Gençliğin Öfkesi: Sistem Geleceğimizi Çaldı, Geri Alacağız!



Geleneksel solun bu dalgayı yakalayabilmesi için kendini gençliğin yaratıcı direniş pratikleriyle yeniden inşa etmesi gerekiyor. Hiyerarşiye değil dayanışmaya, vekalete değil doğrudan demokrasiye, dogmalara değil sorgulamaya dayanan bir siyaset…


İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve tutuklanma sürecinin tetiklediği halk isyanı, basit bir siyasi figüre destekten ya da hukuki bir kararın sorgulanmasından çok daha derin anlamlar taşıyor. Sokakları dolduran binlerce genç, tek adam rejiminin derinleştirdiği adaletsizliğe, geleceğin karartılmasına ve toplumsal çözülüşe isyan ediyor. KONDA ile Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün verileri, bu öfkenin arkasında yatan yapısal kırılmaları gözler önüne seriyor.

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün “İmamoğlu Protestoları Katılımcı Analizi” raporu, isyancıların yüzde 60,6’sının “gelecek kaygısı”, yüzde 52,9’unun “anti-demokratik uygulamalar”, yüzde 31,7’sinin ise “siyasi sistemin taleplere cevap vermemesi” gibi nedenleri öne çıkardığını ortaya koyuyor. Bu veriler, sokakların yalnızca bir mahkeme kararına değil gençliği ezen kronik sorunların birikimine tepki olduğunu kanıtlıyor.

TÜİK’e göre genç işsizliği yüzde 24’ü aşarken bağımsız kurumlar gerçek oranın çok daha yüksek olduğunu vurguluyor. Üniversite mezunları iş bulma umudunu yitirmiş, asgari ücretin altında çalışmayı kabul edenler dahi sisteme tutunamıyor. Kamu kaynaklarının talan edildiği, barınma krizinin derinleştiği, sosyal hakların yok edildiği bir ortamda gençler geleceksizliğe mahkûm ediliyor. Tüm bu gerçekler, sokaklardaki öfkenin anlık bir parlamadan ziyade sistemin ürettiği çürümeye karşı köklü bir başkaldırı olduğunu gösteriyor.

Adaletsizliğin Sopalı Bekçisi: Yargı

KONDA’nın verileri toplumun yüzde 73’ünün İmamoğlu’nun yargılanmasını haksız bulduğunu, yüzde 52,9’unun ise anti-demokratik uygulamalardan rahatsız olduğunu gösteriyor. Yargı tarih boyunca iktidarın sopası olarak kullanıldı. Gezi’den Boğaziçi’ne uzanan davalarda mahkemeler hukuku değil siyasi iradeyi referans aldı. Bu tablo gençlerin yalnızca “reform” değil köklü bir sistem değişikliği istemesini anlaşılır kılıyor.

Protestolara verilen destek yalnızca muhalif tabanla sınırlı değil. İktidar seçmeninin de önemli bir kısmı süreci “haksız” buluyor. Enflasyon, yoksullaşma ve belirsizlik memnuniyetsizliği tüm topluma yayıyor. KONDA’ya göre halkın yüzde 21’i eylemleri tamamen haklı görürken yüzde 52’si “düzeni bozmadıkça” meşru sayıyor. Bu veriler iktidarın toplumsal desteğindeki çatlakları gözler önüne seriyor.

Politik Uyanış: Yeni Bir Kuşağın Manifestosu

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün verileri, sokakları dolduranların yüzde 94,2’sinin 35 yaş altı gençlerden oluştuğunu ortaya koyuyor. Bu oran, tarih boyunca sistemin en çok yok saydığı, geleceğini kararttığı bir kuşağın artık susturulamaz bir çığlığa dönüştüğünün kanıtı. Gençliğin yarısından fazlası adaletsizliği temel mesele olarak tanımlarken ekonomik kaygıların gölgede kalışı dikkat çekici. Rakamlar, bireysel kurtuluş arayışlarının ötesinde toplumsal bir yeniden doğuş arzusunun izlerini taşıyor.

Son dönemde filizlenen genç işçi direnişleri, kampüslerde yankılanan öğrenci sloganları ve feminist dalganın yarattığı ortak dil, gençliğin siyaseti seçim sandığına hapsetmeyi reddettiğinin işareti. Bu yalın bir öfke patlaması değil bilakis iktidar ilişkilerini kökten sorgulayan bir politik bilincin kristalleşme süreci. Ancak bu uyanış bildik siyaset kalıplarını paramparça eden bir dinamikle ilerliyor.

Kravatlı hatiplerin nutuk attığı mitinglerin, hiyerarşik örgüt şemalarının ve “temsili demokrasi” tiyatrosunun bu kuşak için hiçbir karşılığı yok. Onlar pankartlarıyla sokaklarda, hashtag’leriyle dijital alemde temsiliyet değil doğrudan demokrasi, figüranlık değil senaryoyu birlikte yazma ısrarındalar. 2010’lardan bu yana Sintagma’dan Hong Kong’a, Occupy hareketinden Şili’ye, feminist gece yürüyüşlerinden genç işçi eylemlerine dek tüm direnişlerden süzülüp çıkan irade lider kültüne değil kolektif akla inanıyor.

TikTok’un viral danslarıyla protestonun ritmini bulan, Telegram gruplarında örgütlenen bu nesil, merkeziyetçi yapılar yerine ağ örgütlenmelerini, katı şablonlar yerine kolektif aklın akışkanlığını benimsiyor. Dijital aktivizm anlık parlamalarla sınırlı kalsa da bu araçların yarattığı mobilizasyon gücü yadsınamaz. Kapitalizmin her direnişi metalaştıran mekanizmalarına rağmen sokakla sanalı buluşturan bu yeni dil geleneksel örgütlülükle harmanlandığında tarihsel bir dönüşümün mayasını taşıyor.

Gençliğin isyanı salt “gelecek kaygısı”na da indirgenemez. Bu, iflas etmiş neoliberalizmin dayattığı insanlık dışı varoluş koşullarına topyekûn bir reddiyedir. Geçici reformların sakinleştirici etkisine kanmayan, köhnemiş bir düzenin kırıntılarıyla değil yepyeni bir dünyanın inşasıyla ilgilenen bir kuşak bu.

En reformistinden en devrimcisine bir bütün olarak sol ne yazık ki bu dalganın içinde kulaç atmaktan çok uzak. En başta iddia ve ruh olarak bu tablonun içerisinde konumlanamıyor. Halkevleri’nden TİP’ine görece en kalabalık olanları dahi eylemlerde öncü bir rol oynayamıyorlar. Öte yandan sözde herkes omuz omuza vermekten, güçleri birleştirme ihtiyacından söz ediyor fakat iş pratiğe gelince sayıca birkaç yüz kişi fazla olmayı kendi başına hareket etme gerekçesi haline getirebiliyor. Sonuç olarak bu isyan sol’un öncesinden başlayıp Gezi sonrasında da süren irtifa kaybı ve gerilemesinin artık büsbütün etkisizleşme ve tükenişe doğru gittiğini  gösterdi. İşin vahimi, bu gerçek bile umursanmıyor.

Devrimci sosyalistlere düşen bu enerjiyi dar kalıplara sıkıştırmak yerine onunla birlikte nefes almak, sokakların yaratıcı kaosundan öğrenmek ve örgütlenme biçimlerini bu ruhla yeniden tarif etmektir. Tasfiyeciliğin yarattığı konformizmden sıyrılıp direniş alanlarında soluklanmak, karar mekanizmalarını kolektifleştirmek, siyaseti bir “temsil sanatı” olmaktan çıkarıp yaşayan bir organizmaya dönüştürmek zorunlu. Bu kuşak lider peşinde koşmuyor, omuz omuza ördükleri bir mücadele ağı arıyor.

Geleneksel sol’un bu dalgayı yakalayabilmesi için kendini gençliğin yaratıcı direniş pratikleriyle yeniden inşa etmesi gerekiyor. Hiyerarşiye değil dayanışmaya, vekalete değil doğrudan demokrasiye, dogmalara değil sorgulamaya dayanan bir siyaset… Ancak böylesi bir dönüşüm, devrimci idealin bu yüzyıldaki yürüyüşünü sürdürebilir kılacak.

Tarih Çağırıyor

Sokaklarda yankılanan sloganlar yalnızca siyasi iktidara değil sömürü düzenine meydan okuyor. CHP’nin öfkeyi sandığa hapsetme çabası bu enerjiyi sistem içinde eritme girişimidir. Oysa gerçek değişim burjuva siyasetinin dar koridorlarında filizlenemez.

Bu hareket eğer işçi sınıfı ve toplumsal muhalefetle buluşur, devrimci bir odak ve dönemsel bir program etrafında örgütlenirse, yalnızca bir protesto dalgası olmaktan çıkıp gerçek bir tarihsel dönüşümün kapısını aralayabilir. Görev, bu uyanışı sosyalist bilince dönüştürmek ve onu taşıyacak örgütlü gücü yaratmaktır. Gençliğin mesajı net: “Sistem geleceğimizi çaldı, geri alacağız!”

Bu çağrı yalnız Türkiye’nin değil tüm dünyada ayaklanan bir kuşağın ortak manifestosudur. Tarih sahnesine çıkan gençlik, küllerinden doğan bir geleceği inşa etmek için ilerliyor.