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin!..
Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa
ve silahlarımız elden ele geçecekse
ve başkaları mitralyöz sesleriyle ve de savaş ve zafer naralarıyla
cenazelerimize ağıt yakacaklarsa
ÖLÜM HOŞ GELDİ SEFA GELDİ!..

İşte bu!.. Bu lafları ancak davasının adamı olan, sözde sahip olduğunu iddia ettiği ideallerini dahi kendine benzetip kendisine göre tanımlayanlar değil, kendisini ideallerine göre uyarlayıp onu her şeyin üzerinde tutan samimi bir idealist söyleyebilir!.. Sadece onlar uğruna kavgadan değil, sahip olduğunu iddia ettikleri “ideallerindende çok kolay vazgeçebilen bugünün tasfiyeci postmodern devrimciliğine ne kadar uzak ve yabancıdır burada dile gelen ruh!.. Sanki kirli bir gömlekten kurtulurcasına düne kadar iyi kötü emek verdikleri bir davaya ve paylaştıklarını iddia ettikleri temel devrimci değerlere dahi tümüyle sırtını dönüp gidenlerle, zaferine katkıda bulunduğu devrimin kendisine sağladığı olanaklara dahi sırtını dönerek devrimi yeni alanlara yayma idealinin peşinden giden Che’ye ne kadar zıttırlar!..

Neyseki, bu dünyada “…kadidi çıkmış Rozinante’lerinin kaburgalarının bacaklarına dokunuşunu hissederek kalkanları omuzlarında, idealleri uğruna koyuldukları yolculuklarını sürdüren Don Kişotlar hala var!..

(*) Ariel Dorfman, Che’nin Gözleri, aktaran Bianet

Ufuk Çizgisi‘nden alınmıştır.