Zehra Çaldağ
EKO için yaklaşık 15-20 kişi hep birlikte çekimlerin başlaması için bekliyoruz. Yan tarafımda muhtemelen 20-25 yaşlarında, yaygın tabirle “manken gibi” bir genç kadın var. Beklerken sohbet ediyoruz. “Şikayetin ne?”, “ilk kez mi geliyorsun?”, “çekim yapan erkek mi, kadın mı?” gibi sorular geliyor peş peşe. Çekim yapanın erkek olduğunu ve çekim yapılırken üst tarafın tamamen çıplak olması gerektiğini öğreninceki tepkisi görülmeye değerdi.
“Erkek mi çekim yapıyor!”, “Üst tarafımız çırılçıplak olmak zorunda mı?”, “N’apcaz?” diye ağzını elleriyle kapatıp bir telaşa kapılmalar… Gören de başka bir dünyadan gelmiş sanır.
“Hayır, neden bu kadar şaşırıyorsunuz. Sonuçta o yapacağı çekimle ilgilenecek, sizin vücudunuzun güzel ya da çirkin olmasıyla değil. Siz hastasınız ve yaptırmanız gereken bir işlem var. Ayrıca burada çekim yaptıracak olanların kadın ya da erkek olması onun için fark etmez. Merak etmeyin” diyerek rahatlatmaya çalışıyorum.
Sonra diğer yanımda oturan 20-25 yaşlarındaki genç kadına dönerek “sizin sorununuz ne?” diye soruyorum. Subaylık sınavına girmiş, sağlık raporu için göndermişler. Dün “kansızlık sorunu var” diye problem çıkarmışlar, yeniden tetkik yaptırmışlar, normal çıkmış. Bugün de “kalbinde üfürüm var” demişler ve buraya göndermişler. “Umarım bir sorun çıkmaz” diyor ve ekliyor, “Ben çocukluğumdan beri hayal ediyorum. Mutlaka subay olacağım, subay olamazsam polis, polis olamazsam güvenlik, güvenlik de olmazsam gardiyan olup, tutsakların başında bekleyeceğim” diye öyle bir aşkla anlatıyor.
“Neden bu kadar çok istiyorsun, başka işler de var” diyorum. “Hani çocukluğunda herkesin bir hayali vardır ya benim de hayalim bu” diyor ve ekliyor, hem diyor “ben Erdoğan’ı çok seviyorum. Hayranım ona” diyor. “Bunun için de asker olmak istiyorum” diye ekliyor.
Hiçbir zaman özellikle kadınların Erdoğan hayranlığını aklım almadı, almayacak. Özellikle kadınlar ve çocuklarla ilgili dinci-gerici politikalarının toplumsal çürümeyi nasıl derinleştirdiğini düşününce bir türlü anlam veremiyorum. O nedenle bu Erdoğan hayranı genç kadına dönerek, “Genç, güzel ve akıllı bir kadınsın. Birine, birilerine hayran olmayı, aşık olmayı, birilerini örnek almayı anlarım. Ama senin hayran olduğun kişi sıradan biri değil, devletin başındaki biri. Böyle birine hayran olmak için özellikle bir kadın olarak izlediği politikalarının, söylemlerinin topluma neler getirdiğini, vaat ettiğini de görmek, değerlendirmek gerekmez mi? Hele ki sen okumuş, eğitim almış bir kadın olarak, kadınlar ve çocuklar üzerindeki politikalarını nasıl değerlendiriyorsun?” diyorum. Genç kadın, “elbette her yanıyla değerlendirmek lazım; ama yine de ona hayranlığıma engel değil bu” diyor.
Ona Erdoğan’ın politikalarının hangi sonuçlara yol açtığını anlatıyorum dilim döndüğünce. Yarattığı bu ortamda hacıların-hocaların kendisine yakın TV’lere çıkarak akıl almaz şeyleri alenen savunabildiklerinden bahsediyorum. Mesela kız çocuklarının evde pijamayla dolaşmasının evdeki erkeklerde (baba, abi) şehvet uyandırabileceklerini söyleyecek kadar ensesti meşrulaştırdıklarını örnek veriyorum. Ya da bir erkeğin annesinin diz kapaklarını görmemesinden, bundan uyarılabileceğinden bahsedebilenleri söylüyorum. Kadın hafızların sesinin tınısının erkekleri şehvete getirebileceğini arsızca dile getirenlerden… Ensar Vakfı’nda çocukların yaşadıkları taciz-tecavüz olayından ve devletin bunu nasıl örtbas ettiğini anlatıyorum. Bu yaklaşımın Erdoğan’ın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı tarafından “bir kereden bir şey olmaz” gibi akıl almaz şekilde nasıl meşrulaştırıldığını ekliyorum.
Sonra, “Sen bu konularda ne düşünüyorsun?” diye soruyorum. “Ben seni anlıyorum. Üstelik bu sorularında da haklısın. Ben bunları görüyorum, kendi içimde sorguluyorum. Ama bu benim idealim. Ayrıca söz konusu vatanın bütünlüğü ve korunması… Asker, polis ya da güvenlik görevlisi, o da olmazsa gardiyan olarak vatanıma hizmet etmek istiyorum” diyor.
“Bak haklısın” diyorum. “Ama hangi vatana bekçilik yapacaksın” demekten de kendimi alamıyorum.
“Gerçekten hangi vatan, nasıl bir vatana bekçilik yapmayı hayal ediyorsun! Yandaş müteahhitlere, maden patronlarına rant ve talanla iştahlarını doyursunlar diye kapı kapı dolaşılarak para dilenilen ve bunun karşılığında tüm yeraltı ve yerüstü zenginlikleri yabancılara birer birer satışa çıkarılan ‘onların vatanı’ndan bahsediyoruz. Tarımsal üretimin bitirilip patatesin ve soğanın bile ithal edilir hale getirildiği, üreticinin ürettiklerinin tarlada çürümeye mahkum edildiği ve Türkiye’ye yatırım yapacak olan yabancı sermaye ‘karlı çıkacaktır’ diyerek durmadan çağrılar yapıldığı bir kesimin vatanı bu… Sadece kendi kasalarını düşünenlerin ve bunun faturasını da garibana çıkaranların vatanı… Şimdi hangi vatana bekçilik yapmak istiyorsun gerçekten. Asıl merak ettiğim bunları görebiliyor musun?”.
“Abla” diyor “haklısınız. Samimi söylüyorum bu söylediklerinizde haklısınız. Ben sadece tartışma yürütmeyi sevmiyorum. Ama köle ruhlu da değilim. Siz de anlamışsınızdır” diyor. Ve ekliyor, “Abla dua et EKO’da bir sorun çıkmasın da hayalim gerçekleşsin”.
“Umarım sağlığında problem çıkmaz bunu yürekten diliyorum. Ama birilerinin askeri, polisi de olmazsın bunu da temenni ediyorum” dedikten sonra “abla ya deme böyle, abim de çok kızıyor zaten” diyor ve EKO için çağrılıyor.
Büyük bir heyecanla giriyor içeriye, on dakika sonra çıkıyor yüzü düşmüş, allak bullak olmuş. “Ne oldu?” diye sorduk. Çok üzgün bir şekilde “subay olamıyorum” dedi. O an içeriye çağrıldığım için konuşma fırsatı bulamadım, çıktığımdaysa gitmişti.
Umarım bu sohbeti unutmaz. Soran, sorgulayan, değerlendirebilen bir kadın olur.
İşte son 20 yıl içinde doğup büyüyen gençlerden sadece biri ve bir genç kadın resmi…