Eylül Gökçin
Yine “Halkın içine çıkmak bu kadar mı korkutucu?” dedirten yalıtılmış bir salon. Sahnedeki kadın sunucunun “Bildiğiniz üzere içinde bulunduğumuz 2025 yılı sayın cumhurbaşkanımızın yüksek takdirleriyle ‘Aile Yılı’ olarak ilan edildi” sözlerinden sonra kopan alkış tufanı… Bu sahneyi bir yerlerden hatırlıyoruz elbette. Geçtiğimiz 2024 yılı da yine sayın cumhurbaşkanının yüksek takdirleriyle “Emekli Yılı” olarak ilan edilmişti ve emeklilerin yaşam koşulları hepimizin malumu. Gerçi emekli, işçi-emekçi, kadın, çocuk, dağ, taş, orman, ağaç, hayvan ayırt etmeksizin hepimizin yaşam koşulları, hepimizin malumu. Kısacası içinde bulunduğumuz durumu belki daha iyi anlarlar diye iktidarın sıkça alıntı yaptığı bir şairin dizesiyle aktaracak olursak “Ne derlerse desinler, yakın dostlarım cinler” yani bir cinnet hali diye özetleyebiliriz.
Bu yılın aile yılı ilan edilmesinin öncesinde toplumsal olarak yaşadıklarımızı, yani hafızalarımızı tazelemek oldukça önemli. Daha birkaç ay önce sekiz yaşındaki bir kız çocuğu o korunması, yüceltilmesi gerektiğini söyleyerek kutsal addettikleri aile içinde katledildi. Toplumun vicdanını rahatlatmak için güya suçlular cezalandırıldı. Ama sekiz yaşındaki Narin’in niçin, nasıl, ne amaçla katledildiği hala aydınlanmış değil.
Aile kurumunu güçlendirmeliyiz çünkü zihnen ve bedenen sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi buna bağlı denilerek kutsanan “aile” mensubu bir erkek Ayşenur’u ve İkbal’i yarım saatlik arayla katletti.
Yine daha birkaç ay önce Ahmet Demir Antep’te en büyüğü on bir yaşında olan 4 çocuğunu ve eşini ateşli silahla katletti. Emine Demir ile çocukları Medine, Eda Nur, Azra ve Yusuf Demir o kutsadıkları aile içinde yaşamlarını yitirdi.
Daha da kötüsü henüz günler önce geride bıraktığımız 2024 yılı kadın cinayetlerinin rekor seviyelere ulaştığı bir yıl oldu. 2024’te 394 kadın katledildi. Yine geçtiğimiz yıl 280 kadın evli oldukları erkek, baba, oğul, erkek kardeş veya bir akrabası tarafından aile içinde katledildi!
Burada önemli bir noktanın altını kalın çizgilerle çizmek gerekiyor. Ev emekçisinden kamuda çalışanına, işçisinden öğrencisine, mavi yakalısından beyaz yakalısına, politiğinden a-politiğine kadınlar artık kendilerine biçilmiş rolleri kabul etmiyor. Ailenin evin dört duvarı arasına sığmıyor “ben bireyim, ben varım” diyor. Bunu hatırlamak için çok uzağa gitmek gerekmiyor. Aile içinde el birliğiyle katledilen Narin cinayetinin aydınlatılması ve faillerinin bulunması için yapılan eylemleri hatırlayalım, kadınların sokakları nasıl işgal ettiğini, polis barikatlarının önüne korkusuzca nasıl dikildiklerini… O kalabalıklarda hiç tanımadığımız kadın yüzlerine rastlamamız yalnızca bize değil iktidara da çok şey anlattı. Tüm bu telaşın en birincil nedeni işte bu durum. Bu yüzden “aile aile” diye vızıldamaları, bu yüzden “anne olmayan kadın, kadın değildir” söylemleri, bu yüzden “onun da orada ne işi varmış”, “failin ruhsal dengesi bozukmuş” söylemleriyle şiddeti meşrulaştırıp derinleştirmeleri, bu yüzden kadınlara aba altından “kutsal aile” sopasını göstermeleri.
Diğer nedene bakacak olursak erkek egemen kapitalist sistemi var eden ailenin iplik iplik çözülüyor olması, tabii ki bu doğrultuda evlenmeler yerine boşanmaların artması buna bağlı olarak da doğum oranlarının düşmesi ve nüfusun hızla yaşlanması…
Erdoğan’ın 13 Ocak’ta Aile Yılı Tanıtım Programı’ndaki şu sözleri durumu net bir şekilde gözler önüne seriyor aslında. “Genç ve nitelikli nüfusun devamı oldukça önemlidir… Doğurganlık ve nüfusun artış oranı alarm veriyor. Bugün toplam doğurganlık sayımız 1,51. Nüfusun yenilenme düzeyinin 2,1 olduğu dikkate alındığında durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Evlenme yaşı oldukça yükselmiş, boşanma oranları artmıştır. Bin nüfus başına düşen boşanma sayısı ise 2,01’e çıktı. Boşanmaların yüzde 33’ü ise evliliğin ilk 5 yılı içerisinde meydana geldiği göze çarpmakta. Ülkemizde ilk evlenme yaşı kadınlar için 26’ya, erkekler için 28’e yükseldi. İlk anne olma yaşı ise 29’u aşmış vaziyette. Türkiye genç ve nitelikli nüfus bakımından kan kaybediyor.”
Bu toplamda, tek adam rejiminin kadınlara verdiği mesaj çok açık aslında: ‘Evlenip aile kurmuyorsanız ya da evlenip çocuk yapmayıp anneliği reddediyorsanız kendi iradenizle bir seçim yapmışsınız demektir. Bu durum itiraz anlamına gelir ki sistem için çok tehlikelidir ve yaratmaya çalıştığımız makbul toplumun önündeki en büyük engeldir.’
O zaman yazımızı zihni ve iradesiyle yolumuzu aydınlatmaya devam eden Rosa Luxemburg’un sözüyle bitirelim. “Vardım, varım, var olacağım”