Bir seçim düşünün ki seçmenlerin neredeyse yarısı hatta yarısından çoğu “acaba ne olacak?” paniği ve “oylar çalınmasın” kaygısının yarattığı teyakkuz hali yaşıyor. Bu tablo söz konusuyken, Tayyip Erdoğan oy kullanırken her zaman yaptığı gibi kelimelere-kavramlara takla attırmaktan vazgeçmiyor. Bu sefer de “Türkiye adeta bir demokratik devrimi gerçekleştiriyor” dedi Erdoğan; hem de sandık başında…
Burjuva parlamentarizminin cenazesinin kaldırılmasını ilan edercesine “Bundan sonraki süreci, bürokratik oligarşiye hiç takılmadan çok daha rahat sürdürecektir. Katılımın yüksek olmasının bir hassasiyet olduğuna inanıyorum. Şu ana kadar ciddi bir sıkıntının olmadığını öğrendik. Hayırlı olsun” cümleleri aktı ağzından.
Erdoğan belli ki parlamentoyu, yargıyı devre dışı bırakıp, tüm devlet gücünü kendi denetiminde toplamayı hedeflediği partili cumhurbaşkanlığı sistemini (siz onu Führerci faşizm olarak okuyun) ne pahasına olursa olsun çoktan garanti altına aldığını düşünüyor.
İşçi ve emekçilere de bu faşizmi “bürokratik oligarşiye hiç takılmadan çok daha rahat sürdürecektir” tekerlemesiyle yutturabileceğini sanıyor.
AKP ilk yıllarında Kemalist bürokrasiye, elitist anlayışa karşıtlık temelindeki söylem ve pratiğiyle kendisini varetti. İktidarını pekiştirdikten sonraysa bu söylem temelinde kazandığı tüm ittifak güçlerini yavaş yavaş karşısında aldı. Yaşadığı iktidar zehirlenmesiyle Kemalist elitizmin-bürokrasinin ters simetrisini yarattı.
Ölen arkadaşlarının hesabını soran madenciyi tekmeleyen, ölen Kürt çocukları için “kadın da olsa çocuk da …” diye başlayan idam fermanları yazan, “geçinemiyoruz” diyen çiftçiyi “ananı da al git” diye azarlayan, işsizi “iş beğenmiyorlar” diye aşağılayan, evladı ölen anaları meydanlardan yuhalatan AKP, yıllardır karşıtını oluşturacağı iddiasıyla oturduğu iktidarda, karşıtını değilse de paralelini, kendi elitizmi ve bürokrasisini yarattı.
Fakat yüzleri manda gönünden olsa gerek, artık tüm kullanım değerini bizzat kendi pratiğiyle yitirmiş olan bu söylemi ısrarla tedavülden kaldırmıyorlar.
Tüm bir ülkenin gerim gerim gerildiği bu pis kokulu seçim gününde sandık başından “demokratik devrim” pazarlamacılığına girişen Erdoğan ise utanma eşiğini çoktan aşmış olmanın pişkinliğiyle bu söylemi tepe tepe kullanmaya devam ediyor.
Bunu diyen Eroğan’ın daha seçimlerin başladığı saatlerde altın varaklı koltukların, bardak altlarının, klozetlerin olduğu o sarayının etrafını kamyonlarla, TOMA’larla, polis yığınağıyla kuşattırmış olmasıysa hoş bir ironi olsa gerek!…
Sahi demokratik bir devrimin yaşandığı hangi ülkede adına saray denilen bir garabet halka karşı böylesine kuşatılır. Bu devrimi gerçekleştirdiğini iddia eden hangi siyasetçi böylesine bir korku ve saldırganlık moduna girer?