Aşağıdaki yazı, İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 45’inci yıldönümü dolayısıyla, Partizan, Sosyalist Meclisler Federasyonu ve Yaşanacak Dünya İçin Çağrı tarafından, İstanbul’da düzenlenen sempozyumda Alınteri adına yapılan sunumun genel çerçevesidir:
24 yıllık ömrünün son birkaç yıllık etabına 500 sayfalık teorik üretim sığdıran, teoriyle olduğu kadar pratikle de öncü bir ilişki kuran, dünyayı dönüştürme çabasını döneminin neredeyse tüm direnişlerinde yer alarak-örgütçülük yaparak somut bir gerçeğe dönüştüren, yürüdüğü yolun her adımında kararlılık-tutku ve yeni bir kurucu iradenin sarsılmaz temsilcisi olmanın hakkını veren, parça parça kesilen bedeninin her hücresine sarsılmaz bir devrim düşü sığdıran Türkiye Devrimci Hareketi’nin (TDH) kurucu önderlerinden İbrahim Kaypakkaya, katledilişinin 45. yılında aynı “gençlik” ruhuyla yaşıyor.
Mevcut statükolara başkaldırının olduğu kadar yeni olanı yaratma iradesinin, sağlam bir toplumculuğun ve kapitalist yabancılaşmanın-meta fetişizminin, emperyalist kapitalist barbarlığın karşısında durmanın ifadesi olan ’68 ruhunun yetkin temsilcilerinden biridir İbrahim Kaypakkaya.
Geleneksel sol anlayış ve politika tarzı dahil ,yerleşik olana, aşılması gerekene meydan okumakla özdeş olan ‘68’in Türkiye’deki izdüşümü ’71 kopuşu olduysa, İbrahim Kaypakkaya da bu kopuşun yerine konulacak yeniyi arama ve yaratma çabasının bütünlüklü bir simgesi oldu.
FKF’nin son dönemlerinde başlayıp Dev Genç’i doğuran bu devrimci kopuş, daha doğrusu yeni bir devrimci yol arayışı, hem pratik olarak -ki başlangıçta o esastı- hem de Dev-Genç’te cisimleşen kurumsal-örgütsel ifade bakımından başlangıçta ortaktı. Temel değerler ve devrimci ruh hali konularındaki ortaklığını koruyup sürdürmekle beraber sonrasında, bu devrimci radikalizme düşünsel bir çerçeve ve strateji kazandırma aşamasından itibaren çatallandı.
Bildiğimiz 3 ana damar/kulvar çıktı ortaya: İbo’nun öncülük ettiği TKP-ML TİKKO, THKO ve THKP-C.
Bunların herbiri, kendine özgü yanlar taşıyan ön açıcı devrimci yönelimlerdi. Yine herbiri, dünyadaki gelişmelerden farklı yönlerdeki etkilenmelerin ifadesiydi bir bakıma ama tabii ‘yerli’ çizgi ve özellikler de taşıyorlardı. Kaypakkaya’nın yönelimi, bu açıdan içlerinde ‘en yerli’ olandı; üstelik, Malatya-Dersim hattında diğerlerinden çok daha derinlere işleyen bir kitlesel etki yaratmasına karşın büyük kentlerde, Dev-Genç’in iskeletini ve tabanını oluşturan kentli küçük burjuvazi ve emekçi kesimler içinde, Deniz‘de simgeleşen THKO ya da Kesintisizler ve Kızıldere ile hafızalarda kendine yer eden THKP-C kadar taban bulamadı.
Bu sonucun doğmasında İbo ve temsil ettiği yönelimin, hem diğerlerine göre kısmen daha geç, üstelik zamanın Aydınlık’ı gibi o zamanlar da birçok özelliği nedeniyle devrimcilere “sevimsiz” gelen bir yapıdan, 12 Mart koşulları gibi herkesin bir anlamda varlık-yokluk savaşı verdiği koşullarda doğmasının payı var. Bu koşullar onun kısmen gölgede kalmasına neden oldu.
Bunun bir nedeni de, savunduğu genel ideolojik çizgi ve Türkiye’ye ilişkin sosyo-ekonomik yapı çözümlemesi nedeniyle, onun da ağırlığı zaten onlara veren “köylü karakteri” idi.
Sonuçta, İbo ve görüşleri, ’71 Hareketinin diğer iki öncü yapısı kadar popülerleşemedi, bu anlamda hak ettiği değeri tam bulamadı.
Halbuki İbo, Maocu bir genel çerçeve içinde kalmak, yani onun kalıplarıyla hareket etmekle birlikte-ki THKO ve THKP-C’nin de, Fokoculuk ve PASS gibi Latin Amerika kökenli kendi kalıpları vardı- Türkiye’nin tarihinin ve o günkü gerçekliği içinde sosyo-ekonomik yapısının daha gerçekçi ve yetkin bir çözümlemesini yapmıştı
Onun özellikle de Kemalizm tahlili-ki değeri ancak yıllar sonra, 1990’lardan sonra anlaşılmaya başlanmıştır-Türkiye gerçekliğinin çözümlenmesinde ileri ve çok isabetli bir çözümleme örneğiydi.
Keza faaliyet yürüttüğü alanlarda Çorum-Malatya ve Dersim havalisinin somut sosyo-ekonomik yapı çözümlemelerine yönelmesi, o yıllarda kaleme aldığı Kesintisizler’de bile daha çok “tercüme” tezlere dayanan Mahir’e, hele hele Hüseyin İnan’ın kaleme aldığı Türkiye Devriminin Yolu broşürü dışında “teorik” bir çabası ve yönelimi olmayan THKO’ya göre ileri ve değerli adımlardı.
İbo’nun bu yönü, bir taraftan da işkencedeki o efsanevi direnişinin gölgesinde kaldı.
İbo’nun sonraki takipçileri, özellikle de 1980’lerin neoliberal yeniden yapılanması kapsamında kapitalizmin tarihsel bir sıçrama yaptığı 1990’lar sonrası Türkiyesi’nde, İbo’nun HAKKINI VERMEK yerine ONU TEKRARLAMAKLA YETİNEN bir dogmatizmin temsilcileri olarak İbo’dan uzaklaştılar.
İbo’nun “yeni bir yol açmakta” gösterdiği cesareti güne taşımak yerine, onun yazılarına ‘kutsal kitap’ muamelesi yaptılar, öze değil söze saplanıp kaldılar; yani İbo’yu takip etmek yerine “İboculuk” yaptılar
Aynı şey, onun mirasının tamamlayıcı parçasını, ikinci özgün yönünü oluşturan işkencede direniş konusunda da kendini gösterdi. İbo’nun o evsanevi tutumunu bütünlüklü bir örgütsel tutuma dönüştüremediler. Bu konuda İbo’nun bayrağı, 12 Eylül koşullarında Adressiz Sorgular geleneğini yaratanlar tarafından taşındı.
İbo, her şeyden önce yerleşik kalıpların tutsağı olmayan bir cüret ve atılımın simgesiydi! O, eskiden, yerleşik kalıplardan, geleneksel anlayış ve alışkanlıklardan devrimci bir kopuş örneğiydi. Onu yaşatmanın ve yarınlara taşımanın yolu da, Kaypakkaya’nın bu yönünü kuşanmaktan geçiyor.
Eski kafa, eski tarz, ezberlenmiş kalıplarla vs. yapılan devrimcilik, günümüzde artık devrimci olarak bile kalamıyor; kendini bir fanusun içine kapatarak “ruhunu rahatlatsa” dahi ne sınıf ve kitleler üzerinde etkili olabiliyor ne de o eski tarzın hakkını verebiliyor. Sürekli patinaj yapıyor, geriye doğru kırılıyor, dahası devrimci hareketin bütününe de zarar veren süreklileşmiş iç krizlerden kurtulamıyor.
Bu çemberi kırabilmek için, önce “İboculuğu” bırakıp İBO olmak gerekiyor!