Serhat TUNA
3. Havalimanı çalışma kampında patlayan işçi direnişi, sadece kriz içerisindeki vahşi kapitalizmin gerçek yüzünü bir kez daha gözler önüne sermekle kalmadı; Türkiye’de işçi sınıfının metal fırtınadan sonra unutulmaya yüz tutan gücünü hatırlattı. Krizin ağır yükü sırtlarına bindirilen, bu yük altında inim inim inletilen işçiler, her türlü yok sayılmaya karşın duymayan kulaklara, görmeyen gözlere inat ‘biz varız’, ‘buradayız’ çığlığını haykırdılar.
Adeta Ortaçağ’dan kalma kölece çalışma ve yaşam koşullarına mahkum edilen 10 binlerce işçinin, tahtakuruları şahsında bir bütün olarak burjuva kemirgenlere karşı isyanı, herkesin üzerine durup düşünmesi gereken önemli dersler içeriyor.
SALDIRI TALEPLERİN KENDİSİNDEN ÇOK ONLARIN ÖRGÜTLÜ BİR BİÇİMDE İFADE EDİLMESİNEYDİ
İşçilerin asgari yaşamsal ihtiyaçlarından başka birşey olmayan 15 maddede topladıkları taleplerine, gece yarısı koçbaşılarıyla işçi koğuşlarının kapılarının kırılıp, yüzlerce işçinin gözaltına alınıp, 24’ünün tutuklanmasıyla yanıt verilmesi, saldırının kapsamını ortaya koymuş oldu. (Sonrasında şantiye içindeki polis ablukasına rağmen zaman zaman devam eden eylemlerde tutuklananların sayısı 27’ye çıktı.) İGA patronları şahsında devletin bu tutumu, işçilerin asgari yaşamsal ihtiyaçlarının kendisinden çok, bunların örgütlü karaktere bürünerek ifade edilmesine karşıydı.
Daha şimdiden tarihsel bir belge olma özelliğini kazanan, işçilerin birlikte belirlediği ve sendika temsilcileri aracılığıyla ifade edilen işçi kaleminden çıkmış 15 maddelik talep listesi, dünyanın en büyük çalışma kamplarından birindeki bilinç değişiminin ilk adımlarına işaret ediyordu. İtelenen, yok sayılan, aşağılanan işçi sınıfının en dağınık ve örgütsüz bölüğü, ayakları üzerine dikildiği taktirde neleri başarabileceklerini pratikte yaşayarak gördüler. İGA patronları ve devleti temsilen kaymakamın, işçiler adına İnşaat İş temsilcilerinin pazarlık masasına oturmak zorunda kalmaları ise direnişin yaptırım gücünü ortaya koydu.
İGA patronları ve devletin, inşaat işçileriyle masaya otururken, işçilerin aralarından seçtikleri temsilcileri oyalama, olmadı satın almayı deneme niyetiyle görüşmeye geldikleri kısa sürede anlaşıldı. İşçilerin talebi ve ısrarı üzerine görüşmeye katılmaları kabullenilen İnşaat İş temsilcilerinin net tutum alarak, işçilerin talepleri karşılanmadan işbaşı yapılmayacağını ilan etmesi, sermayenin temsilcilerinin bu heveslerini kursaklarında bırakmış oldu.
Geleneksel sendikacılık anlayışını temsil eden sendikal bürokrasi, bugüne kadar yaşanan birçok işçi eyleminde, işçilerin çıkarlarını ve iradesini temsil etmekten çok sınıfın öfkesini yatıştırma rolünü oynamıştır. Kapsamı itibariyle işçi sınıfının Gezisi denilebilecek Ankara’daki büyük Tekel direnişinde olduğu gibi, görkemli işçi direnişlerinin, en kritik aşamalarda bürokrat sendika yöneticileri tarafından satıldığına çok tanıklık etti bu topraklar. İGA patronları ve devlet temsilcilerinin, İnşaat-İş yöneticilerinin o geceki tutumları karşısında nasıl bir şaşkınlık yaşadıklarını kestirmek, bu nedenle güç değildir.
“MADEM SENDİKACISINIZ, O HALDE BU İŞÇİLERİ YATIŞTIRIN”
Görüşmelerde oyalama taktiğinin tutmayacağını gördüklerinde devreye giren jandarma tugay komutanının, İnşaat İş temsilcilerine, “madem sendikacısınız, o halde bu işçileri yatıştırın” sözleri, bu açıdan çok şey anlatır.
İtiraf niteliğindeki bu söz, sadece burjuvazi ve temsilcilerinin nasıl bir beklentiyle hareket ettiklerini göstermekle kalmaz, onların bugüne kadar muhatap oldukları “sendikacılar”ın sınıf düşmanlarımız üzerinde nasıl bir izlenim ve etki bıraktıklarını gösterir. “Sendikacı dediğin, işçinin öfkesini yatıştırır, işi fazla uzatmadan eylemi kırar, direnişi satar” beklentisini yaratan, sınıfın sırtındaki bu asalaklardır çünkü. İnşaat-İş yöneticilerinin eylemle ilişkileniş tarzı, sadece direniş sırasında değil, gözaltı sürecinde, mahkeme ve cezaevinde de süren duruşu, onlara o yüzden “şaşırtıcı” gelmiş ve öfkelendirmiştir. Çünkü onlar, “asıl siz işçilerin taleplerini karşılayın, bu direniş, talepler karşılanmadan bitmez” yanıtını duymaya alışkın değillerdir.
İşçilerin yüzüne başka, pazarlık masasında başka şeyler söyleyen değil, işçilerle birlikte belirlenen hattan, onlarla birlikte onların bir adım önüne tutarlı bir şekilde yürüyen bir sendikacılık anlayışı, 3. Havalimanı Direnişi sırasında kendisini bir kez daha sakınmasızca ortaya koymuştur.
İnşaat-İş bunu ilk kez yapmamaktadır. O kuruluşundan beri bu anlayışla hareket eden “farklı” bir sendikadır. Bugüne kadar önderlik ettiği 200 civarındaki direnişin hepsini (ki bunlardan sadece 7-8’inde istenilen sonuç elde edilememiştir) bu yaklaşımla yürütmüştür.
YENİ BİR DEVRİMCİ SENDİKAL ANLAYIŞIN FİLİZİ
İnşaat-İş, henüz emekleme aşamasındayken, kurucu ve yöneticilerinin önemli bir kısmını 10 Ekim Ankara Katliamı’nda kaybetti. Şantiyelerde, sokakta, direniş içerisinde kurulan İnşaat-İş’in militan sınıf sendikacılığını mayalandırma sürecinde, yetişmiş donanımlı kadrolarının önemli bir kısmını kaybetmesi büyük bir talihsizlikti. Buna rağmen o bayrak yere düşmedi.
Serdar Ben, İsmail Kızılçay, Tekin Aslan, Erol Ekici gibi kadrolarla omuz omuza inşa ettikleri sendikalarını daha da ileriye taşıma gayreti içinde olan sendika kadroları, İnşaat-İş’in adına ve misyonuna yakışır bir refleks ve tutum sergileyerek, bıktırıcı kölelik koşullarına karşı patlayan direnişle anında etle-tırnak gibi iç içe geçmeyi başardılar. Zaten İnşaat-İş çok önceden girmişti o şantiyeye. Direniş patlamamış olsaydı o bölgede temsilcilik açmak üzereydi. Bu yüzden, o şantiyede aylardır birikmiş olan öfke bu kez çok daha kitlesel olarak patladığında, işçilerin hemen İnşaat-İş’le ilişki kurup görüşmelerde de kendilerini temsil etmesini istemeleri rastlantı değildi.
Kaldı ki, devrimci bir sınıf sendikacılığı, öncesine dayalı hiçbir çalışması ve ilişkisi olmadığı durumlarda da, kendiliğinden patlayan her işçi eylemi ve direnişiyle derhal ilişkilenmeyi gerektirir, o eylemi sınıfın çıkarları doğrultusunda geliştirip büyütmek için elden gelenin yapılmasını emreder. Bu sorumluluk bilinci ve refleksle hareket etmek, günümüz koşullarında çok daha büyük önem kazanmıştır. Çünkü zaten hem sınıf çok örgütsüz, bu anlamda dağınık durumdadır, hem de devrimci siyasal ve sendikal anlayışların sınıfla olan bağları çok cılız ve sınırlıdır.
DİRENİŞ GÖRÜNMEYENİ GÖRÜNÜR KILDI
Krizin ağır yükü altında inleyen işçi sınıfının geniş bölükleri, karşılaştıkları her türlü aşağılayıcı tutum ve davranışa, hak gaspına karşı, çoğu zaman bireysel ya da lokal tepki ve direnişlerle kendini ifade etse de, bunlar, emeğin sorunlarına ve kavgasına duyarlı geçinen ilerici kamuoyunda bile bugüne kadar kendine çok fazla yer bulamadı. Flormar, Cargill, Real/Uyum işçilerinin inatçı direnişlerine eklenen yeni bir halka olarak 3. Havalimanı Direnişi, katılan işçi sayısının büyüklüğü yanında bu örneklerin yayılmasından korkan burjuvazi ve rejimi sürüklediği panik nedeniyle de bir deprem etkisi yarattı. Sınıfa en uzak ve yabancı kesimlerin bile görüş alanına girdi, algıları sarstı, kireç tutmuş refleksleri canlandırdı. Adet yerini bulsun kabilinde de olsa, destek açıklamaları ülkenin dört bir yanında yankılandı. İlerici, aydın, solcu çevrelerin dahi burun kıvırdığı, yazılı görsel basında emek haberlerine ilginin en alt düzeyde olduğu bir zaman diliminde patlayan bu direniş, bu alanda da belli bir silkelenme yarattı. Analizler, röportajlar, TV programları çeşitli etkinlikler ile 3. Havalimanı işçilerinin direnişi kamuoyunun gündemine taşındı.
Diğer yandan, iktidar uşağı gerici burjuva medya ise direnişi itibarsızlaştırma yarışına çıktı. Fatih Altaylı, Mehtap Yılmaz gibileri başta olmak üzere “güçlü” olanın kapısına yanaşmalarıyla ünlü kalemşörler, direnişe geçen işçilere burjuva sınıf kiniyle saldırdılar, sosyal medyada AK Troller yaygara kopardılar, “dış güçlerin maşası provokatör” avına çıktılar, İnşaat-İş sendikasıyla Alınteri sitesi arasındaki ilişkinin yoğunluğuna dair karşılıklı retweet dökümleri yayınlandı, vb, vb. Fakat bütün bu saldırılar, direnişin haklılığı ve meşruluğuna en ufak bir gölge düşüremedi ama AKP yandaşları ve yalakalarının nasıl bir çürüme ve düşkünlük batağına battıkları bir kez daha açığa çıktı.
Jandarma ve polis saldırısı, işten atmalar, tutuklamalar gibi ödenen bütün bedellere rağmen 3. Havalimanı işçilerinin direnişi, yeni bir Gezi’nin bu kez onun en eksik kaldığı yerde, emek ayağında mayalandığını gösterdi. Şimdi bütün saatleri buna ayarlama zamanı!..