Marksist Teori Dergisi’nin Rekabet ve Didişmeye Dayalı Siyaset Tarzından Beklentisi Nedir?



Marksist Teori Dergisi yazarlarının garip bir alışkanlıkları var: Gündemdeki tartışmalı konulara dair yazarlarken kendilerinin ne kadar doğru bir yaklaşım sahibi olduklarını hep birilerini hedef alarak dile getiriyorlar. Sadece kıyaslamacı -daha doğru bir tanımla rekabetçi- değil kibirli bir tarza sahipler. Onları okurken sık sık Mazhar-Fuat-Özkan üçlüsünün bir zamanlar çok popüler olan Sen neymişsin be abi.. şarkısının sözleri geliyor insanın aklına


H. Selim Açan

Cezayir doğumlu Fransız sanat tarihçisi Daniel Arasse, resim okumaları konusunda sık sık ayrı düştükleri bir dostuna yazdığı mektubun girişinde “resme baktığın halde ressamla tablonun sana gösterdiği şeyi nasıl oluyor da göremiyorsun, anlamıyorum” dedikten sonra paragrafı şöyle bağlıyor: “Söyleyeceklerime inanmanı beklemiyorum aslında, ama belki kendini sorgulamanı ve senin gözünde tartışma götürmez düşüncelermiş gibi duran, bana göreyse seni kör eden şeyleri sarsabilirim.” (1)

Arasse’nin yaşadığı ‘çaresizlik’ duygusunun benzerini kendi adımıza bizler de Marksist Teori dergisinin yazarlarını okurken yaşıyoruz. Bu arkadaşların garip bir alışkanlıkları var: Gündemdeki tartışmalı konulara dair yazarlarken kendilerinin ne kadar doğru bir yaklaşım sahibi olduklarını hep birilerini hedef alarak dile getiriyorlar. Sadece kıyaslamacı -daha doğru bir tanımla rekabetçi- değil kibirli bir tarza sahipler. Onları okurken sık sık Mazhar-Fuat-Özkan üçlüsünün bir zamanlar çok popüler olan Sen neymişsin be abi şarkısının sözleri geliyor insanın aklına. Bu zihniyetle kaleme alınan yazılarda “eleştiri” adına dile getirilen görüşlere bütünüyle katılmasanız bile en azından üzerinde durup düşünmeye değer ufuk açıcı fikir parçacıklarına rastlamanız pek mümkün değil. Fikir tartışmasından çok yavan bir didişme tadı alıyorsunuz.

Bu derginin yazarlarında son 1-2 yıldır bir de yeniden bir ‘Alınteri takıntısı’ peydah oldu. Kendilerini illa birilerini ‘eleştirerek’ ifade etmeye çalışırlarken hedef aldıkları içinde mutlaka Alınteri-Devrimci Proletarya da oluyor. İşin tuhafı, Alınteri ya da DP’de yayınlanmış bir yazıyı her nedense aylar sonra dillerine dolayıp “eleştiri” konusu yapıyorlar.

Bunun ilk örneğini geçen yıl devrimci odak ihtiyacı konusunda yaşadık. Marksist Teori yazarlarından İbrahim Çiçek, sitemizde 24 Şubat 2024 günü yayınlanan Devrimci Bir Odak İhtiyacı başlıklı yazımızı (2) aradan dört ay geçtikten sonra 7 Temmuz tarihinde polemik konusu yaptı. Devrimci Harekete Kötümser Bir Bakış (3) başlığını taşıyan eleştirisinde bizi “kötümserlikle” ve “nesnel olarak tasfiyeciliği beslemekle” suçladı, yaptığımızın “basbayağı gerici propaganda sınıfına girdiğini” iddia etmekle kalmayıp “psikolojik savaşın dolaylı yedeği konumuna düştüğümüz” imasında dahi bulunabildi. (İşin ilginci, aradan bir yıl bile geçmeden -kendisi dahil- o çizginin temsilcileri devrimci bir odak ihtiyacının zorunluluğunu ve yakıcılığını neredeyse aynı gerekçe ve cümlelerle dillendirir oldular.)

Sözünü ettiğimiz takıntı 2024 Ekim sonunda bir kez daha nüksetti. Yine İbrahim Çiçek, Marksist Teori dergisinin 16. sayısında bu kez tam 14 ay önce yayınlanmış bir yazımızı bahane ederek bize devrimci sorumluluk, sosyalist ahlak, entelektüel etik dersi vermeye kalkıştı. O ucuz polemiğe yanıtımızı da 9 Kasım 2024 günü verdik (4).

Ona buna kılıç sallayarak dikkatleri düştüğü açmaz ve yalpalamalarından uzaklaştırmayı alışkanlık haline getirmiş bu siyaset tarzı en azından devrimci odak tartışması sürecinde düştüğü durumdan ders alarak uykuya yattı herhalde diye düşünürken “huylu huyundan vazgeçmez” gerçeğiyle bir kez daha karşılaştık. Marksist Teori dergisinin geçtiğimiz hafta piyasaya çıkan son sayısında (66. sayı) İlkesel Sorunlardaki Oportünist Tutumlar ve Oportünist Tarafsızlık başlığını taşıyan bir yazı yer alıyor. Taylan Koray Ocak imzalı yazıda Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta açıklanan Manifestosu’nun ardından girilen süreçte PKK 12. Kongresi’nde alınan kararlara kimlerin nasıl tepki verdiği konu ediliyor.

Ele alınan süreci yazının başlığıyla birlikte düşününce Marksist Teori dergisinin temsil ettiği çizginin bu süreçte çizdiği zigzaglara dair özeleştirel bir yaklaşımla karşılaşacağınız izlenimine kapılıyorsunuz. Fakat karşınıza yine başkalarında ‘icat edilmiş kusurlara’ dikkat çekerek kendisini ‘biricik’ göstermeye çalışan malum tarz çıkıyor.

Hatırlanacak olursa bu çizgi, Öcalan’ın 27 Şubat’ta kamuoyuna duyurulan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın ardından başlangıçta “kedidir kedi…” iyimserliğiyle “dünya ezilenlerine ilham olmuş bir deneyimi yaratmış mücadeleden teslimiyet beklemek politika değil politikasızlık olacaktır” havasını pompalamayı esas aldı (ESP Eşbaşkanlarından Murat Çepni’nin 2 Mart 2025 günü yaptığı Twitter(X) paylaşımı). Murat Çepni bu kez 5 Mart’ta ETHA’ya verdiği röportajda, “meseleyi silah bırakmaya daraltanların şovenizmin de etkisiyle yanlış değerlendirmelerde bulunduklarını” belirttikten sonra “Kürt hareketine ve siyasi iradesine güvenmek gerektiğinin” altını çizerek devamında “Kürt hareketi bugün yeni bir yol arayışına girdiyse nedeninin sosyalistlerin ve devrimcilerin yalnız bırakması olduğunu” söylüyordu. (5) MLKP Merkez Komitesi’nin 5 Mart 2025 günü yine ETHA Ajansı tarafından duyurulan açıklamasında da “MLKP olarak, Kürt halkının ulusal özgürlük, eşitlik ve ulusal birlik hakkının vazgeçilmezliği görüşümüzü sımsıkı koruyarak, ‘Barış ve demokratik toplum çağrısı’yla hedeflenen ulusal demokratik talepleri desteklediğimizi ilan ediyoruz” (abç) deniliyordu (6). Ulusal sorunun bilinen en geri biçimlerini dahi “aşırı milliyetçi savruluşun sonuçları” olarak niteleyip “geçerliliğini yitirmiş” ilan eden, KÖH’ün önüne bundan sonraki stratejik hedef olarak da “devlet ve toplumla bütünleşmeyi” (abç) koyan, PKK’nin silahlı mücadeleye son vererek kendisini feshetmesi dahil sonrasında yaşanan bütün gelişmelere yön veren o yol haritasında hangi ulusal demokratik talebin sözü ediliyordu ki bu kadar net bir dille açık çek verilip destek ilan edildi?..(7)

Ne zaman ki PKK Öcalan’ın o çağrısına uyarak Mayıs ayı başında silah bırakma ve kendisini fesih kararı verdi arkadaşların tutumu ondan sonra değişti. Bu kez zıt bir kutba savrularak her şey olup bitmişçesine ölçüsüz bir tasfiyecilik propagandası yürütmeye başladılar. “Sömürgeci faşist düşmanın teslimiyetçi ruh hali ve pratiği örgütlemesine alan açmak” olarak değerlendirdikleri “sömürgeci barış gidişini durdurmayı” (abç) devrimci partiler ve ezilen yığınların güncel görevi ilan ettiler. Gerçi bir taraftan “tasfiyeci ve reformist” olarak niteledikleri yeni stratejik hat ve yönelime ağır eleştiriler yöneltirlerken diğer taraftan PKK 12. Kongresi’nin barışçıl yasal çizgide yürütüleceğinin altını özellikle çizdiği bundan sonraki mücadeleye dair açıklamalarının içtenliğinden kuşku duymadıklarını vurgulayarak hâlâ “ittifak görüş açısını koruduklarını” dile getirmeyi de ihmal etmediler.

Aynı anda iki sandalyeye birden oturmayı deneyen bu zigzag, siyaseten olduğu kadar ahlaken de sorunlu fırsatçı bir tutumdu. Zaten KÖH kadro ve taraftarları tarafından büyük tepkiyle karşılandı. Kürt medyası ve sosyal medyada çok ağır saldırılara hedef oldu. Bu arada kendi saflarında da -dışarıya da yansıyan- tepkilerle karşılaştılar.

Bu tepki dalgası arkadaşları ürküttü. Bir kez daha rota ayarlamasına gittiler. Ortamı yumuşatıp durumu toparlayabilmek amacıyla bu kez eleştirinin dozunu düşürüp yasal alanda işbirliği ve desteğin süreceği vurgularının öne çıktığı bir yol tutturdular. Türkiye özgülünde DEM’in bile gerisine düşecek ölçüde koyulaşmış yasalcı parlamentarist bir hat izleneceğine dair belirtilere her gün bir yenisinin eklendiği, bu arada Marksizm’e ve sosyalizmin tarihsel pratiğine ölçüsüz bir saldırganlığın başını alıp gittiği koşullarda ‘birlikçi’ söylem ve vurguların bu denli öne çıkarılması bu ürküntünün sonucuydu. Ve iş öyle bir noktaya geldi ki, olumlu her şey gibi ‘tutarlı Marksistliği’ de kimselere bırakmayan bu arkadaşlar, Öcalan’ın Marksizm’e ve sosyalizmin tarihsel pratiğine yönelik hakaret ve tahrifatlar temelinde teorize ettiği ‘sosyalizmle alakasız sosyalizm’ anlayışının reklamını yapmak amacıyla HDK adına düzenlenen 8-9 Kasım seminerinde katılımcı olarak boy göstermekte sakınca görmediler.

Şubat sonundan bu yana geçen 9 ay içinde çizilen zigzaglar bu kadar bariz ve kanıtlarıyla ortadayken, Marksist Teori yazarı Taylan Koray Ocak imzası şimdi kalkmış bizlere ‘ilkesel konularda devrimci tutarlılık’ üzerine ders vermeye soyunuyor?!!

Marksist Teori yazarı, sözünü ettiğimiz yazısında Alınteri dışında Komün Gücü, Devrimci Parti ve Kaldıraç’ın PKK 12. Kongresi sonrası yaklaşımlarını hedef almış. Öz olarak, Komün Gücü’nü İmralı’dan empoze edilen süreçte KÖH’ün girdiği tasfiyeci yönelimi “ulusal demokratik hareketin taktik tavrı tartışmasına hapsederek gerçeklerden kaçmakla”, “dipnot oportünizmi” ile suçladığı Devrimci Parti’yi “PKK’nin 12. Kongre kararlarının temellendirildiği teorik tezler hakkında tek bir (eleştirel -nba) değerlendirme cümlesi kurmamakla”, Kaldıraç’ı ise “sorunu PKK’nin feshine indirgeyip o kararların temelinde yatan ideolojik-teorik görüşleri gündem dışı tutmakla” eleştiriyor. Alınteri’ne gelince nasıl düşmanca bir ruh hali içinde olduğunu daha ara başlıkta ele veriyor: “Alınteri Devrimi Anlamayan Devrimcilik Günahının Bedelini Ödüyor”muş!!! (8)

Öyle mi Taylan Koray Ocak?! O zaman gel kimin neyi ne kadar anladığına ve ne kadar tutarlı devrimci bir duruş sahibi olduğuna -yukardaki hatırlatmalarımızı da unutmadan- biraz daha yakından bakalım:

Marksist Teori yazarının gözünü nasıl bir hınç bürümüşse sözlerine, “Alınteri, 27 Şubat çağrısı karşısında ‘anlama’, ‘anlayışlı olma’ duruşunu esas aldı. 12. Kongre kararları karşısında da ‘dengeli’ bir yaklaşım içinde olmaya çalıştı” (sf. 82) şeklinde bir iftirayla başlıyor. “Siyasette dürüstlük güçlü olmanın belirtisidir” sözünü Lenin durduk yerde söylememiş anlaşılan!.. Bir insanın böyle bir iddiada bulanabilmesi için ya Alınteri ve Devrimci Proletarya’nın sürece dair yazdıklarından habersiz olması gerekir ya da okuduklarını anlama sorunu var demektir. Marksist Teori yazarı Taylan Koray Ocak anlaşılan ikisinden de muzdarip.

Öcalan’ın Çağrısı’nın yayınlandığı 27 Şubat’ın hemen arkasından başlayarak Alınteri sitesi ve Devrimci Proletarya dergisinde yayınlanan yazıların başlıkları ve hacmi bile izanını ve insafını yitirmemiş herkese duruşumuz hakkında net bir fikir verir (9):  Kürt Halkının Tarihsel Haklılığını Sonuna Kadar Savunmakla Mükellefiz (27 Ocak), Tarihin Benzer Dönemecinde Hortlayan Aynı Sosyal Şovenizm (DP 9. Sayı/Ocak-Şubat), İmralı Açıklaması Üzerine (28 Şubat), KÖH Kritik Bir Tarihsel Kavşakta (28 Şubat, DP 10.sayı/Mart-Nisan), KÖH Kritik Bir Tarihsel Kavşakta -II (1 Mart, DP 11. Sayı/Mayıs-Haziran), Tarihin Yargısını Yaşanacak Gelişmeler Belirleyecek (4 Mart), Newroz Umut ve Özgüce Güven Demektir (20 Mart), Bu Süreç Birleşik Bir Direniş Odağı Yaratılmasını Zorunlu Kılıyor (2 Haziran), Süreç, Kuşkular ve Güven Sorunu (3 Haziran), Bilime ve Akla Aykırı, Yanlış ve Tehlikeli Bir Perspektif (20 Haziran, DP Temmuz-Ağustos sayısı), Sürecin Özünü Perdeleme Çabaları (23 Haziran), Sonu Belli Bir “Süreç” (4 Temmuz), Marksizmi “Aşmak”/Sosyalizmi Sulandırmak (9 Ağustos/DP 12. Sayı/Eylül-Ekim), Bilim, Komün, Öcalan (DP 13. Sayı/Eylül-Ekim sayısı), Bookchin’in Gölgesinde Öcalan’ın Düşünsel Kırılması (DP 13. Sayı/Eylül-Ekim), Devlet, Demokrasi, Öcalan (DP 14. Sayı/Ekim-Kasım), Rojava’yı Savunurken Tarihi Çarpıtmanın Anlamsızlığı (21 Kasım).

Bu noktada Marksist Teori yazarına üç soru soralım:

Bu makalelerden hangisinde Öcalan’ın KÖH’e dayattığı siyaset ve onun temelinde yatan teorik görüşlerin eleştirisi yerine “anlama ve anlayışlı olmayı” esas alan “dengeci” bir yaklaşım var?.. Bir tek örnek bile verebilir misin?.. Kıyaslamaya da Alınteri’nin 28 Şubat tarihinde yayınlanan İmralı Açıklaması Üzerine başlığını taşıyan deklarasyonuyla (https://alinteri10.org/2025/02/28/imrali-aciklamasi-uzerine/) MLKP MK’nin 5 Mart’ta yayınlanan o çağrıya destek açıklamasını yan yana koyarak başla istersen.

İkinci olarak, herkese ‘ilkeli devrimcilik’ dersi vermeye soyunduğun yazında Alınteri’ne değil ama -o kadar ileri gitmeyi senin de yüzün tutmamış anlaşılan- Komün Gücü’ne, Devrimci Parti’ye ve Kaldıraç’a yönelttiğin eleştirilerin ortak noktasını Abdullah Öcalan’ın PKK’yi silahlı mücadeleyi reddedip kendisini feshe yönelten teorik görüşlerini hedef almamaları oluşturuyor. Bu konuda Alınteri’ne bir şey söyleyemiyorsun çünkü yukarda başlıklarını hatırlattığımız teorik çözümleme ve eleştiriler herkesin gözü önünde. Peki bizler, ‘teorik’ yayın iddiasını taşıyan Marksist Teori’nin geçenlerde çıkan son sayısına (66. sayı) gelene kadar kaç kapsamlı teorik eleştiri görebildik o dergide?  Mart-Nisan 2025 tarihli 64. sayı ile Mayıs-Haziran tarihli 65. sayıda konuya ilişkin topu topu dört makaleniz yayınlandı, onlar da teorik bir eleştiri olmaktan çok dönem çözümlemesi kapsamında kaleme alınmış siyasal eleştirilerdi. Bunların teorik düzey ve derinlik yönünden değerlendirilmesini de bir yana bırakalım, sizin ‘ilkesel konularda devrimci öncü tutum’ sahibi olmaktan anladığınız bu mu?..

Üçüncü soru da bununla bağlantılı zaten: Madem dışınızdaki herkese ‘ilkesel konularda devrimci tutarlılık’ dersi vermeye soyunuyorsunuz -ki bu süreçte baştan beri nasıl yalpaladığınızı yukarda hatırlattık- HDK’nın 8-9 Kasım tarihlerinde yaptığı Sosyalizm Yeniden seminerinde ne işiniz vardı?.. O seminerin, Öcalan ve izleyicilerinin Marksizm’e ve sosyalizmin tarihsel pratiğine ağır hakaretler temelinde pazarlamaya çalıştıkları sosyalizmle alakası olmayan “sosyalizm” zırvalığını pazarlama kampanyasının bir parçası olduğu baştan belli değil miydi?.. Sizin ‘ilkesel konularda tutarlı devrimci duruş’tan anladığınız bu mudur?..

Marksist Teori yazarı Taylan Koray Ocak’ın her söylediğine yanıt vermeye çalışmanın yararı yok aslında (10). Daniel Arasse’nin dediği gibi o, “resme baktığı halde ressamla tablonun kendisine gösterdiği şeyi görememekle” malul. Bu kusur, kişisel çap ve anlama probleminden kaynaklı da olabilir. Fakat temelinde o çevrenin genelini kesen daha yapısal bir problem var kanımca. KÖH’ün İmralı’nın baskısıyla girdiği son yönelim bu arkadaşları paradigmasal bir boşluğa düşürdü. Bugüne dek izledikleri çizgiye ve siyaset tarzına yön veren zemin kökten farklılaştı çünkü. Ne eskisi gibi olabilme, o hattı sürdürme olanağı kaldı ne de şimdi yerine ne koyabileceklerine dair stratejik bir netlik sağlayabilmiş haldeler. “Kürt sorununun tek devrimci çözüm gücü” iddiamızı sürdürerek bunu esas alan bir hat mı izleyelim yoksa yüzümüzü yine semtlere ya da işçi sınıfına mı dönelim tereddütü ve arayışı içindeler. Bu arada legal siyaset alanında Kürt hareketiyle birlikteliğin sağladığı kimi avantaj ve hareket olanaklarının yitirilmesi söz konusu. Bunlara bir de devletin adeta periyoda bağladığı operasyonların yarattığı kadrosal boşluklar yetmezmiş gibi yeni kopmalar yaşanacak olursa kara deliğin büyümesi kaygısı eklenince iç kamuoyunun dikkatlerini dışa yöneltmeye çalışan didişmeye dayalı rekabetçi siyaset tarzının bir kez daha boy göstermesine şaşırmamak gerekiyor.

(1) Danielle Arasse, Yakın Bakış/Resim Okumaları, sf.11, Metis Yayınları

(2) https://alinteri10.org/2024/02/24/devrimci-bir-odak-ihtiyaci/

(3) https://etha53.com/haberdetay/ibrahim-cicek-yazdi-devrimci-harekete-kotumser-bir-bakis-194064

(4) https://alinteri10.org/2024/11/09/bir-ibrahim-cicek-klasigi-ucuz-polemikcilik/

(5) https://etha55.com/haberdetay/cepni-kurt-halkinin-ozgurluk-mucadelesinde-yan-yana-olmaliyiz-201605

(6) https://etha55.com/haberdetay/mlkp-mk-kurt-halkinin-ulusal-demokratik-haklari-icin-mucadeleyi-yukseltelim-201611

(7) Çizdikleri zigzagları unutturmak için bugün onu bunu ilkesizlikle, oportünizmle, dengeci titrek duruşla vb. lekelemeye soyunan arkadaşların bu tutumu, insanın aklına 12 Mart Bildirisi’ne imza olayını getiriyor. 12 Mart Muhtırası’nın ilerici kamuoyunun nefret ettiği Süleyman Demirel hükümetine karşı verilmiş olması ve muhtıradaki Atatürkçülük edebiyatı, o zamanda solda bazılarını akıl tutulmasına sürüklemişti. Tıpkı bugün tartıştığımız konuda olduğu gibi o günkü o siyasal aymazlığın da tarihsel ve ideolojik bir arka planı vardı. O nedenle yapılan askeri faşist darbeyi Hikmet Kıvılcımlı “Ordu kılıcını attı” manşetiyle karşıladı, TÖS ve DİSK’in yanı sıra dönemin Dev-Genç yönetiminin de altına imza attığı bir bildiriyle “ordudan gelecek her ilerici hareketi sonuna kadar desteklemeye hazır olunduğu” ilan edildi. 12 Mart darbesinin içyüzü icraatlarıyla ortaya çıktıktan sonra akıllar başa geldi ama olan olmuştu. Tarih önünde yaşanan mahcubiyeti unutturmak için ilerki yıllarda bin dereden su getirildi. Benzer bir pişkinlikle 50 küsur yıl sonra bir kez daha karşılaşacağımızı söyleseler doğrusu inanmazdım.

(8) Yazar bütün “eleştiri”sini, onca yazımız içinden seçtiği bundan 5 ay önce yayınlanan Sonu Belli Bir Süreç yazısından yaptığı alıntılar üzerine kurmuş. Fakat o yazının içerdiği değerlendirme ve uyarıları bile anlamak şurada dursun hiçbir hicap duymadan tanınmaz hale sokmaya çalışmış. Öyle ki, “faşist inkarcı sömürgecilik ve Kürt ulusu arasındaki çelişki ve güncel planda bununla bağlı ulusal demokratik haklar ve ulusların kaderlerini tayin hakkı mücadelesi Alınteri’nin yeni dönem stratejisinde anlamlı bir yer tutmuyor” (abç) iddiasında dahi bulunabiliyor. Grupçu rekabet ve narsizmin yol açtığı göz kararması yanında Kürt sorununun kavranışında sığ bir demokratizm yatıyor bu temelsiz iddiada bulunabilmenin arka planında.

Bu sığ demokratizm yazının birkaç yerinde daha karşımıza çıkıyor. Marksist Teori yazarına göre ‘Kürt sorununda devrimci tutum’ bugün şu taleplerin öne çıkarılıp esas alınmasında somutlanıyor: “Faşist sömürgeciliğin ateşkes ilan etmesi, ulusal varlığın tanınması, ana dilde eğitimin kabulü, Abdullah Öcalan ve savaş esirlerinin serbest bırakılması, TMK’nın iptali, tüm bunların Anayasa ve yasalarla resmileştirilmesi” (sf. 85) Ezilen bir ulusun kendi kaderini tayin hakkının tanınmasını merkeze koymayan bu yaklaşım, aslında sorunu esas olarak hâlâ kimlik ve kültür siyaseti sınırları içinde ele alan geri bir demokratizmin dışavurumundan başka bir şey değil. Üstelik o demokratizmi bile  “kitleleri geleceğe (güya devrime -nba) hazırlama” gerekçesiyle kendi içinde aşamalandırıyor.

Bizlere “devrimi ve devrimciliği öğretmeye” yeltenen Marksist Teori yazarı, Sonu Belli Bir Süreç yazısının sonunda şu başlıklar altında özetleyip açımlamaya çalıştığımız yaklaşımı anlamak şurada dursun hedef tahtasına çakıyor: Kitleleri Gerçekçi Bir Temelde Hazırlamak, İç Örgütlülüğü Sınıfsal Temelde Güçlendirmek, Demokratik ve Sınıfsal Muhalefetle Derinlikli İttifaklar Kurmak, Sınıfsal Perspektifi Netleştirmek ve Yaygınlaştırmak, Uluslararası Dayanışmayı Anti-Emperyalist Temelde Yeniden Kurmak, Hayalperestliğe Değil Sınıf Temelli Örgütlü Mücadeleye Güvenmek.

Bu başlıklar altında ana hatlarıyla açımladığımız stratejik yaklaşımı, Alınteri’nin “Kürt sorunuyla yüzeysel ilişkilenişinin, sağlam bir perspektife sahip olmayışının (yeni) bir görünümü” (sf. 83) olarak niteliyor.

Bu perspektif arkadaşa “’90’lı yılların GAP anlayışı” olarak görünüyor. Benzetmenin ucuzluğu bir yana o belli ki ne Kürdistan’ın sosyo-ekonomik ve sınıfsal yapısındaki değişimlerin farkında ne ‘90’lı yıllardan farklı olarak gerilla mücadelesinin Kuzey’de yaşadığı tıkanma ve inisiyatif kaybıyla bu değişim arasındaki bağlantının farkında ne Kürt köylülüğünün çözülüşüne paralel ulusal hareketin devrimci karakterini koruyabilmesi için sınıf tabanı olarak günümüzde artık  Kürdistan ve Türkiye kentlerine yığılmış Kürt işçileri ve kent yoksullarına dayanmak zorunluluğunu görüyor ne Kürt yasal siyasetine yıllardır hakim hale gelmiş burjuva orta sınıf ruh haliyle İmralı’dan empoze edilen son siyasal ve teorik yönelimlerin örtüşmesi dikkatini çekmiş ne de bu tasfiyeci gidişin önünü alabilecek sınıfsal kuvvet ve devrimci yönelimin nerede yattığı üzerine düşünmüş.

Bu yazar ve Marksist Teori çizgisi, Kürt ulusal sorununun içeriği ve kapsamındaki değişim ve genişlemenin hâlâ farkında değil çünkü. Onlar sorunu hâlâ 2000 başlarında etkin hale gelen kimlik ve kültür siyasetinin etkisiyle iyice sulanıp melezleşmiş bir demokratizm sınırları içinde ele alan düşünce donması içindeler. Bugünkü koşullarda ‘ilkeli devrimci tutum adına’ önerdiklerinin sığlığından da görebiliyorsunuz bunu. Ufku bu denli sınırlı biri bugün kalkmış Alınteri’nin devrim anlayışını ve devrimciliğini sorgulamaya yelteniyor!!!

(9) Okuyucuyu yormamak için başlıklarını andığımız yazıların linklerini burada vermeyeceğiz. Ama hepsi Alınteri sitesinin Ufuk Turu ve Agire Jiyan sekmeleriyle Devrimci Proletarya dergisinin sitesinde durmaktadır.

(10) Gerçi o, tahammül sınırlarını fazlasıyla zorlayan üstelik altında kalacağı iddialarda bulunuyor. Bunlardan biri de Alınteri-Devrimci Proletarya geleneğinin Kürt ulusal sorununa ilişkin olarak “… gerek ulusal devrimci mücadele gerekse de ulusal demokratik hareket karşısında leninist derinlik ve kararlılıktan yoksun bakış açısında hiç değilse faşist saray darbesinden sonra” değişim geçirdiğini iddia ediyor. (agm, sf. 82-83).

O paragrafta Alınteri-Devrimci Proletarya geleneğini Kürt ulusal sorunu ve KÖH konusunda ancak 2016’daki Saray darbesinden sonra “kararlı bir tutum takındığını” ima ediliyor. İlla devrimci ya da Marksist olması gerekmez ama bu coğrafyada Alınteri-DP geleneği hakkında böyle bir iddiada bulunabilmek için birinin ya utanma duygusunu hepten yitirmiş ya da çok kirli bir ruha ve siyaset anlayışına sahip olması gerekir.

Taylan Koray Ocak imzasının sahibi her kimse belki bilmiyor ya da “unutmayı” tercih etmiş olabilir ama Alınteri-Devrimci Proletarya geleneğinin KÖH’le siper yoldaşlığı ilişkisinin kökleri PKK’nin kurucu kadrolarıyla Ankara’da ADYÖD döneminde filizlenen yakınlığa dayanır. İdeolojik-siyasi konulardaki farklılıklar temelinde dostça uyarı ve eleştiriyi de içeren bu siper arkadaşlığı o günlerden bugünlere hiçbir kırık ya da kesinti olmadan süregelmiştir. 12 Eylül karanlığında bu topraklarda devrimciliğin ciğerlerine yeni bir soluk üfleyen 1984 Atılımı sonrasında bu ilişkinin nasıl pekişip güçlendiği sayısız belge ve tanıkla ortadadır. 1990’ların başında ‘birileri’ “kendi dışındaki sol’a şiddet uyguluyor” gerekçesiyle PKK’yi hâlâ “karşı devrimci” olarak görmeyi sürdürürken  Alınteri-Devrimci Proletarya geleneği Kürdistan’da Askere Gitme kampanyaları yürütüyordu. 1990’ların sonunda uluslararası bir komplo sonucu rehin alınan Abdullah Öcalan İmralı’da bugünlerde pratiğe de taşınan tasfiyeci çizgiyi teorize ederken ve birileri bu kez eleştiri şurada dursun kayıtsız-koşulsuz destekçi bir tutum takınırken Alınteri-Devrimci Proletarya hem o teslimiyetçi-tasfiyeci görüşleri hem de gelinen noktada ona bu kadar hararetli destek verilmesini eleştiriyordu. Kanıt mı arayacaksınız: Alınteri sitesinin Kitap-Yayın sekmesinde pdf’ine de ulaşabileceğiniz 1999 Nisan’ında D. Tan imzasıyla yayınlanan 606 sayfalık Kürt Ulusal Sorunu derlemesine bakmanız yeter! ‘90’lı yılların tamamı boyunca nasıl bir yaklaşım sahibi olunduğunu o derleme size gösterecektir. 2000 sonrasına dair yazılı belgeler ve pratik kanıtlar da aynı şekilde açık ve ortadadır.