Federal Suriye’ye Doğru: HTŞ’ye Karşı Kürt, Dürzi, Alevi ve Seküler Arap İttifakı



Sahada Suriye’nin inşasına dair birbiriyle uzlaşması mümkün olmayan iki kurgu vardır. Üstelik bu iki farklı kurguyu taşıyanların elinde silahlar da var


Yaşar Kazıcı

Suriye’de Esad/BAAS sonrası HTŞ’nin iktidara getirilmesiyle iç savaşın biteceği, artık Suriye’nin her açıdan yeniden inşa edileceği ilan edilmişti. Esad’ın henüz nihai olarak iktidardan uzaklaştırılmadığı, Rusya ve İran tarafından desteklendiği süreçte İdlib’e sıkışmış HTŞ’nin cihatçı çetelerin çatısı olduğu biliniyordu. Türk Devleti’ne bu çeteleri kontrol altında tutma, yavaş yavaş da tasfiye etme görevi bizzat Rusya tarafından verilmişti. Buna ek olarak, Türk Devleti Esad’ın son günlerinde görüşme girişimlerinde de bulunuyordu hatta bunun yansıması olarak hamiliğini yaptığı çetelerin Esad’la yumuşama, barışma girişimleri karşısında Türk bayrağı yaktığı, Türkiye sınırlarına yürüdüğü de basına yansımıştı. Türk Devleti’yle çeteler arasındaki gerilimin faturası da Türkiye’de yaşayan Suriyelilere kesilmiş, faşist hareket organize bir şekilde Suriyelileri linç etmeye yönelmişti.

Suriye toprakları, iç savaş boyunca başta El Kaide, IŞİD ve devamında HTŞ olarak bir dizi irili ufaklı çetelerin üstlendiği, kimilerinin ÖSO (şimdiki adıyla SMO) şeklinde alternatif bir devletin ordusuymuş gibi sunulduğu cihatçı toplanma merkezi haline getirildi. İsimleri ve destekleyenleri farklı farklı olsa da hepsinin ortaklaştığı nokta cihatçılıktı. Uluslararası cihatçılığın merkezi haline gelen Suriye’de bu grupların Alevilere, Hristiyanlara hatta kendilerinden olmayan Sünnilere, örgütsel olarak kendi aralarında birbirine biat etmeyenlere neler yaptığını, nasıl bir Suriye istediklerini uzun yıllardır görüyoruz. Sadece Suriye’ye de değil tüm dünyaya bu pencereden bakıp ona göre gittikleri yerleri organize etme amacını da hiçbir zaman gizlemedikleri HTŞ’nin 8 Aralık 2024 sonrası pratiklerinden de açıkça anlaşılıyor.

Bugün de HTŞ’nin iktidara gelir gelmez Alevileri, Dürzileri katlettiği ve gücü yetse Halep’in Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallerinde de Kürtleri katletme niyetinde olduğu görülmektedir. HTŞ çok açık bir şekilde hem ideolojik-politik konumu hem pratikleri hem de kadroları itibariyle IŞİD’in devamıdır. HTŞ’nin IŞİD’in devamı olduğunu ortaya koymak için kendilerinin bunu beyan etmesi mi gerekiyor? Fakat tek farkla bugün HTŞ’de devam eden IŞİD’i ehlileştirme, radikal yönlerini törpüleme, uluslararası prestij/meşruiyet kazandırma, makyaj yapma, ABD ve Avrupa’nın Ortadoğu’ya yönelik planlarında bir üs olarak inşa edilme çabası mevcuttur. Bunun tutmayacağını görmek için kâhin olmaya gerek yoktur.

HTŞ, askeri ve politik olarak bütünlüğü olan bir yapı değildir, çıkarları uğruna birbirlerini bile boğazlama potansiyeline sahip ganimetçi grupları bünyesinde taşımaktadır. Tıpkı Türk Devleti’nin maaşa bağladığı SMO gibi. Colani (Şara) istese de çatısı altında bulunan cihatçı çeteleri kontrol edebilecek ne etkiye ne de yetkiye sahip olan, bir tarafta İsrail’e boyun eğmek zorunda kalan diğer yandan büyük patron ABD’nin yönlendirdiği diğer taraftan Türk Devleti’nin çekiştirdiği bir ‘lider’ konumundadır.

Suriye’de artık ne toprağın ne devletin ne ordunun bütünlüğünden söz edilebilir. Ki cihatçı çetelere teslim edilmiş, ‘demokrasiyi haram’ olarak gören, tek derdi kendi cihatçı kurallarını deli gömleği gibi herkesin üzerine giydirmeye çalışan bir HTŞ’nin olduğu Suriye’de asgari burjuva demokrasisine geçiş anlamında bir süreç yaşanması dahi mümkün değildir. Suriye’nin BAAS dönemindeki siyasi sınırları düzleminde toprak birliğine dönüşü hayaldir. Türk Devleti’nin zorlaması, ABD/AB/İsrail’in HTŞ’yi kendi çıkarlarına göre organize ederek iktidarı sunması gerçeği değiştirmiyor. Asgari burjuva demokrasisinden dahi yoksun olan HTŞ’nin tüm makyaj girişimlerine rağmen Güney’de Dürzîler, Orta ve Batı’da Aleviler, Kuzey ve Doğu’da (Rojava Kürdistan’ında) meşruiyet sorunu vardır.

Emperyalistlerin HTŞ’yi iktidara taşıması Suriye’yi devlet yapmıyor, yapamaz da. HTŞ’ye 2011’den sonra zaten bölünmüş bir Suriye teslim edildi. Şam’da bugün oturanın Suriye’nin Güneyi, Kuzey ve Doğusu, Orta ve Batısı’nda hükmü, meşruiyeti ve otoritesi yoktur. Cihadist zorbalıkla hükmetme çabasının vücut bulmuş hali HTŞ’nin varlığı Suriye’de ters tepmeye, emperyalistlerin elinde patlamaya mahkumdur.

İşin komik yanı, HTŞ’ye meşruiyet kazandırmak için çabalayan emperyalizm Suriye’de her yerinden tel tel dökülüyor. IŞİD’e karşı koalisyon kuran emperyalizm ile IŞİD’in devamı HTŞ’yi iktidara taşıyan, koalisyona alan emperyalizm aynı emperyalizmdir. Düne kadar Colani’nin başına ödül koyan ABD ile Beyaz Saray’da Ahmed Şara olarak ağırlayan ABD’de de aynı ABD’dir. Emperyalizmin tutarlı olmasını beklemiyoruz fakat tüm dünya halklarının Suriye’ye baktığında çıplak gözle dahi görebileceği şekilde süreçlerin yalnızca ABD-AB emperyalizmi çıkarlarına odaklanmış bir şekilde ilerlediği herkes tarafından anlaşılıyor.

İşte tam da tablo buyken Suriye’de itiraz edenlerin sayısı ve örgütlülüğü artıyor. Dürziler, Aleviler kendilerini katleden, ilk fırsatta Halep’ten başlayıp gücü yetse Rojava’ya doğru tasfiyeye yönelecek HTŞ’ye Kürtler neden güvensin? Dürziler, Aleviler, Kürtler, seküler Araplar HTŞ’nin Cihadist yönetimine mecbur mu? Bu soruları soranların sayısı da gücü de artıyor, zayıflayan HTŞ ve ona bel bağlamış emperyalizmdir.

Tüm bu kaotik ve ucu oldukça belirsizlikler taşıyan tablonun içerisinde Dürziler federalizm ile bağımsızlık arasında gidip geliyor, Aleviler federal bir Suriye istiyor, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi yani SDG/MSD (keza ENKS de) siyasi içeriği olan adem-i-merkeziyetçilik istiyor. Esasında tarafları özetlersek HTŞ’nin BAAS döneminden kalma Arap şovenizmini dinci temellerde diriltmeye çalıştığı üniter/merkeziyetçi/İslami rejim kurgusu ile Dürzi-Alevi-Kürt-seküler Arapların adem-i merkeziyetçilik/federalizm kurgusu arasında taban tabana zıt bir konumlanış söz konusudur. Sahada Suriye’nin yeniden inşasına dair bu sadelikte birbiriyle uzlaşması mümkün olmayan iki farklı kurgu vardır. Üstelik bu iki farklı kurguyu taşıyanların ellerinde silahlar da var. HTŞ’nin (elbette Türk Devleti’nin de) derdi cihatçı rejimini Suriye’nin tamamında inşa edebilmektir. Suriye ve Kürdistan’ın halkları ise Esad dönemine İslami sos katan dönüşü ve 14 yıllık süreçte cihatçıların neler yaptığını bilerek haklı bir şekilde silahlarını bırakmadan kendilerini koruma ve taleplerini hayata geçirme çabasındadır.

Suriye’de federalizm/adem-i merkeziyetçilik sürecine ancak SDG’nin öncülük edebileceği, bu pozisyona en baştan sahip olan Dürzi, Alevi toplumunu da peşinde sürükleyebileceği bir deneyime, askeri ve politik birikime sahip olduğu görülmektedir. SDG’nin HTŞ’yle ABD’nin zorlamasıyla girdiği taktiksel ilişkileri (10 Mart Mutabakatı vs.) ancak Dürzi, Alevi ve seküler Arapları ittifak halinde örgütleyeceği bir strateji karşılarsa federal bir Suriye’ye geçiş bu yoldan mümkün görünüyor. HTŞ ile ademi-merkeziyetçilik, federalizm gibi projeleri hayata geçirmek mümkün değildir. SDG’nin ‘terör’ yaftasıyla yaklaşan Türk Devleti’nin basıncını, ABD’nin kendi planları doğrultusunda zorlamalarını ve zaman kazanmak anlamında manevra ihtiyacını gidermek gibi nedenlerle HTŞ’yi muhatap alması bir yerde anlaşılırdır. Fakat bu taktiksel durum sonsuza dek sürdürülemez. HTŞ’nin gücü yetse veya fırsat bulsa Rojava’yı kanla bastırma niyetinde olduğu Halep’teki Kürt mahallelerine saldırılarında, keza Türk Devleti’nin de sürekli olarak askeri operasyon tehditlerinden görülüyor ki Rojava’nın kazanımlarını koruması ve politik perspektifine uygun bir muhatap yaratması sorunu bulunmaktadır.

SDG, taktiksel olarak zamana oynamak açısından HTŞ’yi muhatap almayı sürdürmekle beraber elini güçlendirmek, Suriye’de politik perspektifine uygun ittifaklar geliştirmek zorundadır. Bu da Kürtlerin Haseke’de düzenlediği Ortak Tutum Konferansı’na benzer şekilde Alevi, Dürzi, Hristiyan ve seküler Arapları bir araya getirecek ve Suriye’nin daha geniş temsiliyetine alan açan, HTŞ’nin bahşedilmiş ‘meşruiyeti’ni sorgulatan ademi-merkeziyetçi bir başka Ortak Tutum Konferansı’nı gündeme getirmektedir.

Aynı veya benzer şeyleri isteyenler, HTŞ’nin saldırılarına maruz kalanlar Suriye’de doğal olarak müttefik pozisyonundadır. Rojava/Süveyda/Orta-Batı Suriye’nin HTŞ’yle çelişkisi ortak, talepleri de benzer. Bu durumda HTŞ’yle adem-i merkeziyetçilik ABD-Türk Devleti baskısını göğüsleme yönünde taktiksel tartışmayla sınırlı kalmanın ötesine geçemeyecektir. SDG, HTŞ’nin yapamayacağı bir şeyi ondan bilerek istiyor. Ki Salih Müslim çok açık bir şekilde “Demokrasi yoksa entegrasyon da yok” diyor. Yani en az bizim kadar HTŞ’nin demokratik bir dönüşüme uğrayamayacağını sahadaki güçler de biliyor, HTŞ’yi ve onu destekleyen devletleri buradan sıkıştırıyor.

HTŞ’yi ABD-AB-İsrail ittifakı iktidara taşısa da bu onu her koşulda destekleyeceği anlamına gelmiyor. Çünkü bu blok kendisiyle uyumlu çalışabilecek asgari düzeyde istikrar vaat eden bir kukla yapı istiyor. HTŞ’nin kendi içinde dahi yönetme sorunu taşıdığı, Suriye’nin eski toprak bütünlüğü hikayesinin oluşmasının artık mümkün olmadığı, üç farklı toplumdan (Alevi-Dürzi-Kürt) federalizmin yükseldiği koşullarda HTŞ’nin yönetemez ve gidici olduğu da açıktır.

Başta Rojava olmak üzere federal yönetimi kırmızı çizgi ilan edip bundan geri adım atmayan öznelerin olduğu askeri ve politik gerçeklikte Irak benzeri federal bir sürece kapı aralanmasının ihtimali yüksektir. HTŞ’nin gidişini hızlandıracak olan en temel faktörün adem-i merkeziyetçilik diyen Alevi, Dürzi, Kürt ve seküler Arap özneler arasında bir yerde kaçınılmaz olarak gündeme gelmek zorunda olacağı ittifaklar meselesidir. Böylesi bir ittifak arzu edilen Suriye ‘istikrarını’ bozan, başka bir iktidar ve yönetme biçimi olarak kendini ortaya koyan bir durum yaratır (ki şu anki ittifaksız haliyle dahi emperyalizmin planlarını bozuyor). Colani ve HTŞ’sine bahşedilen en başından itirazlarla dolu ‘meşruiyet’ olası bir ittifak halinde yerle yeksan etmeye mahkûmdur. Suriye’deki süreçlerden ABD-AB-İsrail blokunun beklentisi elbette Ortadoğu’da başka bir bloku yani Rusya-İran blokunu daha fazla sıkıştırıp denetim altında tutabilecekleri bir Suriye hayalidir. Emperyalistler arası çelişkilerden proleter devrimleri çıkaracak bir öznenin sahada olmadığı koşullarda en iyimser oluşabilecek tablo HTŞ’yi tabandan zorlayarak emperyalistlerin de müdahalesiyle gönderecek bir halklar ittifakı ve bunun sonucunda oluşacak federal Suriye gibi görünüyor.