Güler Yıldız
Bir taraftan yaşama ayarlı takvim, diğer taraftan ölüme kurulu saatler… Arasında tik tak misali gidip gelen sancı. Bu sancının adı var: Özgürlük.
HDP’nin seçim çalışmalarına, ofis açılışlarına, siyasilerin köy-kent gezilerine dair görüntüler geliyor durmadan. Baharın hayata yakışmasından mı, griye fena halde doymuşluğumuzdan mı bilinmez, kırdan, köyden gelen/getirilen her haber acayip sevinç kaynağım…
Dün işte… Serhat bölgesini dolaşan partililerin yolu bir köye düşüyor. Kaç hanesi vardır o köyün acaba? Kişi başına düşen umut kaç gramdır mesela? Ama bir güzel neşeyi, coşkuyu giymiş genç kadınlar, şarkılarla heyet karşılıyorlar… O an bahar işte… Sonra çocuklar… Hele de kız çocukları! El ele tutuşmuş ağır ritimli bir şarkıyla halaya dönüyorlar. El kadarlar daha…
Oysa bu normal bir tablo! Ne zamandır hasret kaldıkları umudun, huzurun birkaç gün içindeki fotoğrafı.
Hakikat çok daha başka şeyler anlatıyor. Mesela çiftçi baba tarlasına gidemiyor, hayvanını yaylaya çıkaramıyordur. Muhtar iyi midir, kötü mü sonra, bilmiyoruz. Malum, muhtarların başı en tepeden bağlı… Tüm köycek halaya durdukları, kendi iradelerine duydukları güven aynı zamanda. Sonra askerler, korucular, kaymakamlar, bilumum işgüzarlar toplanıp köye gelir, köylüyü meydanda sıraya dizer ve herkesin huzurunda açık oy ister! Belli mi olur, demeyelim, kaç seçimdir gözden ırak bu yerlerde olup biten bu. Onca iş güç arasında bir kâğıda bastıkları mührün kaderlerine vurulmuş mühür olacağını da enikonu anlamışlardır. Büyük şehirlerde herkesin gidip yazılı yerde oyunu kullanıp evine çekildiği saatlerde, bu uzak köylerde insanlar oy verdikten sonra kendine çekilemeyecek. Yazılı-çizili tüm haller açık bir tehdit havasında… Valilere de sandığı sırtlama görevi verilmiş hele ki…
Şu uzak köyün kız çocuklarının kikirdeye kikirdeye dizildikleri halaya bir daha bakıyorum. Tüm kirli hesapları alt üst eden meydan okuma var hallerinde. Şımarık değiller şehirli çocuklar gibi, utangaç ya da kaprisli de değiller. Cesurlar… Cesaret bulaşıcıydı ya hani, maya tutmuş besbelli…
Her kapıya bir ordu da dizilse değişmeyecek bu durum, öyle görünüyor. Yine de onlara destek olunduğunu göstermek lazım, hissettirmek lazım. Adlarını anmak, cesaretlerinin gülen gözlerinden öpmek lazım…
Zaman boş bırakılmaya gelmiyor.
Akıl almaz hikâyeleri “yaşanmıştır” diye getirip önümüze koyuyor. Mühürleri de basılı üstelik.
Ama işte… Güzel insanların çokluğuna güvenen uzak köylerin insanları o halayla, o heyecanla mesaj veriyor herkese. “Her şeyi göze aldık, biz varız,” diyorlar bize: “siz de var mısınız?”
Onlara var olduğumuzu, sonuna kadar özgürlük adlı sancımızı sağaltmanın peşinde olduğumuzu duyurmamızı bekliyorlar.
Ordan oraya sürülerek, çocukları katledilerek, köyleri yakılarak, her evin başına bir korucu-asker dikilerek 90’lardan süzülüp geldiler bugüne. “Zor” nasıl bir kelimedir, onlar bizden daha iyi biliyor. Az sayıda kelime ile büyük şeyler düşünmeyi öğrendiler. Ve çok sayıda kelime ile hala özgürlüğü yatağına taşıyamayan bizlere güveniyorlar! Ters yüz edilen kaderlerini rayına oturtmamız, koyuna kuzuyu katıp yaylalara çıkmalarının tek çözümü…
Bizden haber bekliyorlar…
İyi haber…