Poyraz Soysal
Öylesine yaşamak derler ya, öylesine yaşıyor milyonlarca insan. Yaşam kaygısı, geçim derdi, geleceksizlik… Ölmemek yaşamaksa yaşanıyor işte. Güvencesiz, arkasız…
“Canım balık istiyor alamıyorum” diyor bir emekçi ağlayarak halkın kürsüsü olan sokak röportajlarında. Her gün en temel haklarımızdan bir düzinenin çalındığı düşüyor haber merkezlerine. Hani derler ya “şeytanın aklına gelmeyen bunların aklına geliyor” diye, neoliberal politikaların mucitlerinin bile aklına gelemeyecek şeylere vergiler konuyor. Kiracı ev sahibiyle, öğretmen hemşire ile, işçi memur ile birbirine düşürülüyor. Faşizmin en büyük özelliklerinden birisi olan güce tapma ve kişiliksizleştirme politikaları toplumu çürütüyor. Hangi belediyenin gasp edileceğini aylar öncesinden tahmin edebilecek kadar alıştık irademizin yok sayılmasına.
Gezi’de keşfettiğimiz mizah ile direnme yöntemi adeta mizah ile sulandırma halini alarak düzenin işine yarar hale geldi. Bu bir yönüyle de örgütsüzlüğün ve çaresizliğin dışavurumu. Buradan en çok kendimize pay çıkarmamız gerekiyor. Çünkü emekçi yığınların yol gösterecek politik bir devrimci odağa ihtiyacı var. Emperyalist-kapitalizmin neden olduğu aşağılanmalar, yıkımlar ve geleceksizlik tek başına bir şeylerin değişimine yetmiyor. Yetmesini beklemek de idealist bir okuma olurdu zaten. Çünkü bugün gündemi iktidarıyla, muhalefetiyle sistemin kendisi belirliyor. 11 kent yerle bir olmuş ve insanlara kendi selası dinletilmişken, savaş politikaları her gün geleceğimizi tehdit ederken, doğa neoliberal yağmanın elinde can çekişirken solun dişe dokunur bir tutum alamaması düşünmeyi gerektiriyor.
AKP-MHP faşist blokunun en çok prestijden düştüğü dönemde, 11 şehir yerle bir olmuşken ve öfke arşa çıkmışken bütün tepki sandığa kanalize edildi. Bütün gündem seçime kanalize edildi ve o esnada yağma ve yıkım politikaları hız kesmedi. Özellikle yerel seçimler sonrası muhalefetin sandık zaferi emekçi kitlelerde de moral tazelenmesine neden oldu. “Normalleşme” zırvaları altında rejime kendini toparlayacağı ve ipleri eline alacağı imkanlar sunulmuş oldu. Burjuva muhalefetin işbirlikçiliğini daha fazla gizleyememesi, bu işbirlikçiliğe karşı bir politika konamaması halkta moral zayıflamasına neden oldu. Kadife eldivenin içindeki demir yumruk, düzenin ihtiyaçları için bir taraftan barış söylemini dillendirirken, bir taraftan faşist yağmacı politikalarına devam ediyor. Rezerv alan adı altında halkın evleri gasp ediliyor. Belediyelere kayyum atanıyor. Gazeteciler katlediliyor, tutuklanıyor. Burjuva muhalefetin bu gelişmelere karşı takındığı tutum, onun karakterini bilen ve onlardan bir beklentisi olmayanlar için bile şaşırtıcıydı.
Asgari ücret üzerinden “Gökyüzünü iktidarın başına yıkarız” diyen Özgür Özel, çözüm olarak sandığın elde kalan çürük kulpunu getirdi Tandoğan Meydanı’na. Emekçilere sefalet zammının reva görüldüğü günlerde Kars’ta peynir kesmek ve Doğu Ekspresi’nin başlangıç noktasını Ardahan’a çekmek gibi “hayat memat meselesi” konularda can havliyle çalıştı. Sonra “Bir sürprizi” olduğunu söyleyerek saat verip halkı ekran başına çağırdı. Öyledir çünkü, üzerimizden palazlandıkları yetmezmiş gibi bir de ezik egolarını okşanmasını isterler. Hayatını ceplerinde unutulmuş para bulma umuduyla geçirmek zorunda kalan milyonların onların tok ağızlarından çıkacak cümleleri umutla beklediğini bilerek. Bu beklemenin sonucu tam bir rezillikti. Burjuva muhalefetin kendisi açısından bile.
Saatlerce beklemenin sonucunda milyonlarca emekçiye söylenen şuydu: “Herkes iktidara kırmızı kart göstersin.” Bu sefilliğin çürümüşlüğün ve burjuva anlamda birebir muhalefetin olamayacağının komik bir göstergesiydi. Sendikaların sarılaştığı, devrimcilerin etki alanının daraldığı, reformist muhalefetin de burjuva muhalefetinin peşine takıldığı bir ortamda halkla alenen dalga geçmekti.
12 Eylül ve özellikle 19 Aralık sonrası toplumsal muhalefeti etkisizleştirmenin bir aracı olarak kullanılmaya başlandı bu tür yöntemler. Bugün muhalefetin varlığı iktidarın kötü bir taklidi ve can yeleği olmaktan ibaret. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu için söylediği “Biz Kemal beyin muhalefetinden memnunuz” sözü aslında bu düzen içerisinde parlamenter muhalefetin de var oluş nedenini gösteriyordu ve Kılıçdaroğlu’nu değil tüm burjuva muhalefeti işaret ediyordu. Neoliberal politikaların toplumu ve yaşamı dizayn ettiği gerçeklikte önemli bir yerde duruyordu bu açıklama. İmamoğlu’nun Adalar’da azmanbüs istemeyen kişiye “Sesin çok detone” diye yanıt vermesi, tüm CHP kurmaylarının kırmızı kart zırvasını eleştiren halkı aşağılayıp terslemesi kazara iktidar olsalar da bugünkü iktidardan farklı olmayacaklarını gösteriyor.
O yüzden bugünün tek kazanımı sandık eksenli politikanın bir çare olmadığını göstermesi. Marx’ın dediği gibi bir hatayı ilk kez yapmak trajedi, aynı hatayı ikinci kez tekrarlamak komedidir. Yabancılaşmanın politik devrimci saflarda bile kendini gösterdiği, düzenin küçük kopyalarını yaratmaya çalıştığı ve her bireyi o şekilde eğittiği koşullarda sloganın ötesine geçme zamanı. İlişkilerde yenilenme, mağduriyet politikalarını terk etme, basın açıklaması rutinlerine takılıp kalmama, yoldaşça ilişkileri güçlendirme, aynı ırmakta defalarca yıkanılan çalışma tarzları yerine somut programlar yaratma zamanı. Onlar birbirine kırmızı kart göstermekle oyalana dursun. Zaman onları bu oyundan diskalifiye etme zamanı.
Bunun için örgütlenme çabasına hız vermek gerekir. Çoktandır unutulmuş olan kitlelerle somut temas yöntemlerini geliştirmek, nerede direniş varsa yetişebildiğimiz kadarıyla orada bitmek, emekçi evlerine girip çıkmak, onların hayatlarına karışmak, ortak yaşamın ve kavganın sıcağında ortak söz kurmak, birlikte eylemek…
Unutmayalım ki, klasik biçimler kitlelerle güven ilişkisi yarattığımız oranda aşılabilir. O güven onların arasında, yaşamlarına karıştığımız oranda kurulur, geliştiriler ve sınanır.
Alınteri Gazetesi 21. Yüzyıla Sosyalizmi Yazacağız!