Zenginlik bir avuç burjuvanın kasasında büyürken milyonların boğazındaki lokma her gün biraz daha küçülüyor. Giderek derinleşen sınıfsal uçurum, yalnızca gelir dengesizliğiyle değil hayatın en temel gerekliliklerine erişimdeki uçurumla da kendini gösteriyor. Birleşik Metal İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin (BİSAM) son raporu, bu gerçeği rakamlarla bir kez daha gözler önüne serdi. Dört kişilik bir ailenin yalnızca sağlıklı beslenebilmesi için her ay 22 bin 886 TL harcama yapması gerekirken tüm temel ihtiyaçlarını karşılamak için 79 bin 165 TL’ye ihtiyaç duyuluyor. Oysa asgari ücret bu rakamların yanına bile yaklaşamıyor. Halkın çoğunluğu göz göre göre yoksulluğa mahkûm ediliyor.
Açlığın Gölgesinde Bir Hayat
BİSAM verileri bireysel yaşamın da giderek zorlaştığını gösteriyor. Tek başına yaşayan bir bireyin yalnızca temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için en az 36 bin 681 TL gelir elde etmesi gerekiyor. Ama gerçekte milyonlarca insan bu rakamın yanına dahi yaklaşamadan ayakta kalmaya çalışıyor. Gıda fiyatlarındaki artış her geçen gün sofraları daha da daraltıyor. Günlük en yüksek harcama süt ve süt ürünlerinde; 210,85 TL. Meyve ve sebzeye ayrılması gereken bütçe ise 208,76 TL. Et, tavuk ve balık almak ise artık neredeyse lüks; günlük 140,71 TL’yi gözden çıkarmak gerekiyor.
Bu rakamlar kağıt üzerinde birer istatistikten ibaret değil. Bu gerçekte bir ailenin çocuğuna yeterince besleyici bir yemek hazırlayamamasının, yaşlı bir emeklinin pazarda fiyatları görüp sessizce tezgâhtan uzaklaşmasının, işçinin cebindeki parayı her harcadığında içine düştüğü sıkıntının hikâyesidir. Yoksulluk artık sayılarla değil aç midelerle boş kalan tencerelerle anlatılıyor.
Bir Yanda Şatafat, Bir Yanda Kuru Ekmek
Zengin ve yoksul arasındaki uçurum her geçen gün derinleşirken sermaye sahipleri için kriz bir fırsata dönüşüyor. İşçiye düşük ücret, tüketiciye yüksek fiyat; bu çark böyle dönüyor. Enflasyonun yükselmesi gelirlerin erimesi demek. Ancak bu tablo, her kesimi aynı şekilde etkilemiyor. Lüks otellerin doluluk oranları rekor kırarken özel plazalarda şampanya kadehleri birbirine değiyor. Halkın sofrasında ise ekmek bile artık hesap edilerek alınıyor.
Gıda fiyatlarındaki artış, yalnızca bugünün değil geleceğin de felaketini hazırlıyor. Çocuklar yetersiz besleniyor, aileler sağlıklı gıdaya erişemiyor. Giderek derinleşen bu kriz yalnızca ekonomik değil aynı zamanda sosyal bir yarılma yaratıyor. Öyle ki bir yanda sofralar donatılırken diğer yanda akşam pazarına çıkıp çürük meyve arayan insanların sayısı günbegün artıyor.
Emeğin Direnişi Kaçınılmaz
Bu gidişat kaçınılmaz olarak yeni mücadelelerin de tohumlarını ekiyor. Açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilen milyonlar artık kaybedecek bir şeylerinin kalmadığını fark ediyor. Tekil de olsa grevler, protestolar ve direnişler boy veriyor. Emekçilerin yarattığı değeri sömürenler halkın sessizliğine bel bağlamış olabilir. Ancak tarih, hiçbir sefalet düzeninin sonsuza dek sürmediğini gösteriyor.
Giderek açılan bu uçurum, yalnızca ekonomik değil, siyasal ve toplumsal bir krizin de habercisi. Halkın yoksulluğu, bir avuç zenginin servetiyle orantılı olarak büyümeye devam ettikçe, bu çarkın kırılacağı gün de yaklaşıyor. Bugünün gerçekleri, yarının isyanını mayalıyor.