“Ahmet Kural’la birlikte fotoğraflarım paylaşılıyor. Vatanını, milletini, polisini, askerini, kadını, hayvanı seven biriyim. Böyle bir şey hayatta yapmam“…
Bu sözler, bir kadına şiddet uygulayan gayet muhafazakar “sanatçılardan” Yusuf Güney’e ait. İnternet üzerinden tanıştığı bir kadınla Ortaköy’deki bir mekanda yemek yedikten sonra bindikleri takside “fazla gelen hesap” üzerine tartışan ve kadını döven Güney, Sabah Gazetesi’ne yaptığı açıklamalarda “dindar ve kindar” nesilden olduğunu vurgulamaktaki ısrarını her haliyle hissettiriyor.
Bunu yaparken de dövülen genç kadın hakkındaysa “muhafazakar” kesimin linç etmesi için demediğini bırakmıyor: Güney içki bile kullanmayan biri! Ama kadın öyle mi? Aşırı alkol alan, kendisini kaybeden, internet üzerinden tanıştığı erkekle birlikte olup, üstüne bir de arsızlığı son raddeye kadar vardıran bir “ahlaksız”!
Güney’in kendisi ve genç kadına dair çizdiği profili böyle özetleyebiliriz. Kendisi sütten çıkmış “milli ve yerli” bir ak kaşık, kadınsa dayağı da, öldürülmeyi de hakkeden bir arsız, ahlaksız!
Yusuf Güney, zamanın ruhunu iyi kavramış. Her türlü ahlaksızlık ve düşkünlüğün bile “milli ve yerli”, “dindar ve kindar” sularda yıkanıp paklanabileceğini iyi biliyor.
Dövdüğü kadını yerin dibine batırarak sırtını dayadığı toplumsal gericilik birikiminin, resmi zihniyetin, o asırlık erkek egemen kültürün önüne atarken; kendisini pürü pak bir “vatansever” parantezinin içine alarak mağdur haline getirecek cevval bir simya ustası!
En zalimane uygulamaları gerçekleştiren ağababalarının her konuda kendilerini mağdur göstermekteki pişkinliğini, ustalığını iyi bellemiş belli ki…
Mesele içki içen, taşkınlık yapan kadınsa gerisi teferruattır zihniyetinin eğittiği bu “kindar, dindar” genç “sanatçı”, mağduru gaddar gaddarı mağdur yapmaktaki ustalığıyla makbul “sanatçı, “genç”, “erkek” mertebesine çoktan oturduğundan eminiz.
Ne de olsa o “Vatanını, milletini, polisini, askerini, kadını, hayvanı seven” biri…