Dörtlerin Gecesi



Adanmışlığın, baş eğmezliğin, cesaretin, direnmenin adı onlar. Teslim olmamanın, aman dememenin…


17 Mayıs 1982 tarihinde Ferhat Kutay, Eşref Anyık, Necmi Öner, Mahmut Zengin Diyarbakır zindanında kendilerini yakarak, bedenlerini direniş meşalesi yaptılar.

12 Eylülcü faşist vahşet Diyarbakır zindanını tam bir Nazi kampına çevirmişti. Bu ortamda boy gösteren teslimiyeti kırmak için, önce Mazlum Doğan koydu kendini ortaya Newroz günü. O’nu Ferhatlar izledi.

Dört yiğit yurtsever bedenlerini saran alevlerin içinden şöyle sesleniyorlardı diğer tutsaklara:

Ateşi yakın, ateşi… Su dökmeyin… Su döken haindir… Bu bir siyasi eylemdir. Eylemi kırmayın.”

Ateşin ve Güneşin Çocukları

(…) 
Özlenen ateş yakılmıştı sonunda 
Elden ele bütün dünyaya taşınmıştı 
Kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç 
Kavga dağlarda bilinci kuşanmış 
Zindanlarda dirence sarılmıştı 
Ve haykıran dudaklar 
Her ihanet vakti çöl çöl yarılmıştı 

Bir ağıttır belki Ağrı’da Zilan deresi 
Dersim’de Lac deresi bir kanlı şiir 
Oysa bir destandı Diyarbakır kalesi 
Ve Diyarbakır zindanında 
Ateşle sevişen ‘dörtlerin gecesi’ 
Ne ki zindan – ne ki tutsak olmak 
Ne ki kavga – ne ki dağlarda vurulmak 
Bir sehpada idam olmak ne ki 
İhanet utancıyla yaşamak var ya hani 
Onursuzluğun lağım çukurunda yok olmak 
Üniformalı bir Dehak önünde durmak 
Ve beyninin içindekileri bir bir kusmak 
Sonra bir et yığınına dönüşüp kalmak 
İşte buydu Diyarbakır zindanında yaşamak 

Sesler ihanete dönüşürdü her gece 
Bir tas çorba – bir dilim ekmek uğruna 
İhanetler acılara dönüşürdü kalleşçe 
Acılar hep türkülere vururdu kendini 

Etten ve kemikten insan olur mu 
Beyinsiz insan ayakta durur mu 
Aynı kavgaya gönlünü verenler 
Dostunu ihanet ile vurur mu 

O zindan ki zincir sesidir şarkısı 
Her sözünde bir çığlık yükselir 
Her notasında bin öfke 
Her dizesinde bin isyan beslenir 
İsyan şiirlere 
Şiirler yüreklere seslenir 
O zindan ki her yemek vakti 
Tutsak ağızları kanla süslenir 

Onur kaleleri yıkılırken birer birer 
Yüreklerde dal budak salar ihanetler 
Ve düşman kasetinde üç önder 
Beyinlerini kusarak düşmana sergiler 
Aynı anda sıradan bir nefer 
Hiç aldırmadan önderlerinin sesine 
Tutsaklık içinde özgürlüğü söyler 

Sus dostum sus – sözün yarıda kalsın 
Özgürlük dilinde kilitli kalsın 
Başlar eğilse de açılsın gözler 
Konuşan önderler geride kalsın 

Ne zaman umutsuzluk çökse direncin kıyısına 
Bir acı saplanır yüreğin tam ortasına 
Koğuşlar susar 
Parmaklıklar durur 
Ranzalarda küllenen umutlar ağlar 
Geriye doğru atılan her adım 
Yakılan ateş üstüne yağmur diye yağar 

Anlatılmaz bir destandır yaşanan 
Ne söze gelir ne saza 
Kırbaçlar sopalara ve zincirlere karışır 
Ölüler ayaklara dolanır geceleri 
Kanlı battaniyelere sarılır 
Her direnişte tabutlarla çıkılır dışarı 
Gözyaşları zılgıt seslerine katılır 
Elleri hep koynunda kalır kızların 
Anaların gözleri dikenli tellere takılır 
Bir acılı sessizlik sarar yürekleri 
Dicle’nin suları susuzluğa çakılır 
Kale burçlarındaki akbabalara 
Ve üniformalar giyinmiş yeni Dehak’lara 
Yalnızca zindanın mazgallarından bakılır 

Bir adam çoğalır bir başına hücresinde 
Yüreği Kawa’dadır gözleri Babek’te 
Ateşler yanarken dağ doruklarında 
İhanet zindan karanlığında kol gezmekte 
Kawa’lara Babek’lere bir yandaş gerek 
Bu zindan karanlığına bir ateş gerek 
Çevrilen ihanet çarkını kırmak için 
Ölümü göğüsleyecek bir yoldaş gerek 

Bir anda yırtılır zindan karanlıkları 
Sessiz bir gürültüyle sarsılır duvarlar 
Patlar bir beyinde Newroz ışıkları 

Ey ateşin ve güneşin çocukları 
Hani bilincin sesi yüreklerimizde 
Gözlerimizde inancın sancakları nerede 
Bu gidişe dur demek gerekir bilirim 
Hücrede her saniyeyi bir yıl eylerim 
Bir ateş yaktık sönmesin diye hiçbir yerde 
O ateş sönerse yaşamayı neylerim 
Bu yüzden üç kibrit ile Newroz günü 
Yüreğimi sizlere armağan eylerim 

Üç kibriti bayrak diye devralan 
Ki dağları delip dostlarına yol kılan 
Haykırdı ölüm haberini önde gidenin 
Özgürlüğü zindan karanlığında güneşleyenin 

Ey bu kavgaya gönül verenler 
Ser yerine sır verenler 
Serden geçip de sır vermeyenler 
Bu zindan karanlığı yırtılsın diye 
Bu ihanet duvarları yıkılsın diye 
Newroz gecesi bir önder 
Ateşi bedeniyle zindanlara taşımıştır 
Ölürken bile hücresinde 
Bizlere kıştan baharı muştulamıştır 
Ateşi saraylara – kömürlerde değil 
Bir ışık uğruna yüreğinde yakmıştır 

Silinmiyordu gözlerden süzülen yaşlar 
Aksın diyordu herkes – aksın 
Ağlamayı unutmuş gözler ağlasın 
Gözyaşları alev alev harlansın 
Dudaklarda tutuşup dillerde şahlansın 

Ölen artık yüreklerde bir bayraktır 
İhanet yolunda durulan bir duraktır 
Karanlıkta bir çingi ateş 
Körlere yol gösteren bir ışıktır 
Atılan zılgıtlar bir başkadır o gün 
Bir bayram günü ölümü sevmek 
Ölümsüzlüğe duyulan bir aşkadır o gün 

Dolaştı üç kibrit elden ele sessizce 
Hücreden hücreye 
Koğuştan koğuşa gizlice 
Konuşuldu uğrun uğrun 
Tartışıldı geceler boyu ince ince 
Zindandan dağlara vurdu şavkını 
Dağlardan en kalabalık kentlere 
Dallarda çiçeklere verdi rengini 
Nehirlerde en coşkulu köpüklere 
Dolaştı yurdunu boydan boya 
Sazda kırılmayan tel
Dilde susmayan söz oldu türkülere 

Zindanda yürekler yine baskıda 
Eller bağlı – gövdeler askıda 
Üç kibritin ateşi sönsün istenir 
İnançlar ihanete dönsün istenir 
Düşünceler zincire 
Sevgiler prangaya vurulsun istenir 
Yüreklerde çağlayan özgürlük suyu 
Bulana bulana durulsun istenir 
Üniformalı bir Dehak’ın şahsında 
Zalimin zulmü kurulsun istenir 

Baskılar yetmezse itirafta bulunmalara 
Yapılan itiraflar dinletilir tutsaklara 
İşte biri – biri daha – biri daha 
Susardı bütün koğuşlar 
Dönerdi bir anda sessiz mezarlara 
Ve çığlık çığlığa o sessizlik 
Binlerce öfkeyi 
Binlerce isyanı doldururdu bakışlara 

Üç kibriti dörtlemek derdi bir ses 
Dört kibriti beslemek

Ve ölümü isyan ateşleriyle düşlemek 

Bir koğuş vardı koğuşlar içinde 
Üç kibriti dörtleyenler yatardı içinde 
Dört yıldız gibiydiler yıldızlar içinde 

Teslimiyete gönül verilirken önlerinde 
Ateşi çoğaltarak yakmak gerek dediler 
Ölüme yaşamak diye bakmak gerek dediler 
Sönüyorsa yakılan ateşler birer birer 
Ateşi bedenlerde çoğaltmak gerek dediler 
Oturdular her gece diz dize 
Önce ölümü sevmeyi öğrendiler 
Ve ölümde ölümsüzlüğün rengini gördüler 
Karardan önce yurtlarında kalanlarını 
Çiçeklerinde açanlarını sordular 
Düş değildi yaşayıp gördükleri 
Sözlerini gelecek adına bir düş diye 
Dördü bir ağızdan hayra yordular 
Binlerce tutsak içinde 
Ve en kanlı kudurmuşluğunda vahşetin 
Ölüm cehenneminde bir cennet kurdular 

Havasızlık içinde veremler yaratılırken 
Gardiyan hakimler ve savcı çavuşlarla 
Her gece mahkemeler kurulurken 
İnsanlar soyundurulup makatlar aranırken 
Hangi kuş konardı zindan penceresine 
Ve makatlara sigara takılıp yakılırken 
İnsanlar dört ayak ile yürütülürken 
Hangi bayrak çekilirdi onur kalesine 

Üç kibriti yüreklerinde dörtleyenler 
Açlığın ve yoksulluğun kötülüğünü gördüler 
Ama hiçbir şeyin 
Boyun eğmekten daha kötü olmadığını 
Ve boyun eğenlerin 
Yarınlara kalmadığını bildiler 
Her kötülüğün daha kötüsünü tartışıp 
Gözlerinde bütün korkuları sildiler 
Binlerce baskıdan ve küfürden sonra 
Newroz ateşi yakıp şiirler söylediler 
O günün adını milat koyup 
Üç kibrit öncesi 
Ve üç kibrit sonrası dediler 

Ötsün diye kendi yuvasında kuş 
Açsın diye kendi dalında çiçek 
Gördüler ki yepyeni kibritler gerek 
Ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek 
Yanarken türkü söyleyen canlar gerek 
Ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek 

Patladı zindanlarda yepyeni bir isyan seli 
Ölümdür sınayan insan yiğitliğini 
Ölümü bedenimizde boğmak gerek 
Ölümsüzlüğe varıp ölümlerde 
Dağlarda kır çiçeklerince çoğalmak gerek 
Ölümü gamzelerde çiçeklemek ve gülmek 
Gülmek ki yaşama bilenmek demek 
İlle de insan sıcağı kokarken koğuşlar 
Gülmek ki 
Kurumuş derelerde sellenmek demek 
Çöl kuraklığında güllenmek demek 
Var git dostum var git 
Kendin al bu gece nöbeti 
Bu gece ölmek 
Sonsuz bir ölümsüzlüğe yürümek demek 

Aylardan mayıs ki dallarda çiçektir 
Toprakta bereket ve doğada renktir 
İnançta güzellik ve zamanda gelecektir 

Dört yoldaş o gün baharın koynuna girdiler 
Ölümün alçaldığını gözleriyle gördüler 
Gömleklerini – kalemlerini ve saatlerini 
Anılsınlar diye sevdiklerine verdiler 
Ve dört ağızdan üç kibritin ışıklı sesini 
Gök gürültüsünü çıldırtarak gürlediler 

Bu ihanet girdabında boğulmadan 
Şahsımızda davamız son bulmadan 
Ve geriye dönüşler virüs gibi çoğalmadan 
Canımızla bu ihanet çarkına dur demeliyiz 
Onur bayraklarını göğsümüze dikmeliyiz 
Kawa’nın örsüne koyup davamızı 
Yüreklerimizi körüklenen ateşlere sürmeliyiz 
Bu zindanda yolumuz aydınlıktır artık 
Üç kibriti dörtle çarpıp bu gece 
Bütün şehitlere konuk gitmeliyiz 

Saat dörtte dört canın etrafı dört duvar 
Duvarların ötesi mayıs gülleri ve bahar 
Analar ve bacılar ağlayacakmış ne çıkar 
Bu gece ‘dörtlerin gecesi’

Dört göğüste yar diye yalnızca ateş yanar 
Biri nöbet tutar – biri bildiri yazar 
Diğerleri dört kişilik bir ateş kurar 

Zindan sessiz – zindan canlı bir mezar 
Gökyüzünde bir anda dört yıldız kayar 
Bütün dostlar uykuda 
Dörtlerin gözlerinde yalnız ateş var 
Dimdik başlarla 
Emin ve kararlı bakışlarla 
İhaneti durdurmak için ateşe yürüyorlar 
Dördü de yaşamaya sevdalı 
Özgürlüğe nişanlıydılar 
Tutsaklık kesmişti mutluluk yollarını 
Bu zindanda ölüme nikahlıydılar 
Bu ölüm ki özgürlüğün ilk adımı 
Tutsaklığın ve ihanetin kırılma anı 

Takvimde on yedi mayıs kalkar 
On sekiz mayıs dörtlere bakar 
Dışarda güne hazırlanırken tomurcuklar 
Dört candan başka uykudadır bütün tutsaklar 
Dağ – taş ve zindan uykudadır 
Yalnızca dört özgürlük yolcusu 
O gece ölüme hesap sormaktadır 

Yıllar boyu işkenceler içinde 
İhanetler ve direnmeler içinde 
Beklediler – beklediler de gelmedi ölüm 
Tuttular yakasından koydular önlerine 
Konuş be ölüm – konuş dediler 
Biz büyürüz sen böyle küçüldükçe 
Seninle kavgamız insanlık tarihiyledir 
Prometheus’tan Spartaküs’e 
Bruno’dan Che Guevara’ya 
Ve Kawa’dan bizlere dek ateş iledir 
Gel de bağdaş kur soframıza ey ölüm 
Senin alçaldığını görmek 
Özgürlük adına sunulan canlar iledir 

Zindan sessiz – zindan canlı bir mezar 
Dört can el ele bir demire sarıldılar 
Tinerler – neftler ve boyalar 
Zindanda dört can 
Kazan altında betona çakılmış birer çiviydiler 
Demirin beline sarılmış dört perçindiler 
Ve bir potada erimeye hazır cevherdiler 

Haykırdı üç kibrit yolunda önde giden 
Ateşi zindanlardan kentlere götüren 
Tamam mıyız 
Üç yerine dört kibrit çıkarıp cebinden 
Yaktı yüreğindeki korlanan ateşten 
Tutuşan ateş 
Patlayan tinerlerin ve neftlerin sesi 
Dokunmasın hiç kimse 
Bu gece dörtlerin özgürlük gecesi 
Dört bin yılda yazılmış bir destanın 
Güneş diliyle söylenmiş ilk hecesi 
Böyle tutuşur – böyle yanar ancak 
Uzay çağında bir zindan gecesi 

Bir havar yükseldi zindandan kırlara 
Dört ateşten dört kıvılcım düştü dağlara 
Dağlar tutuşup indi bağlara 
Dört ayrı ses yükseldi her ateşten 
Söndürmeyin ateşi 
Üfleyin korlara – üfleyin korlara 

(…) 
Yak artık canlarla yakılan ateşleri 
Yak ki açılsın dünyanın körelmiş gözleri 
Yak ki yırtılsın geceler ışığınla 
Yak ki tarihi yeniden başlatsın 
Kawa’nın -üç kibritin ve dörtlerin sözleri 
Yak ki yayılsın dünyaya 
Ateşin ve güneşin ölümsüz sesi

Adnan Yücel