Lenin’in ‘Ne Yapmalı’sından esinlenerek bu seneki temasını ‘Ne Yapmalı?’ olarak belirleyen ve 5-9 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen 13. Karaburun Bilim Kongresi sona erdi.
8 Eylül Cumartesi günü düzenlenen Örgütlenme ve Sorunları: “Bize Gerekli Olan Nasıl Bir Örgüttür?” üst başlıklı oturumda ‘21. Yüzyılın Partisi: Bir Model Önerisi’ başlığıyla sunum yapan gazetemiz Yazı İşleri Müdürü Uğur Karadaş’ın kongreye sunduğu tebliği yayınlıyoruz.
21.Yüzyılın Partisi: Bir Model Önerisi
Leninist parti anlayışının devrimci özünden; onun, sınıf mücadelesinin tarihsel koşullarında meydana gelen her ciddi değişiklik karşısında sadece politikalarında ve çalışma tarzında değil, örgütsel yapılanması ve iç ilişkiler sistematiğinde de değişiklik yapma yeteneği gösterebilmesini, tarihsel deneyimlerin devrimci bir temelde süzülerek “aşılmasını” anlıyoruz.
Keza bu aynı zamanda “nasıl bir sosyalizm?” sorusunu da kapsamakta ve gelinen noktada bu gerçek, daha somut haliyle karşımızda durmaktadır.
Yalnız bu değişikliğin hangi temellerde olması gerektiği tarihsel olarak ciddi bir tartışma konusudur.
Bu, her şeyden önce yaşanmış SSCB deneyimi, onun yenilgiyle sonuçlanması ve tüm bu süreçlerde partinin rolü bağlamında yarattığı kapsamlı sorgulamalar açısından böyledir. O çöküşün ardından yaşanan ideolojik-siyasi ve en önemlisi de ruhsal kırılmalardan da beslenen bu tartışmalar, parti ve “ne yapmalı?” konularında tasfiyeci eğilimlerin döl yatağı olmuştur.
SSCB’nin çöküşünün ardından neoliberal ideologların kapitalizmi tarihin sonu ilan etmeleri yenilgi ruh haliyle de birleşerek solda ciddi ideolojik kırılmalara neden oldu. Bu kırılma sosyalizm anlayışından tutalım, örgütlenme modellerine, bir bütün olarak ideolojik-siyasi-kültürel-ruhsal şekillenmeye sirayet etti. Marksist tarih bilinci, işçi sınıfının tarihsel rolü, iktidar bilinci ve bunları kapsayacak şekilde parti-örgütlenme modellerinde bu kırılmanın izleri baskındır.
Sosyalizm bilincinin aldığı bu derin yaranın etkisiyle parti ve ne yapmalı sorularına dair kapitalist sistemin basıncını, onun gücü karşısındaki ruhsal çözülmeyi ifade eden birçok tasfiyeci görüş ortaya çıktı. Bu görüşlerin hemen hepsi değişime ayak uydurmak gibi bir doğrudan yola çıkılarak oluşturuldu. Ancak neoliberalizmin, onun siyasal felsefi izdüşümü olan postmodern savunuların etkisi altında şekillendi.
Fakat bu deneyim üzerinden süregelen sözkonusu tasfiyeci tartışmalar bir yana yaşananların kendisi de bize “nasıl bir sosyalizm?”in aynı zamanda nasıl bir partiyle dolaysızca ilişkili olduğunu gösteriyor.
Çünkü nasıl bir sosyalizm felsefesiyle hareket edildiği sorusu aynı zamanda iç ilişkileri ve toplam atmosferiyle o anlayışın bir prototipi olan nasıl bir örgüt/parti sorusunun da yanıtıdır.
Sosyalizmin insanlığa nasıl bir yaşam ve gelecek vadettiğinin tasavvuru, bunun hangi ilkeler temelinde nasıl gerçekleştireceğinin analizi özünde nasıl bir komünist birey, nasıl bir toplum-toplumsal ilişkiler ve tüm bu süreçlerde önemli bir rolü olan nasıl bir parti sorusunun da yanıtıdır.
Çalışmamız yaşanan tarihsel deneyimler ışığında hem sosyalizmin hem de parti öğretisinin yenilenmesi fikrinden yola çıkmaktadır.
Sosyalizm projesinin “çalışmanın” değil, insanların kendi özgür gelişimlerine ayıracakları zamanı ve bunun altyapısının hazırlanması anlamında “tembellik hakkını” yücelten bir anlayışı esas alması gerektiği fikrini merkeze koyar. Kapitalist üretimin ulaştığı toplumsallaşma düzeyi ve teknolojik altyapının gelişkinliğiyle birlikte düşünüldüğünde geçmiş deneyimlerin devrimci bir tarzda aşılmasının nesnel bir alt yapıya da sahip olduğunu belirtir.
Böyle bir sosyalizm anlayışını esas almak aynı zamanda kitlelere ve kadrolarına “yönetilmesi gereken” bir topluluk gözüyle bakan parti anlayışı yerine kendisine olan ihtiyacın da ortadan kalkmasının koşullarını baştan yaratmaya başlamış “öncülüğün kolektifleştiği, kolektifin de bu temelde öncüleştiği” bir adım önde yürüyen parti anlayışıyla hareket etmek demektir.
Bugünün toplumsal koşulları, üretimden toplumsal ilişkilere kadar yaşanan devasa farklılaşmalar, ortaya çıkan birey tipolojisinin ileri ve geri yanları ve bunların komünist yönde dönüşümü de bunu gerektirir. Bugün “Ne yapmalı?” sorusuna kendi cephemizden verdiğimiz yanıtların başında bu gelir.
Sosyalizm düşüncesindeki donmanın da geçmiş inşa pratiklerindeki sapma ve bozulmaların da başlangıç noktasını, sınıfsız komünist toplumun ilk aşaması olarak sosyalizmin tarihsel amacının unutulması” oluşturur. Onun yerini mevcut durumun ya da kimi araçların amaçlaştırılması almıştır. Bu amaçlaştırmanın içine parti de girer.
Sosyalizm düşüncesinde devrimci bir yenilenme yönelimi, her şeyden önce bu tarihsel amacı hatırlayarak yola koyulmalı ve taktik adımlarında dahi bu hedefi gözden kaçırmamayı temel ilke haline getirmelidir: “Toplumun her üyesinin bütün yeti ve yeteneklerini tam bir özgürlük içerisinde geliştirip kullanabileceği” bir toplumsal düzen kurmak!..