Türkiye’de IŞİD yapılanmasının perde arkası -II



Gar Katliamı davasında avukatlarının “Türkiye’de El Kaide-IŞİD yapılanmasının ve katliamların yolunun açılmasına dair” açıklamalarının 2. bölümünü yayınlıyoruz


Örnek 2- Gaziantep İle Eş Zamanlı Olarak Ankara’da da Teknik Takip Yapıldı Ancak Bir Kısım Kayıtlar İmha Edildi

Gaziantep CBS ile eş zamanlı olarak Ankara CBS da El-Kaide ve IŞİD’e yönelik teknik takipler yapmaya başladı. Aynı merkezden yönetildikleri için Ankara’daki görev suistimalleri de benzer özellikler arzediyordu: “Takip et, kaydet, dokunma”. Örneğin İlhami BALI hakkında Ankara’da da teknik takip kararları alındı. Bu kararların bir kısmı Ankara CBS’nın 2014/129556 soruşturma nolu dosyası üzerinden uygulandı. IŞİD’in, bu dosya kapsamındaki teknik takipleri, bizzat Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından yürütülen 2014/129556 numaralı soruşturma dosyası savcısı tarafından 17 Nisan 2015 tarihinde (genel seçimlere ve katliamlara doğru giden süreçte) talep üzerine Ankara Emniyet Müdürlüğü C Bürosuna bildirilerek 27 Nisan 2015 tarihinde sonlandırıldı ve elde edilen iletişim kayıtları imha edildi. Başsavcılığın imha gerekçesinin özeti “tapelerde suç unsuru bulunmaması”ydı. Oysa kısmen iç içe geçen zaman diliminde İlhami BALI hakkında Gaziantep ve Antalya’da da teknik takip kararları alınmış ve telefon görüşmeleri kaydedilmişti. Bu tapelerde yer alan bilgilere göre İlhami BALI, “terör” örgütü üyelerinin sınır geçişlerini, mekan, güzergah, tarih, saat, sayı bilgileri alıp-vererek yönetiyor, arada bir sınırda görevli askerlerle de konuşuyor, hatta bazen sınır geçişlerinde sıkıntı çıkardıkları için askerleri azarlıyordu. İlhami BALI‘nın iletişiminin dinlenmesine konu olan telefonlarının tapelerinin tamamı önemli bilgiler içeriyordu, çünkü İlhami BALI bu telefonları sürekli örgütsel faaliyetler için kullanıyordu. Çok sayıda klasörden oluşan tapelerde sınırdan nasıl insan ve silah geçirdikleri ve bu geçişlerinde sınır karakolu ile adeta “işbirliği” içerisinde hareket ettikleri de açık biçimde anlaşılıyordu. Ankara CBS teknik takibe neden son verdi, elde edilenleri neden imha etti?

Sadece İlhami BALI’nın telefon görüşme kayıtlarından elde edilen bilgiler üzerinden araştırma ve soruşturma derinleştirilip çetelerin üzerine gidilseydi hücrelerin kurulması, çete üyelerinin, malzemelerin giriş çıkışları kesin olarak engellenebilirdi. Engellenmediği gibi, elde edilen kayıtların bir kısmı imha edilerek, bu suistimali yapanların soruşturulmalarında kullanılması muhtemel kanıtlar da yok edildi.

Gaziantep İl Emniyet Müdürü ile onun denetim ve yönetiminde olan TEM Şube Müdürleri, Gaziantep Cumhuriyet Başsavcısı ile görevlendirdiği savcılar bu dosyalar üzerinden gelişen bu sürecin ve görev suistimallerinin önde gelen sorumlularıdır.

Örnek 3 – IŞİD’in İnsanları Öldürürken Kaydedip Düyaya Yayınladığı Görüntülerden Birinde Fail Olarak Yer Alan Ahmet GÜNEŞ Nasıl Salıverildi?

Örnek 1’i açıklarken şüpheli Ahmet GÜNEŞ’in, yanında Ökkeş DURMAZ ve Mustafa DELİBAŞLAR ile birlikte rutin bir yol kontrolüne takılarak yakalanmalarından söz etmiştik. Bu yakalama ile birlikte başalayan soruşturma ve yargılamada da peş peşe, açık ve cüretkar görev suistimalleri yapıldı. Yine 2015 genel seçimlerine doğru gidilirken!

Gaziantep CBS’nın 2012/44540 sayılı soruşturma dosyasında hakkında oldukça önemli kanıtlar toplanan ancak yakalamaya dönük bir işlem yapılmayan Ahmet GÜNEŞ 25.03.2014 günü rutin yol kontrolüne takılıp yanında iki IŞİD üyesi ile birlikte yakalanması, El Kaide-IŞİD soruşturma dosyalarını rafta tutan savcılar için beklenmedik bir durumdu. Üstelik resmi işlemler yapılmış, suç kanıtları (IŞİD’e ait propaganda malzemeleri, silahlı eylem resimleri vb) toplanmış, tutanaklar tutulmuş, malzemelerin resimleri dahi dosyaya konulmuştu. Bulunan dijital kayıtlarda Ahmet GÜNEŞ’in silahlı IŞİD üyeleri ile birlikte, elerinde uzun namlulu silahlarla bir şahsın öldürülmesine iştirak ettiğini, cinayet için fetva verdiğini kesin olarak kanıtlayan video kayıtları dahi vardı. IŞİD’in dünyaya korku salmak için yayınladığı cinayet görüntülerinden biriydi. Savcının elinde bir de, 2012/44540 sayılı soruşturma dosyası ile bu dosyada yer alan kanıtlar vardı. Ancak bu dosyada başka IŞİD üyeleri de vardı ve yukarıda açıkladığımız gibi rafta bekletilen bir dosyaydı.

Bu durumda bir savcı için yapılması gereken zorunlu görev her iki dosyadaki kanıtları birleştirip Ahmet GÜNEŞ ve yakalanan diğer iki şüpheli hakkında, Anayasal düzeni ihlal suçundan soruşturmayı tamamlayıp iddianame düzenlemektir. Savcı yine görevini suistimal ederek her iki dosya kanıtlarını birleştirmeden, üstelik fezlekede ayrıntıları ile yer alan, uzun namlulu silahlarla işlenen cinayet görüntülerine iddianamede (kasten ve bilerek!) yer vermeden sadece örgüt üyeliğinden iddianame düzenledi. Soruşturmanın en önemli ve en ağır suç kanıtına iddianamede yer vermeyen Savcı belli ki beklenmedik bir şekilde yakalanan Ahmet GÜNEŞ’in ve diğer iki IŞİD üyesinin uzun süre tutuklu kalmalarını istemiyordu. Ahmet GÜNEŞ ile Mustafa DELİBAŞLAR’ın serbest kaldıktan sonra Gaziantep’teki örgüt hücrelerine yeniden katıldıklarını ve bu nedenle 10 Ekim katliam davasının sanıkları olduklarını bir kez daha hatırlayalım, önemlidir!

İddianamenin tevzi edildiği Urfa 5. ACM’nde görülen davanın 17.06.2014 tarihli 2. duruşmasında görev yapan duruşma savcısı ve Mahkeme heyeti iddianamedeki vahim eksikliği tespit ettiler ve Ahmet GÜNEŞ’i bu cinayet görüntüleri üzerinden sorguladılar. Ahmet GÜNEŞ tevilli ikrar biçiminde ifadeler verince hakkında suç duyurusunda bulunulmasına ve birleştirme talepli ek iddianame düzenlenmesi için Başsavcılığa müzekkere yazılmasına karar verdi. Müzekkere aynı gün yazıldı ve Mahkeme Başkanı’nın imzası ile Başsavcılığ’a gönderildi.

Müzekkereyi alan Başsavcılık ve iddianameyi bilerek eksik düzenleyen savcı ne yaptı? Müzekkereyi aldılar rafa koydular. 6 ay beklettiler, öldürme fiili nedeniyle ağrılaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren “Anayasal Düzeni İhlal” suçundan tutuklanması için dahi bir işlem yapmadılar. Bu arada suç duyurusunda bulunan Mahkeme başkanı ile bir heyet üyesi başka mahkemelere tayin edildiler. Yerlerine başka hakimler atandı. Davanın 30.10.2014 tarihli duruşmasında görevli yeni Mahkeme heyeti tarafından üç sanığın da tahliyelerine karar verildi. “Anayasal düzeni ihlal” suçu faili Ahmet GÜNEŞ ile Ökkeş DURMAZ ve Mustafa DELİBAŞLAR tahliye olur olmaz yeniden IŞİD’e katıldılar. Ahmet GÜNEŞ, IŞİD katliamlarına doğru giden süreçte örgütün istihbarat biriminde ve canlı bomba hazırlanması faaliyetlerinde yer aldı. Hatay’dan gelen dosyadaki parmak izi tespitiyle de sabit.

Ahmet GÜNEŞ hakkındaki suç duyurusu ve birleştirme talepli ek iddianame düzenlenmesine dair yargı kararı sanık tahliye edildikten yaklaşık bir buçuk ay sonra raftan alındı ve kerhen işleme konuldu. IŞİD’in bir terör örgütü olduğunu bilen ve bilmek zorunda olan Başsavcı ve yönetimindeki görevli savcı, Anayasal düzeni ihlal suçundan değil kasten adam öldürme suçundan, sanıkların çoktan tahliye edildikleri 5. ACM’ndeki dava ile birleştirilmek üzere bir iddianame düzenledi. Ancak sanığı sorguya çağırmadığı gibi gözaltına alınması ve tutuklanması yönünde bir işlem dahi yapmadı. Hazırlanan birleştirme talepli iddianameyi alan 5. ACM’nin yeni heyeti iddianamenin reddine karar vererek bir katilin yargılanmasına açıkça ve cüretkarca engel koydu. Oysa suç duyrusu ve birleştirme talepli ek iddianame hazırlanmasına dair ara kararı bu mahkemede verilmişti. Aynı mahkeme, kendi suç duyurusu üzerine hazırlanmış iddianameyi reddederek görevini açıkça kötüye kullandı. Futbol dilinden bir benzetme ile ifade edersek, katilin yeniden tutuklanmaması için, Gaziantep Adliyesinde, yargı mensupları tarafından “orta sahada top çevirme” eylemi yapılıyordu.

İddianamenin reddine karşı itiraz süresi 7 gündür. Görev suistimali rekoru kıran savcı bu kez 7 günü geçirdikten sonra itiraz başvurusu yaparak rekorunu yeniledi. Bir üst mahkeme itiraz süresi geçtiği için red kararı verdi. Savcı tekrar ayağına gelen topu bir yerlere atmak zorundaydı. Aynı iddianameyi tarih güncelleyerek kopyaladı, yapıştırdı ve bu kez 5. ACM’ne değil tevziye gönderdi. İddianame 2. ACM’ne tevzi edildi. 2. ACM cinayetin kesin delillerine, resen tutuklama yetkisine sahip olmasına, tutuklamayı gerektiren tüm koşullar dosyada mevcut olmasına rağmen katili tutuklama kararı vermediği gibi Ahmet GÜNEŞ’in serbest bırakıldığı örgüt davası ile birleştirme kararı da vermedi. “Top çevirme” devam ederken 2015 genel seçimleri sürecine girilmiş, IŞİD katliam hazırlıklarına başlamıştı.

Ahmet GÜNEŞ davetiye ile duruşmaya çağırılıyor, tabbi ki gelmiyordu. 5 Haziran 2015 günü HDP Diyarbakır mitinginde iki bomba patlatan IŞİD ilk seçim katliamını gerçekleştirdi. Urfa 2. ACM katliamdan 6 gün sonra Ahmet GÜNEŞ hakkında duruşmaya gelmediği için yakalama kararı çıkardı. Ancak davaları yine birleştirmedi. Biri örgüt üyeliğinden, diğeri kasten adam öldürmekten iki dava aynı süreçte derdest olmaya devam ettiler.

Bu süreçte Emniyet ve yargı mensuplarının tutumu, kasıt içermeyen zaaflar ve ihmaller niteliğinde olsaydı, 5 Haziran katliamı uyarıcı bir etki yapar ve rafta bekletilen dosyalar derhal operasyonlara dönüştürülür failler yeni katliam hazırlıkları sırasında yakalanır ve katliamlar engellenirdi. Engellenmedi, çünkü zaaf ya da ihmal değil organize edilmiş görev suistimalleri söz konusuydu.

Katliam faillerinin teknik takip verileriyle dolu 2012/44540 sayılı soruşturma dosyası rafta beklemeye devam etti. Operasyon için çoktan ogunlaşmış dosyalar rafta bekletilirken, dosyalarda adları geçen katiller tarafından amonyum nitratlar, çelik bilyeler satın alınıyor, depolar tutuluyor, canlı bomba yelekleri dikiliyor, araçlar hazılanıyor, para akışları sağlanıyordu. 20 temmuz Suruç, 10 Ekim Ankara katliamları bu hazırlıkların sonucunda gerçekleştirildi. 10 Ekim katliamının yapıldığı gün, Ahmet GÜNEŞ Genç Ensar Derneğinin genel kurulunu yönetiyordu, üstelik hakkındaki yakalama kararı varken.

Yargı mensuplarının görev suistimalleri devam etti. Katil Ahmet GÜNEŞ hakkında derdest olan örgüt üyeliği davasının 22.10.2015 günü yapılan duruşmasında, örgüt ile ilİşkileri kanıtlayan çok sayıda maddi kanıta, cinayet fiilinin videolarına rağmen; diğer sanıkların beraatine, Ahmet GÜNEŞ’in örgüt üyeliğinden mahkumiyetine ve ödül olarak da iyi hal indirimine, adli kontrol kararının da kaldırılmasına karar verilerek dosya kapatıldı. 10 Ekim katliamının faillerinden olan Ahmet GÜNEŞ katliamdan 12 sonra Urfa 5. ACM tarafından iyi hal indirimi ile ödüllendirildi. Siyasal cinayetin konu edildiği 2. ACM’deki kasten adam öldürme davası ise katil bulunamadığı için derdest kalmaya devam etti.

Örnek 4: Diyarbakır katliamı ile Bürüksel Havalimanında Yapılan Bombalı Katliam Arasındaki Karanlık İlişki!

Diyarbakır katliamı ile Belçika’nın başkenti Bürüksel Havalimanında yapılan bombalı katliam arasında ilginç bir ilişki (yine “tesadüf” mü diyelim?) ortaya çıktı. Her iki katliamın failleri de katliamlar sürecinde Gaziantep ve Diyarbakır’da polisin elinden geçerek kanlı eylemlerini gerçekleştirdiler.

Orhan GÖNDER’in yakalandığı gün, ev ve çevresinde tertibat alınsa, ev sahibi bulunup derhal sorgulansa Orhan GÖNDER’e evi kiralayan Mustafa KILINÇ da o gün yakalanabilirdi. Önlem alınmadı, gerekli sorgulama ve araştırma yapılmadı, Mustafa KILINÇ yakalanmadı.

Mustafa KILINÇ Gaziantep’te örgüt üyelerinin ikameti ve sevkiyatı ile uğraşırken, muhtemelen beklenmedik bir şekilde polisin eline düştü. Orhan GÖNDER’in yakalanmasından 8 gün sonra, 14.06.2015 günü Gaziantep TEM’den bir ekip iki şahsı takibe aldılar. Takibin nedeni TEM’in Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı ile yaptığı resmi yazışmalarda : “…Şahinbey İlçesi Perilikaya Mahallesi 7 nolu cadde üzerinde faaliyet gösteren Perilikaya taksi durağı yanındaki parkta ve yine aynı mahallede bulunan Batur Halı Saha yanında buluşacakları ve buluşan şahısların ilimizden bir rehber aracışılığı ile kaçak yollardan Suriye’deki çatışma bölgelerine götürüleceği bilgisinin alınması üzerine…” şeklinde açıklanıyordu. Tespit doğru, bir örgütsel buluşma gerçekleşecek ve buluşanlar Suriye sınırından geçerek IŞİD’e katılacaklar.

Takibe alınanlardan biri T.C. vatandaşı (IŞİD saflarında savaşan Özgür KILINÇ’ın kardeşi) Levent KILINÇ; diğeri müslüman kökenli Belçika vatandaşı İbrahim EL BAKRAOUI’dir. Polisin takibe aldığı bu iki şahıs Perilikaya parkında başkaları ile buluşmayı bekliyorlar. Saat 21.30 sularında 34 HJ 4387 plakalı, içinde üç kişi bulunan bir araç parkın yanındaki Perilikaya taksi durağına yanaşıyor, Levent KILINÇ ile İbrahim EL BAKRAOUI gelen araca doğru yöneliyorlar ve tam buluştukları sırada toplam beş kişi TEM ekipleri tarafından yakalanarak gözaltına alınıyorlar. Buluşma noktasına sonradan gelen üç kişiden biri Diyarbakır katliamının faili Orhan GÖNDER’e geçici ev kiralayan Mustafa KILINÇ, biri evi birlikte kiralayan Burhan GÖK, diğeri müslüman kökenli Samir EL AMRİ isimli Alman vatandaşı. Yakalananların profili sıkı soruşturmayı ve kanıt toplamayı gerektirecek kadar önemli ve aynı zamanda tehlikeli.

Olayın bu kesiti tek başına ele alındığında, (takibin nereden ve hangi nedenle başladığına dair bilgi ve belgeler soruşturma dosyasına konulmamış olsa dahi) bir takip ve gözaltına alma görevinin yerine getirildiği anlaşılıyor. Ancak, gerek savcılar gerekse güvenlikten sorumlu kamu yöneticileri tarafından yerine getirilmeyen görevlerin çoğu ve en kritik olanları bundan sonra başlıyor.

Yakalanan 5 şahıs sıradan ve basit bir suçla değil, Türkiye’de ve dünyada kitlesel katliamlar yapan, en vahsi işkence yöntemleri uygulayarak insanları öldüren, işkenceli katliamları kayda alıp yayınlayan bir “terör örgütü” ile ilişkilidir ve bu katliamlardan biri de üzerinden henüz 9 gün geçmiş olan 5 Haziran katliamı. Bu nedenle yapılması gereken araştırma ve soruşturma sıradan ve basit değil, rutin işlemler yanında kapsamlı ve derin olmak zorundadır. Ancak, bırakalım gerekli kapsam ve derinliği, rutin ve sıradan araştırma ve inceleme dahi yapılmadı. Bazı kanıtlar, ilişki ve bağlantılar kuşku uyandırıcı bir biçimde karanlıkta bırakıldı:

– Yakalanan şahısların ev, işyeri ve otel odalarında arama yapılmadı.

– Alman ve Belçika vatandaşı çete üyelerinin cep telefonları ve simkartları üzerinden HTS, iletişim tespiti, baz sinyal tespitleri yapılmadığı gibi, gözaltına alındıkları günün akşamı telefonları ve simkartları kendilerine iade edildi.

– Mustafa KILINÇ’ın üzerinde bulunan cep telefonunda kayıtlı seslerin çözümü ve diğer analizleri yapılmadı, dolayısıyla bu ses kayıtlarında geçen kişi, mekan ve faaliyetler üzerinden sorgulama da yapılmadı.

– Mustafa KILINÇ’ın kiralayıp örgütsel işlerde kullandığı ve en son buluşma sırasında ele geçirilen 43 HJ 4387 plakalı vasıtanın PTS kayıtları tespiti ve incelemesi yapılmadı. Oysa Mustafa KILINÇ örgütün faaliyetleri ve kanlı eylemleri için her türlü araç ve mekan tedarik eden, katillerin saklanacakları yerleri kiralayan bir şahıstır. Orhan GÖNDER’i, kiraladığı eve bu araçla getirmiştir. Böyle bir şahsın kiraladığı aracın PTS kayıtlarının araştırılmaması basit bir ihmal değildir.

Kısacası bu göstermelik operasyonda yakalanan şahıslar kasıtlı bir eksik sorgulama ve soruşturma sonucunda savcılığa sevkedildiler. Savcılık tüm bu vahim eksiklikleri görmezden geldi, ancak sorumluluk kendisinde kalmasın diye, tüm sanıkların tutuklanmasını talep etti. Sulh Ceza Hakimliği Mustafa KILINÇ ile Burhan GÖK’ün tutuklanmasına, Levent KILINÇ ile yabancı iki şahsın tutuklanma taleplerinin reddine, ancak adli kontrol ve yurt dışına çıkış yasağı tedbiri uygulanmasına karar verdi. Ertesi gün, vahim ve bu nedenle mutlaka aydınlatılması gereken bir ağır bir görev suistimali daha yapıldı. Yargı kararındaki yurt dışına çıkış yasağına rağmen, Gaziantep Emniyeti -her ne hesapla yaptı ise- her iki yabancıyı da sınırdışı etti. Sınır dışı edilenlerden İbrahim El Bakraoui Belçika’ya gönderildi ve Brüksel havalimanında bombalı katliam yaptı.

Yukarıda sıraladığımız örnekler, Suruç ve 10 Ekim katliamalarına doğru giden süreçte organize edildiği kuvvetle muhtemel olan yüzlerce görev suistimalinden sadece birkaçı. Katliamlara giden yollar, organize edilmiş görev suistimalleri ile açıldı. Bu suistimaller yapılmasaydı IŞİD bu katliamları kesinlikle yapamazdı; çünkü suistimallerin çoğu hücre örgütlenmelerinin, katliam hazırlıklarının ve gerçekleşmesinin önlenmesinde belirleyici öneme sahip nitelikte suistimallerdi.

5 Haziran 2015 günü Diyarbakır’da HDP Mitingine

Yönelik Katliamın Yolu Nasıl Açıldı?

5 Haziran katliamının yolu da Valilik, Emniyet, MİT ve yargı kurumlarında organize olmuş bir kısım yöneticilerin ve karar vericilerin benzer nitelikte ve benzer amaçlar doğrultusunda görev suistimalleri sonucunda açıldığına dair kuvvetli şüphe uyandıran olaylar yaşandı.

Çete üyelerinin, silah ve diğer malzemelerin sınırdan geçişlerini, canlı bombaların hazırlanmasını organize eden, TSK’ya bağlı bazı askerlerle işbirliği içinde olan İlhami BALI 2015 yılı mayıs ayında Orhan GÖNDER isimli bir çete üyesini Türkiye’ye gönderdi. Gaziantep’te, Mustafa KILINÇ adlı IŞİD üyesi tarafından kiralanan bir eve yerleştirildi. Orhan GÖNDER bu sırada kısa adı KİHBİ olan bilgi toplama sistemi üzerinden ve Adıyaman Cumhuriyet Başasavcılığının 2015/5236, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/23438 soruşturma nolu dosyalarından, yakın akrabalarının ihbar ve şikayeti nedeniyle terör örgütü ile bağlantılı kayıp şahıs olarak aranıyordu.

Orhan GÖNDER 2 haziran günü, Diyarbakır’a geçerek bir otele yerleşti. 3 haziran sabahı saat 05.00 sularında bir polis otele gelerek Orhan GÖNDER’i sorguladı ve gitti. Daha sonra bu polis müfettişler tarafından sorgulandı ve verilen raporda “otelde konaklayanların UYAP haricinde KİHBİ bilgi toplama işlemlerinden de sorgulanması gerektiği halde bu sorgulamanın yapılmamasınedeniyle polisin görev suistimali suçuna işaret edildi. Ancak polisin, iki gün sonra katliam yapacak bir katili kaldığı otele gelip sorgulama yapmasının gerçek nedenleri karanlıkta kaldı. Polisin sabahın 5’inde otele gelmesi, böyle bir görev verilmesi bir tesadüf olabilir mi? Varsayalım ki tesadüf! KİHBİ sorgulaması yapmaması, görevini suistimal etmesi de mi tesadüf!

Olay basına yansıyınca Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bir açıklama yapıldı: “3 Haziran 2015 günü Diyarbakır’da bir otelin kayıtlarında bölge polis merkezi görevlisince yapılan kontrolde, otelde konaklayan şüphelinin asker yoklama kaçağı olduğunun anlaşılması üzerine ilgiliye, Milli Savunma Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında düzenlenen protokol çerçevesinde askerlik şubesine gitmesi gerektiği yönünde tebligat yapılmıştır. Diğer yandan, iddia konuları ile ilgili olarak herhangi bir şekilde ihmali olanlar varsa belirlenmesi amacıyla Polis Başmüfettişleri 10.06.2015 tarihinde görevlendirilmiş olup, konu tüm yönleriyle özenle soruşturulmaktadır…” denildi.

Adalet Bakanı Kenan İPEK ise ayrı telden çalan bir açıklama yaptı: “Orhan Gönder’in abisi Engin Gönder, 15 Ekim 2014 günü Adıyaman’da savcılığa giderek kardeşinin ortadan kaybolduğunu, IŞİD’e katılmış olabileceğini içeren bir başvuru dilekçesi vermiş. Savcılık, bu başvuruyu işleme koymuş ve aynı gün UYAP’a kaydetmiş. 16 Ekim 2014 gününde ise polise yazı yazarak Orhan Gönder’in IŞİD’e katılmış olabileceği bilgisini iletmiş. Savcılığın verdiği bilgiye göre UYAP’a 2’nci giriş de 16 Ekim 2014 günü yapılmış. Ancak sonradan yapılan incelemeye göre kayıt ‘zanlı’ Orhan Gönder ismine değil, başvuruyu yapan ve ‘müşteki’ sayılan abisi Engin Gönder adına açılmış. Savcılığın UYAP kaydını Engin Gönder’in adına girmesi normal prosedür. Kayıt Engin Gönder adına yapıldığı için de UYAP’ta yapılacak bir araştırmada Orhan Gönder’in çıkmaması normal.

Suçüstü yakalanan iktidarın dili dolaştı, çelişkili açıklamalar yapıldı, olay karanlıkta bırakıldı. Gün gelecek aydınlanacaktır.

Polis kontrolünden geçen katil, bu kontrolden hiç işkillenmedi, saldırıdan vazgeçmedi, hazırlıklarını tamamladı. 5 haziran günü HDP mitinginde uzaktan kumandalı iki bomba patlattı, katliamı gerçekleştirdi ve aynı gün Gaziantep’teki eve döndü. Ertesi gün o evde, Emniyet görevlileri sanki elleriyle koymuşlar gibi yakalayıverdiler. Buna da tesadüf mü diyelim? Eğer tesadüf değilse ortaya çıkan mazara şudur: Orhan GÖNDER’in katliam yapacağı Emniyet içinden birileri tarafından bilinmekte, Orhan GÖNDER takip edilmekte ve eylemi gerçekleştirmesi beklenmektedir. Katliamdan 2 gün önce polisin Orhan GÖNDER ile karanlık bir ilişki kurmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Tesadüf olma ihtimali zayıftır. Katliamdan önce takip edilen Orhan GÖNDER katliamı gerçekleştirdikten sonra gittiği evde yakalandı ve Emniyetin bir başarısıymış gibi kamuoyuna açıklamalar yapıldı. Ancak polisi katilin saklandığı eve götüren bilgilerin ne olduğu, nasıl ve ne zaman elde edildiği açıklanmadı, soruşturma dosyasına da yansıtılmadı. Bu katliamın soruşturması da tetikçi ve yardımcıları ile sınırlı tutuldu, derinleştirilmedi.

Orhan GÖNDER’in katliamdan 1 gün sonra Gaziantep’te yakalandığı evin bulunduğu site, eve giden sokaklar, caddeler, yol üzerinde varsa meydanlar, otogar ile ev arasındaki yollar üzerinde bulunan özel ve kamu kamera kayıtları toplanmadı, inceleme yapılmadı. Katilin Diyarbakır’da kaldığı otelden ayrılıp Gaziantep’te yakalandığı eve gelinceye kadar nerelere uğradığı, nerelerden geçtiği, kimlerle irtibat kurduğu hiçbir şekilde araştırılmadı, karanlıkta bırakıldı. Oysa zahmete değmeyecek kadar basit bir adli olay değil, siyasal amaçlı bombalı katliam, soruşturma konusu olan. Emniyetin görevidir ve olanakları vardır. İstanbul Reina katliamının faili, bölge bölge, sokak sokak binlerce kamera görüntüsü tüm teknolojik olanaklar kullanılıp takip edilerek birkaç gün sonra yakalandığını hepimiz biliyoruz. Aynı olanaklar Diyarbakır katliamında neden kullanılmadı?

5 Haziran katliamı, insanlığa karşı suç çetesinin Türkiye’deki örgütlenmesinde belli bir aşamaya geldiğini ve artık daha kanlı eylemler yapabilecek kapasiteye ulaştığını gösteriyor, bu durum Emniyet, MİT ve AKP hükümeti tarafında biliniyordu. İstihbarat raporları Emniyet Genel Müdürlüğünün genel havuzunda toplanan bilgiler ve kayıtlar bildiklerinin kanıtlarıdır.

Diyelim ki 5 haziran Diyarbakır katliamına kadar bu hücrelerin bu kadar tehlikeli olabilecekleri akıl edilemedi, akıl edilememesinde kasıt yoktu. 5 hazirandan sonra bu hücrelerin kökünü kazıyacak operasyonlar neden yapılmadı?

Yapılmadı, çünkü 7 haziran seçim sonuçları iktidar partisinin tek başına iktidar olmasına imkan vermiyordu. 5 haziran katliamı ve birkaç ay öncesinden başlayan saldırılar, bu davanın müdahillerinden olan HDP’nin seçmen kitlesini korkutmaya yetmemiş, Kürt seçmenlerin oyları AKP’den HDP’ye doğru doğru akmaya devam etmiş, iktidar partisinin meclisteki salt çoğunluğunu yitirmesine sebep olmuştu. O halde daha kapsamlı bir kaosa ve kaos korkusuna ihtiyaç vardı. Gaziantep’deki IŞİD hücrelerine daha çok iş düşüyordu.

Bu nedenle 5 haziran katliamının üzerine gidilmedi. Soruşturma, bombaları patlatan Orhan GÖNDER, onu Suriye’den Türkiye’ye gönderen ancak yakalanmayan İlhami BALI, ev kiralayan 2 IŞİD üyesi ve ilişkili başka bir IŞİD üyesi ile sınırlı tutuldu.

5 haziran katliamı toplum güvenliğini sağlama açısından güvenlik kurumları nezdindi uyarıcı bir etki de yaratmadı, çünkü saldırı iktidar muhalifi HDP’ye yönelikti, iktidar politikasına ters bir durum yoktu, sadece Kürtler zarar gördüğü için kanıksanması da kolaydı.

[Sürecek]