Sizlere yıllardır tanıdığım, sizin de tanıdığınız; yüzünü görmeseniz, adını bilmeseniz de; sesini duyduğunuz, ellerinin nasırlarını bildiğiniz, gözlerinde uçuşan umuda sarıldığınız, sözünü iradeniz sayacağınız bir devrimciyi, Yunus’u anlatmak istiyorum.
Anlatmak istiyorum çünkü; Yunus, teslim olmamanın, yenilmemenin, direnmenin, devrimci iradenin, en karanlık dönemlerde bile mücadeleden vazgeçmemenin adıdır. Anlatmak istiyorum çünkü; artık devrimcileri faşizmin katliamlarından bir fotoğraf karesine sıkışmış karanfil kokusu olarak tanıyıp “Asla Unutmayacağız!” ünlemine sıkışarak kahrolmanızı (!) istemiyorum. Anlatmak istiyorum çünkü; devrimcileri yaşarken tanıyın, devrimciler yaşarken gözlerine bakıp sınıfına bağlılığına ve bu halkı ne kadar sevdiğine canlı tanık olun…
Yunus Özgür kimdir?
Yunus Özgür her şeyden önce en yalın ve net haliyle Marksizmi ve sosyalizmi benimsemiş sınıf bilinçli bir proleter devrimcidir! Çok yalın bir devrimci… Yunus’un hayat tarzı, kişilik ve kimliğinin de özetidir. Hayatındaki ayrıntılar bile “devrimci kişilik ve devrimci ahlak” tırnağının vücut bulmuş, somutlaşmış halidir.
Yunus 14 Eylül’de 3. Havalimanı Şantiyesi’nde İGA patronlarına karşı yüzlerce işçinin başlattığı direniş sonrasında gözaltına alınan; resmi rakamlara göre 578, işçilerin beyanına göre 2 bini aşan gözaltı sonrası mahkemeye sevk edilen yirmi sekiz inşaat işçisinden tutuklanan yirmi dört kişiden biri. Yunus dahil yirmi dört kişinin dördü sendika yöneticisiydi.
Laz, Kürt, Arap etnik kimlikleriyle harmanlanmış, 1975 doğumlu, Adanalı emekçi bir ailenin çocuğu olan Yunus, bu kimliklerin zenginliğiyle halkların özgürlük mücadelesinin ve sınıf diyalektiğinin kodlarından beslenmişti. Ailesi gibi kendisi de tüm hayatı boyunca bir emekçi olarak yaşadı. Henüz 16-17 yaşlarındayken kuaförlük, fırıncılık, balıkçılık yapmış; o yaşlarda bile inşaat sektöründe çalışmışlığı olmuş biri.
Yunus, çalıştığı her yerde emeği örgütlerken insan ilişkilerinde oldukça dikkat çekici biri haline gelir. İşçilerle ve 17 yaşında tanıştığı yoldaşlarıyla kurduğu insan ilişkilerinde enerjik, sevimli ve neşeli kişiliğinin özgünlükleri vardır. Bu özellikleri ve davaya bağlılığıyla o, aynı zamanda “farklı biri” oldu. Kalıplara sığmayan, özgünlüklerini davasının ihtiyaçlarıyla buluşturmuş, kişilikli bir bireydi. Neşeli yaşam biçimi yoldaşları tarafından ona “Yunus Balığı” lakabının takılmasının da kaynağıdır. Örgütlü yaşamı ile birlikte işçi sınıfı çalışması ve sendikal örgütlülük onda bir karakter ve kişiliğe dönüştü.
Fabrikalarda, şantiyelerde, tersanelerde geçen yaşamı boyunca bütün işçilerin ilk fark ettiği kişi olup herhangi bir sıkıntılarında sığındıkları ve umut besledikleri ilk kişi olması da sadece neşeli ve iyi bir insan olmasından kaynaklanmıyordu. Tüm örgütlü hayatı boyunca işçi sınıfının ve emeğin sorunları karşısında işçiden emekten yana olan samimi tavrı, ilkeli-tutarlı duruşu ve işçilerin mağduriyetlerini-hak gasplarını devrimci iradesiyle kazanıma çevirmeyi iyi bilmesiyle, sınıfa bağlılığı ve inancıyla ilgiliydi bu…
Devrimci mücadeleyle 17 yaşında tanışan Yunus ilk gözaltı pratiğini de bu süreçte yaşıyor. Kısa bir cezaevi süreci yaşıyor. Daha sonra ‘95’te 7 yıl süren bir cezaevi sürecinde Konya, Ceyhan ve Sincan F Tipi cezaevlerinde kalan Yunus, 1 yıl sonra, ‘96’da başlayan süresiz açlık grevi ve ölüm orucu direnişine katılıyor ve 69 gün bedenini ölüme yatırıyor. Ağır ve zor koşullarda 69 gün devam eden SAG ve ölüm orucunda 12 devrimci ölümsüzleşmişti. İlk ölümün 60. günde yaşandığı direnişin 33. günlerinde bilinç kaybının başladığını ve B12 alınmadığını biliyoruz…
F Tiplerine karşı 2000’de yüzlerce siyasi tutsağın başlattığı Türkiye’nin ve dünyanın en uzun süreli ve en çok kayıp yaşanan, “Hayata Dönüş” adı ile pazarlanıp ancak gerçek adı “Tufan” olan operasyonda otuz devrimci katledilmiş yüzlerce devrimci ise yaralanıp sakatlanmıştı. 2000 ölüm oruçlarında Yunus, 300 günü aşan bir sürede bedeniyle direnmişti.
Ölüm orucu sonrası tahliye edilirken henüz sağlığına tam olarak kavuşmadan, ölüm orucu direnişçileri için açılması kararlaştırılmış “Yaşam Evleri” projesinde aktif rol alarak yoğun emek harcadı. Kendisi de bir ölüm orucu direnişçisiyken ve sağlığına kavuşmamışken yoldaşları için sokağa çıkıp alınteri döken bir insanı çok da allı pullu laflarla anlatmaya gerek yok sanırım…
Devletin sopa olarak devrimcilere salladığı tutsaklık tehdidi devrimcilere sökmez. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de Yunus’un hayatındaki dirençtir. Cezaevinden çıkar çıkmaz devrimci mücadele ile yaşamı pahasına ilişkilenmiş, Yaşam Evleri çalışmasında görevi biter bitmez Alınteri Gazetesi’nde işçi sınıfının sesini duyurmak, emeğin haberlerini görünür kılmak için muhabirlik yapmaya başlamıştır. Muhabirlik derken, elinde fotoğraf makinası ile güneş gözlüğünün ardından masa başı haberleri yapmadı! Alanda; fabrikada, tarlada, tersanede, sanayi havzalarında muhabir kimliği ile devrimci politik kimliğini birleştirerek faaliyet yürüttü.
Muhabirliğini yaptığı hemen tüm emek alanlarında hem çalıştı hem de oraların aranan, akıl danışılan, önderlik yapması bizzat işçiler tarafından istenen kişisi oldu. O dönem hem muhabir hem yer yer işçi hem de ağır sağlık sorunlarıyla boğuşan bir direnişçiydi. Tüm zorluklara karşı hayatı, fikir dünyasını zenginleştirerek, şikayet etmeden yaşadı. Her zorlanma anında döne döne kolektifinin yazılarını-önerilerini okudu, Marksizm – Leninizm’in ufuk açıcı makalelerine sarıldı.
İşittiklerim arasında bana en çarpıcı gelen ve gözümün önünde bir fotoğrafa dönüşen kare ise, henüz sağlığına kavuşmadan, ölüm orucunun bedeninde ve beyninde oluşturduğu tahribatlara aldırmadan erkenden kalkıp işçi kahvelerine giderek onlarla sohbet etmesi, onların sorunlarını dinleyerek işçi sınıfı mücadelesini sadece ideolojik olarak değil pratik olarak da ete kemiğe kavuşturma çabasına ilişkin bilgiydi. Neden derseniz, bedeninde ve beyninde tahribatlar bulunan bir insanın “yapabilir miyim?” tedirginliğini yenerek, tüm olanaksızlık ve zor hayata rağmen aynı inançla görevlerine; hem de görev olarak değil, doğal bir refleksmiş gibi sarılması oldukça etkileyici.
Yunus yemek yemediğinde ağrı, bulantı ve sinir gibi etkenlerle mücadele edip işçilerle buluşmak için kilometrelerce yolu yürümeyi kendi hayatında bir kaosa değil bir eğlenceye dönüştürmüş. Devrimci mücadelenin olanaklarının çok sınırlı olduğu dönemler… Sigarasız kalamamış; ama maliyeti fazla olduğu için hayatı boyunca tütün içmiş, kazandığı tüm parayı ise mücadele için harcamış.
Bir “feda” hayattan bahsediyoruz aslında…
Bulunduğu her emek sahasında sosyal ilişkiler kurup sevilmek ile kalmamış elbette. Yunus bütün ömrünü verdiği emek alanlarında kişiliğinin de etkisiyle kamuoyuna da yansımış birçok direnişin de örgütleyenlerinden olmuş. Dokunduğu her alandan ya bir direniş çıkmış ya da sendikal örgütlenme yönelimi…
Bir muhabir olarak gittiği Merter’de yatıp kalktığı işçi kahvehanelerinde Konfeksiyon İşçileri Derneği’nin temellerini atmış. Bu emek cehenneminde o dönem yaşanan hemen tüm işçi direnişleriyle bir şekilde ilişkisi olmuş, onların içerden bir parçası olarak emektarına dönüşmüş. Bu süreçte de işçilerin, özellikle direnişçilerin kendini güvende görerek direnişe geçmelerinin ve her zor anında akıllarına Yunus’un gelmesinin bir tesadüf olduğunu söyleyemeyiz!
Hadımköy’de işçi olarak çalışan bir gazete okuru vasıtasıyla ilişkilendiği TV yapım fabrikasında yaşanan direnişin giderek mimarı haline geldi. O sanayi havzasında da muhabir olarak bulunurken, işçilerin aradığı, sözüne ikirciksizce güven duydukları önderlerinden birine dönüştü.
Öncülüğünü yaptığı TV direnişi aracılığıyla farklı işkollarından emekçilerle buluşup, ilişkilerini genişleterek bir politik sınıf havzası yaratmayı başardı. Çalıştığı yerler, direnişler ve grevlerde temas ettiği emekçilerin neredeyse tamamına yakını politikleşirken azımsanmayacak oranı da örgütlendi.
Yaşamının bir kesitinden sonraki hemen tüm çalışmalarını 10 Ekim Ankara Katliamı’nda ölümsüzleşen İnşaat-İş Örgütlenme Sorumlusu Serdar Ben (Maviş) ile birlikte yürüttüler.
İkisi birlikte tersaneye işçi olarak girip orada çapını giderek büyüten bir sınıf çalışmasının değirmen taşı oldular. Aynı zamanda zanaatkar bir ruhu da olan Yunus tersanenin o ağır işini de hızla kavrayıp, ustalık mertebesine ulaştı. Çevresindeki, giderek havzadaki işçilerin sevdiği, sözüne güvenip, arkasından gittiği bir öncüye dönüştü. Maviş ve orada buluştukları başka işçilerle birlikte kurdukları “Tersane İşçi Kurulu” kısa sürede önemli bir örgütlenme adresi haline geldi.
Bu arada fırın işçilerini örgütlemeye giriştiler. İkisi de gecesini gündüzüne katarak hem tersanede hem de fırınlarda tüm zamanını işçi örgütlenmesine ayırdılar. Sınıf mücadelesi ile derinden kurdukları bağ ile burada da hatırı sayılır bir yol aldılar.
Tüm bu çalışmalar sırasında bazen sokaklarda kalırlar, bazen parasız oldukları için kilometrelerce yol yürürler, bazen ekmek bile alamadıkları için Yunus baygınlıklar geçirir, delik ayakkabıları nedeniyle ayakları donar, bazen de…
Evet, Yunus’u anlatırken Maviş’ten bağımsız anlatmak imkansız ve çok eksik olur. Yoldaşları Yunus ve Maviş’in ilişkisini kelimelerle anlatamıyorlar, onları tarif ederken “et ve tırnak” betimlemesi yapıyorlar. Kendimin de tanık olduğu Maviş ve ‘Yunus Balığı’nın ilişkisi için daha iyi bir ifade yok aslında. O dönem daha yakından tanıdığım Maviş’in Yunus ile ilgili konuşurken kocaman gülümsemesini ve ona yoldaşça bağlılığını çok iyi anımsıyorum.
Yunus’un İnşaat-İş ile kurduğu tutkulu ilişki de bu bağlılığın kendisinde bıraktığı vefa ve sorumluluk bilincinin emeğe dönüşmesi ile açıklanabilir. Yoldaşları komünist işçi İsmail Kızılçay ve Maviş’in emeğini her şeyden önce bir emanet olarak görüp, inşaat işçilerinin mücadelesini ve sendikanın gücünü daha fazla nasıl ileriye taşıyabiliriz bilinciyle kendisini şantiyelerde, işçi toplantılarında, sendika faaliyetlerinin içinde buluyor.
Yunus, Maviş ve İsmail Abi 10 Ekim Katliamı’nda o kanlı meydana birlikte gitmişlerdi. Patlama sonrasında meydanda ilk aklına gelenin Maviş olduğunu anlatmış daha sonra yoldaşlarına. “Maviş’e bir şey oldu, yoksa o yaralı da olsa bize ulaşırdı” diye düşünmüş. Ondan sonra Ankara’nın bütün morglarında Maviş’i aramış. Onlarca parçalanmış beden içinde ondan bir iz bulma umudu taşımış. “Maviş’i almadan İstanbul’a dönmeyeceğim, onunla birlikte geleceğim” demiş herkese. O sıralarda onu orada görenler durumunu anlatacak kelime bulmakta zorlanıyorlar…
Yunus için Maviş’i kaybetmenin acısı hayatında en fazla etki yaratan süreçlerden biri olarak kalıyor. Tıpkı Ulucanlar Katliamı’nda ölümsüzleşen Zafer Kırbıyık gibi. Zafer de Yunus’un cezaevinde tanıştığı ve yoldaşlığını ölümsüzleştirdiği isimlerden biri. Maviş’i kaybettikten sonra Yunus yaşadığı acıyı Zafer’den sonra yaptığı gibi devrimci bir hınç ve enerjiye dönüştürür. Ama çok yaralıdır. Yoldaşları ondaki bu acının travmatik etkisinin halen devam ettiğini anlatıyor.
Yunus Özgür proleter bir devrimci… 17 yaşında tanıştığı mücadelede tarifsiz emekler harcayarak, hayatı dahil çok fazla bedel ödeyen sosyalizm neferlerinden biri… 10 Ekim ile komünist önder Maviş’i ve komünist işçi İsmail Kızılçay’ı kaybetmesi sonrasında-her zorlu süreç sonrasında olduğu gibi- bu dönemin sosyolojik sonuçlarından kendine ödevler çıkararak, işçi sınıfı mücadelesinde, özellike inşaat işçilerinin mücadelesi için belli hedefler koyarak, alanda üstüne düşen sorumluluğa kilitleniyor ve İnşaat İş Sendikası ile ilişkisi de bu fotoğrafta anlam kazanıyor.
İnşaat İş Sendikası’nda faaliyet yürüttüğü ilk dönemlerde Emaar Square’de çok fazla işçi cinayeti ve hak gaspları yaşanırken filizlenen direniş, Yunus ve İnşaat İş Sendikası yönetiminin öncülüğünde gerek sermayenin gerekse siyasi iktidarın İnşaat İş Sendikası’nı bir güç olarak tanıması ve sendikanın işçi mücadelesinde bir güç, irade haline gelmesiyle sonuçlandı. Sermaye sendika ile müzakereler yürütmek zorunda kalarak, işçilerin yaşadığı hak gasplarını çözmüş, maaşlar ödenmiş ve iş güvenliği düzenlemelerini yapmak zorunda kalmıştır.
Yunus’un sendikada ilk büyük çıkışı olan Emaar direnişi ana akım medyada dahi yer bulmuş ve inşaat işçilerinin sorunlarının tartışılmasının yolunu açmıştı. Yunus’un öncülüğünde İnşaat İş’in geldiği nokta onun sınıfın bir parçası olması, işçi sınıfı ile kurduğu doğal, içten ve samimi ilişkiyle doğrudan bağlantılıdır.
İşçi mücadelesinde “sarı” sendikacılığın işçilerin kanını emdiği düşmanca pratiklere karşı sınıf sendikacılığı yapmanın sorumluluğu sadece işçi havzalarında eylem ve grevler örgütlemekle sınırlı değil. 3. Havalimanı’ında patlayan işçi direnişi sonrası havuz medyasının polis fezlekelerini dayanak göstererek yaptığı provokatif haberlerde işçilerin zorla, dövülerek direnişe götürülmesinden, işçilerin paralarına el konulmasına kadar uzayan rezilliği yazanlar Yunus’un yaşam koşullarını ve işçi sınıfının mücadelesi için bireysel olanaklarını nasıl kolektif kullanıma açtığını bilmemekteler.
Sade ve mütevazi bir yaşamı olan bu devrimcinin yakın zamana kadar kulübeden bozma, oldukça sağlıksız bir evde yaşadığını bilmezler ki, Yunus hayatla kurduğu renkli ilişkisini o kulübe gibi eve de taşımış. Çiçeklerle, yaptığı raflar ve ince estetik duygusuyla bu kulübeyi yanından geçenlerin durup önünde fotoğraf çektirdikleri bir sevimliliğe kavuşturmuş. 10 yıl boyunca yaşadığı bu evin bir tek rutubetini çözememiş. Ama bunu da umursamamış, orada kalmaktaki ısrarını sürdürürmüş.
Yoldaşları Yunus’un grev alanlarına, eylemlere, işine ve faaliyet yürüttüğü her yere çokça defa parasız gittiğine şahitlik ettiğini anlatırken gözleri doluyor parıldayarak… İftiracı tetikçi medyanın anlattıklarına karşın Yunus her devrimci gibi tüm parasını komün olarak kullanan bir sosyalisttir.
Yunus ve yirmi üç işçi arkadaşı hala tutukluyken dün şantiyeye yapılan operasyonda 6 işçi daha tutuklandı. Ölüm orucu ve açlık grevleri nedeniyle Wernike Korsakoff sendromunun etkilerini halen vücudunda taşıyan Yunus hakkında örgütle ilişkilendirildiği 2 dava var. Gezi, 1 Mayıs ve Gezi’de ölümsüzleşen Mehmet Ayvalıtaş mahkemesi, Unkapanı’ndaki Çalışma Bakanlığı ofisi önündeki “ücret” eylemi gibi demokratik eylemler dışında bir “delil” yok bu dosyalarda. Delil bulamayan mahkeme dosyayı uzattıkça uzatıyor; “Olur da delil bulursak…” umudu ile kapanmayan dosyalar!
Avukat görüşlerinden içeriye dair alınan bilgilerde işçilerin “açlık grevi” tartışmaları yürüttüğünü öğrenen yoldaşları, Yunus’un tartışmalar ile alınacak bir kararda mevcut kararın gerisine düşmeyeceğini ve açlık grevi yapacağını öngörüyorlar. Sağlık durumu göz önüne alındığında doğal olarak kaygılılar. Cezaevi koşullarının berbat olduğunu, şimdilik durumu anlamaya çalıştıklarını, ancak bu koşullara daha fazla sessiz kalmayacaklarını öngörmenin tedirginliğini ifade ediyorlar.
Yunus’un beyin hücrelerinin ölümü, Korsakoff’lu olduğu, MR ve tüm tıbbi raporlarla devletin bilgisi dahilinde. Bu raporlarda Yunus yüzde 60 oranında fiziksel engelli olarak devlet kayıtlarında raporlandırılmış. Cezaevlerindeki somut durum ve kendi fiziksel gerçekliği çerçevesinde Yunus’un değil açlık grevi yapması, cezaevinde kalması bile hayatına kasttır.
3.Havalimanı direnişi alevlendiğinde aslında şantiyede olmadığı, il dışında olduğu ismiyle kayıtlı biletlerle sabit. Direnişi başlatmak, işçileri kışkırtmak gibi gerekçelerin olduğu dosyaya bu deliller sunulmasına rağmen serbest bırakılmadı. Yunus il dışındayken havalimanında yaşananları öğrendiğinde işçilerle dayanışmak ve sendikasına sahip çıkmak için İstanbul’a geri dönme kararı alıyor. 3. Havalimanı’na geldiğinde sendikacıların havaalanına alınmama durumuna yönelik güvenlik güçleri ile tartışırken engelleniyor, yaşanan saldırıda Deniz ile birlikte gözaltına alınıyor.
Yunus’u tutuklama tehdidi ile sindirmeye çalışanlar bilmeli ki, işçi sınıfına adanmış bir yaşamın yüzlerce işçinin sesine kayıtsız kalmayarak nefes nefese geldiği direniş alanında gözaltına alınması bir devrimci için bir “kabus” veya “suç” değil, görev ve sorumluluk bilinci olmakla birlikte olsa olsa madalyadır!
Devrimcileri sloganlarla toprağın altına karanfil kokusuyla taşımaktan yorulmadık mı? Devrimcilerin yaşarken alın terinin kokusuyla bilincimizde ve hayatımızda taşımayı deneyelim!
Devrimcileri tanıyın, Yunus’u tanıyın; Maviş’i gülümseyerek anımsayanlar Yunus’un neşesini de tanısın istedim…
Tanıyın ve bilin ki, Yunus Balıkları Yenilmezdir…