Burak Sarı
Son zamanlarda duymaya alıştığımız, alıştığımızla kalmayıp kanıksadığımız türden bir haber düştü gündeme. Dizi sektöründeki tekelleşme ya da her hafta sosyal medyada trend olan dizilerin milyonda biri kadar konuşulmadı. Belki de sorunun kökeninde bu bilmeden dahil olduğumuz suskunluk ittifakı yer alıyordur. Şiddetin farklı türlerini evde, sokakta görmenin verdiği kanıksama, neoliberalizmin bireyci insanı, benim normlarıma uymayana ne olursa olsun mantığının tavan yapması, önyargı, ırkçılık ve sağlamcılık bu tür olayları besliyor. İşte olmasına mı unutulmasına mı yanacağımı bilemediğim o olay.
Alışılmış olduğu üzere yine bir vahşet olayı. Bir grup insan görünümlü canlı, bir çocuğun kulağını penseyle kesmeye çalışıyor. Küfürler tanıdık, iğrenç kahkahalar tanıdık… Hatta bu vahşete maruz kalan çocuğun çığlıkları bile tanıdık. Çok tanık olduk böylesi barbarlıklara. Bakım evlerinden, sokaklardan… Evet tahmin edeceğiniz üzere mağdur çocuk engelliydi. Belki de bu sessizliğin nedenlerinden biri de odur kimbilir. Çünkü bir engelli bir suç işlediğinde hemen tüm engellilere genellenir o.
Evet mağdur engelliydi. Vahşeti uygulayan barbarların güvendiği başka bir nokta da vardı. Çocuk göçmendi. Yani “arayanı, soranı olmayacaktı”. Olsa bile dikkate alınmama olasılıkları yüksekti. Yani “sevilmeyen” ve acınan bir topluluğa aitti. Birinci etken “sevilmeyen topluluk” aslında göçmen karşıtlığı, bu olayın dramatize edilmesinin bile önüne geçti. Normalde engellilere karşı işlenen böylesi suçlarda, sorunun kökeninin bile tartışılmamasına neden olan bir duyarlılık gösterisi ortaya çıkar. Olay tamamen dramatize edilir ve unutulur.
Oysa burada çok az gündem oldu. Çocuğun göçmen olmasının etkisi olabilir mi bu suskunlukta? Yoksa şu ÖTV mevzularının tartışılmasıyla birlikte kendini gösteren engelli karşıtlığının. Her durumda olayın zeminini hazırlayan ırkçılık ve sağlamcılık bana göre. Akran zorbalığının temelinde de sağlamcılık vardır mesela. Kendisinden farklı, eksik gördüklerine yönelik zorbalık sağlamcı zihniyete göre meşru bir yerde durabilir. O nedenle sağlamcı yetiştirilmiş çocukların bir kısmında farklı gördüğüne şiddet uygulama, zorbalık pratikleri görülebilir. Bu davranışlar genellikle hoş karşılanmaz. Benzer zorbalık yönelimleri ırkçı nefretle yetişenlerde de görülür. Ne yazık ki bundan kaynaklı zorbalık daha sınırlı tepkiyle karşılaşır. Burada önemli olan ikisinin de birbirini beslediği ve zorbalığa zemin hazırladığıdır.
Irkçı ve sağlamcı akımların birbirini beslemesine somut bir örnek olarak da “muhalefet” tarafında yer alan bir politikacının “ÖTV” sınırlamalarını desteklerken öne sürdüğü gerekçelerden birisidir. Bu işin istismar edildiğini söylüyor ve “gidin doğuya bakın” diyor. İstismarın daha fazla doğuda olduğuna dair bir kanıt var mı? Yok. Araştırma var mı? Yok. Daha önce böyle bir iddia var mı? O da yok. Sadece önyargı var.
Sağlamcılık, ırkçılık gibi akımların bir program şeklinde birbirini beslediğinin kanıtlarından biri de Avrupa’daki sağ partilerin program ve vaatleri. Tamamen göçmen, yaşlı, engelli karşıtlığı ve kadın düşmanlığı üzerinden şekilleniyor. Yani güzelim dünyamızda ayrımcılığın hükmü yürüyor ama şimdilik. Elbet insanlığın binlerce yıllık birikimi bunun üstesinden gelecektir. Elbet eşit, erişilebilir ve engelsiz bir hayatı var edeceğiz.