Makyajlı Rakamlar, Derinleşen Yoksulluk ve Büyüyen Sınıf Öfkesi



TÜİK enflasyon düştü diyor ama sofralar, cepler bomboş. Yoksulluk makyajlı rakamlarla gizlenirken, sınıfın öfkesini örgütlenme ve eylemle buluşturma sorumluluğumuz büyüyor.


Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı Kasım ayı enflasyon verileri, resmi laboratuvarlarda üretilen pembe tabloların gerçek hayatta neyi gizlediğini bir kez daha tüm çıplaklığıyla gösterdi. TÜİK’e göre aylık enflasyon yüzde 0,87, yıllık enflasyon ise yüzde 31,07 seviyesinde. Kâğıt üzerinde frenlenmiş, hatta iyileşen bir manzara var. Ancak işçi sınıfının, emekçilerin market kasalarında, sofralarında ve kiranın altında ezilen milyonların günlük hayatında yaşanan gerçeklik bu resmi tablodan çok farklı.

Çünkü aynı dönemde Türk-İş, mutfak enflasyonunu yüzde 4,98 olarak açıklarken, ENAG yıllık enflasyonun yüzde 56,82 olduğunu duyurdu. Bu derin uçurum sadece bir hesaplama farkı değil sınıfın gerçek yaşam maliyetini örtbas etmek için kullanılan sistematik bir manipülasyonun göstergesidir.

Sofralar boşalırken, rakamlar süsleniyor

TÜİK’in Kasım’da gıda fiyatlarının yüzde 0,69 düştüğü iddiası, gerçeğin değil burjuvazinin siyasal ihtiyaçlarının yazdığı bir masaldan ibaret. Aynı dönemde Türk-İş, dört kişilik bir ailenin mutfak harcamasının neredeyse yüzde 5 arttığını açıkladı. Yani düşen bir şey varsa o da işçi sınıfı ve emekçilerin tabağına koyabildiği yiyeceklerin çeşidi ve miktarıdır.

DİSK-AR’ın ortaya koyduğu uzun vadeli tablo ise daha da çarpıcı:

-2003’ten bu yana genel TÜFE endeksi 34,8 kat artmış.

-Aynı dönemde gıda fiyatları ise 48,3 kat artmış.

Bu fark sermaye düzeninin krizin yükünü emekçilerin sırtına bindiren sınıfsal tercihlerin sonucudur. Çünkü gıda fiyatlarındaki her artış, zenginlerin bütçesini değil gelirinin üçte birini, yarısını mutfağa ayırmak zorunda kalan emekçileri vurur. Dolayısıyla TÜİK’in “gıda düştü” masalı, özellikle yoksul hanelerin sofrasındaki boşlukla tezat oluşturan büyük bir yalandır.

Asgari ücret 11 Ayda 6.574 TL erozyona uğradı

Net asgari ücretin yıl başında 22.104 TL olduğunu hatırlayalım. DİSK-AR’ın hesaplamalarına göre bu ücret, enflasyon karşısında 11 ayda tam 6.574 TL eridi. Yani işçi, daha maaşını almadan kaybetmeye mahkûm bırakılıyor. Bu sadece rakamsal bir kayıp değil işçinin ömründen çalınan zaman, yaşam kalitesinden eksilen her şey ve geleceğinden koparılan umuttur.

Baz etkisiyle “düşen” enflasyon, emekçinin cebine yansıyan bir iyileşme yaratmıyor. Çünkü fiyatlar geri çekilmiyor sadece artış hızı bir miktar yavaşlıyor. Yani yoksullaşma hız kesmiyor, sadece istatistiksel olarak makyajlanıyor.

Sermayenin yeni sömürü hatları

TÜİK’in bile gizleyemediği iki alan krizi daha da derinleştiriyor:

-Konut fiyatlarında yıllık artış yüzde 49,92

-Ulaştırmada yıllık artış yüzde 29,23

Gıdadan kısan işçi ve emekçilerin bütçesi, bu kez de katlanılmaz kira artışları ve ulaşım maliyetleri tarafından yutuluyor. Emekçiler artık sadece “daha az et, daha az sebze” ile değil kirasını ödemek, işe gidebilmek gibi en temel ihtiyaçlarla boğuşuyor. Bu, kapitalist sistemin çıplak gerçeğidir. Emekçinin yeniden üretim maliyeti tamamen kendisine yıkılırken, sermayenin kâr oranları korunuyor.

Bu tablo basit bir “ekonomik sorun” değildir. Bu tablo sınıf ilişkilerininin, emek ile sermaye arasındaki çelişkinin keskinleştiğini, düzenin kendi krizini emekçilerin sırtına yıkarak ayakta kalmaya çalıştığını ortaya koyuyor.

Bu nedenle çözüm teknik ayarlamalar, çıkış yolu “biraz daha sabır” değildir. Kurtuluş, sıradan bir “ekonomik program” meselesinden öte kolektif ve örgütlü mücadeledir.

Her mahallede, her işyerinde işçi komiteleri kurularak market fiyatları, kiralar, ulaşım ve temel ihtiyaç giderleri düzenli olarak takip edilmeli, kendi gerçek enflasyonumuzu oluşturmalıyız.

Asgari ücret, patronlar ve devlet masasından değil işyerlerinde ve mahallelerde örgütlenecek taban meclislerinin demokratik iradesiyle belirlenmelidir.

Dayanışma ağları yaygınlaştırılarak hayat pahalılığı ve zamlara karşı toplu direniş örgütlenmelidir.

DİSK, Türk-İş ve Hak-İş tabanları arasındaki dayanışma güçlendirilmeli, bürokratik engeller aşılarak birleşik, fiili, meşru yeni bir militan sendikal ve sınıf hareketi hattı inşa edilmelidir.

Yaşadığımız yoksullaşma, makyajlı rakamlarla gizlenmeye çalışılan geçici bir sıkıntı değil. Bu, yeni bir mücadele döneminin kaçınılmazlığının işaretidir. TÜİK’in rakamları ne söylerse söylesin, işçi sınıfı ve emekçiler gerçeği kendi sofrasında, kendi cebinde, kendi yaşamında her gün daha yakıcı ve yıkıcı bir şekilde hissediyor.

Karanlık büyüyor olabilir. Ama unutmayın her karanlık, kendi şafağını da içinde taşır. O şafak, işçi sınıfının örgütlü mücadelesidir. O mücadelenin örülmesi ertelenemez sorumluluklar yüklüyor hepimize.