ÖNSÖZ
Kadın kimine göre “şeytan”dır. Kimine göre “ayakları öpülesi kutsal anne”… Kimine göre “evinin hanımı”dır, kimine göre “cennetin kendisi”…
En güzel imgelerle şiirlere konuk eder kimileri. “Şiirin kendisidir” derler… Ne var ki, en “incelikli” şiirlerde bile kadının yeri, erkeklerin cinsel dünyasında imge olacak kadardır. Edebiyatın-sanatın diğer alanlarının da çıkış noktalarından biridir. Buna rağmen yeri, genellikle erkeğin “aşkının” nesnesi olacak kadardır. En eşitlikçi görünen yazarların-şairlerin-sinemacı ve tiyatrocuların, ressamların eserlerinde bile erkeğin hayal dünyasının izin verdiği kadardır vardır kadın.
Zaten en ilericisinden en gericisine kadar erkek egemen zihniyetten kurtulamamış erkeklerin hepsinin ortak noktası, kadının bu dünyadaki yerinin erkeğin izin verdiği kadar olmasıdır. “Cennet” diyenle “özgürlük” diyenin altını kazıdığınızda özsel olarak aynı noktalarda buluştuklarını görmek ürperticidir.
Kadının cephesinde ise, “insanla” eşitlenme arayışı ve serüveni, tarih kadar eskidir. Bu arayış temelinde yüzyıllardır verilen kavganın erkekler dünyasında yarattığı dönüşüm ve farklılaşmaysa en fazla birkaç arpa boyu kadardır. Sınırların, sınıfların, her türlü eşitsizliğin karşısında duran komünist ve devrimcilerin önemli bir kesimi açısından bile bu böyledir…
Elinizdeki broşür, Marksist-Leninist dünya görüşünün, bütün eksik ya da olgunlaşmamış yanlarına karşın özünde tarihin en “feminen” dünya görüşü olduğu anlayışından hareket edilerek kaleme alınmıştır. Dünya görüşümüzün kadının eşitlik arayışıyla nasıl bir ilişki kurduğunu dilinin döndüğünce ortaya koyma çabasının ürünüdür.
Kapitalist üretimin dünya ölçeğinde toplumsallaştığı ve kadınların öncesiyle kıyaslanmayacak bir kitlesellikle
bu çarkın parçası haline geldikleri koşullardan geçiyoruz. Bu gerçek, kökleri tarih kadar eski olan erkek egemenliğini sarsıp, toplumsal krizin önemli bir dinamiği haline getiriyor. Broşürümüzde bu gerçeği
kendi dünya görüşümüz temelinde irdelemeye çalıştık. Sonuçlarını, mücadele açısından sunduğu dinamikleri okumaya ve göstermeye…
Sistemin krizinin tek bir coğrafyayla sınırlı olmayıp -çapı farklılıklar gösterse de- evrensel bir karakter kazandığını, mücadelenin de gerek pratik gerekse nitelik anlamında evrensel bir boyuta oturduğunu resmetmek istedik.
Broşürdeki hemen tüm yazılar, komünistlerin sınıf kavgasının en önemli parçalarından biri olan kadın mücadele dinamiğiyle buluşmalarının tarihsel bir zorunluluk olduğunun, sosyalizm mücadelesinin bu dinamikle buluştuğu ölçüde güçlü bir toplumsal eksene oturabileceğinin görülmesi/gösterilmesi motivasyonuyla kaleme alınmıştır.
Yanı sıra, komünist kadın ve erkeklerin, “kadın sorunu” olarak tanımlanan bu tarihsel sorunla kendi iç dünyalarında da yüzleşmeleri ve toplumun bir parçası olarak kendilerindeki gerici toplumsal cinsiyet rolleriyle hesaplaşmalarını kışkırtmak hedeflenmiştir. Yazıların hemen hepsinde komünist hareketin ezilen-horlanan-her türlü eşitsizliğe maruz bırakılan emekçi kadın kitleleriyle, genel olarak kadın sorunuyla nasıl bir samimiyet ve içtenlikle ilişkilendiğini gösterme isteği vardır. Komünistlerin, sınıflı toplumların ortaya çıkışından beri kadınların ellerine ve
ayaklarına bağlanan prangalara nasıl bir nefret beslediklerini ve o prangaların kırılması amacını kendi “ütopyalarının” en önemli parçası haline getirdiklerini haykırma isteği…
Tam da bu noktada, “Kadın olmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadın kurtulmaz!” sloganının, komünistler açısından kuru bir slogan değil, benlikleri ve bilinçleriyle sıkıca sarıldıkları yakıcı bir gerçek, yakıcı bir bilinç ve inanç olduğunu ifade etme isteği…
Emperyalist kapitalizmin ekonomik-siyasi-ideolojik- kültürel-moral… her açıdan tüm çürümüşlüğüyle “beni tarihin çöplüğüne gömün” diye haykırdığı, her sancısında, her derinleşen krizinde kadının daha fazla düşmanlaştırıldığı koşullardan geçiyoruz. Fakat onlar kadını sadece düşmanlaştırmıyor. Onun zincirlerini kırma, birey olma, ayakları üzerinde durma, kendisine dayatılan çemberi kırma çabasını bile bu krizlerini yatıştıracak bir dinamiğe dönüştürme arayışını daha agresif politikalarla ortaya koyuyorlar. Kadın kitleleri kazanılmadan hiçbir gelişmenin istenen yönde manipüle edilemeyeceğinin bilinciyle hareket ediyorlar.
Türkiye’deki derin rejim krizini, faşizmin führerci biçimleriyle tahkim etmeye çalışan burjuva iktidar bloku için de bu böyle… Kadını düşmanlaştıran, ev dışındaki tüm sosyal hayattan men eden, evin dışındaki sosyalliği de kendi belirlediği sınırlarda ve kendi tarihsel gericilik birikiminin ideolojik bataklığında sabitlemek isteyen bu anlayış bile, yaşanan toplumsal krizin en ağır parçası olan kadın sorununu özel bir mühendislik çalışmasının konusu etmiştir.
O kadar ki, kadın cinayetlerini kışkırtan, tacizintecavüzün faturasını bile kadına çıkaran, annelik ve aile bekçiliği dışındaki tüm rolleri söylemleriyle reddeden bu anlayışın baş temsilcisi Tayyip Erdoğan, broşürümüz baskıya hazırlanırken İslam’ın reforme edilmesinden bahsederek kadın kitlelerinin birikmiş öfkesini sömürmeye kalkma ihtiyacı duymuştur.
“Sorunun” ağırlığını sergilemek kadar, kadınların kavgasının geleceği yaratan kurucu-dönüştürücü dinamizmini göstermeye-hissettirmeye-bu konuda motive etmeye çalışan bu metnin amacına ulaşması dileğiyle…
Nisan 2018
Hejar Baran