İşçi sınıfına saldırıda parende atmaya hazırlanıyorlar



İşçi sınıfının örgütsüz olduğu, mevcut örgütlerininse misyonlarına yabancılaştıkları bu koşullarda burjuvazi arsızlığı, “İşçi ücretlerini devlet ödesin” demeye kadar vardırdı


Burjuvazi ve devleti, kapitalist sistemin kriz yaşadığı her dönemde işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına dönük saldırganlıklarını daha fazla tırmandırdı. Bu krizde de kıdem tazminatı, sosyal güvenlik sistemi, pamuk ipliğine bağlı olup, sadece sınırlı bir kesime mahsus olan iş güvencesi gibi hakları kökünden kazımak istiyorlar.

Kriz bahanesiyle işçi haklarına göz diken, ağzına girecek bir lokmanın da neredeyse tümünü isteyecek kadar hoyratlaşan burjuvazi ve temsilcileri bu süreci hayal ettikleri sömürü cennetinin yaratılması için parendeler atacak şekilde yönetmek istiyorlar.

İşçi sınıfının örgütsüz olduğu, mevcut örgütlerininse misyonlarına yabancılaştıkları bu koşullarda burjuvazi arsızlığı, “İşçi ücretlerini devlet ödesin” demeye kadar vardırdı. Devlete ödeme için gösterilen adres de işçinin ücretinden kesilerek oluşturulan ve işçi dışında her şeye kullanılan İşsizlik Fonu oldu.

Yeni Ekonomi Politika (YEP) diye sunulan bir saldırı programıyla elde kalan tazminat hakkını (ki giderek daha az işçi yararlanıyor!), sosyal güvenliği (ki kayıt dışılığın ve güvencesizliğin yaygın olduğu bu koşullarda mevcut sistem fiilen tasfiye edildiği halde!), kamuda sözleşmelilik modeliyle fiilen işlevsizleştirilen iş güvencesini yazılı yasalardan da çıkarmaya ya da yeni saldırı modellerine göre düzenlemeye çalışıyorlar.

Tüm bunlarıysa işçi ve emekçilere “müjde” olarak sunmayı ihmal etmiyorlar.

Bugüne kadar yaşanan sayısız saldırıyla fiilen işlevsizleştirilmiş bu haklar karşısında anlamlı bir mücadele hattı öremeyen sendika ve meslek örgütleriyse halen aynı yerde saymaktaki ısrarlarını sürdürüyorlar.

-Son olarak ucu gösterilen saldırılardan biri sosyal güvenlik sisteminin tamamen tasfiyesi anlamına gelen Bireysel Emeklilik Sistemi’nin (BES) 3 yıl boyunca zorunlu hale getirilmesi. İşçinin ücretinin önemli bir kısmının bu fona kesilmesi ve 3 yıl boyunca bunun üzerinde hiçbir tasarruf hakkının olmaması anlamına gelen bu sistemle, mevcut sosyal güvenlik sistemi yasal olarak da lağvedilmiş olacak. Fonun nerelere-nasıl kullanılacağıysa işsizlik fonunun bugüne kadar nasıl kullanıldığı bilgisiyle düşündüğümüzde açıktır.

-Yine YEP kapsamında dillendirilen konulardan biri de kamu emekçilerinin nispi iş güvencesinin tümüyle ortadan kaldırılmasıdır. “Müjde” olarak önden duyurulan bu habere göre çalışma saatleri esnekleştirilecek!

KESK müjde olarak sunulan bu haber üzerine şu soruları sordu:

Çalışma saatlerim esnek olunca çalışma süreme bağlı mali ve sosyal haklarım olduğu gibi kalacak mı? Onlarda da bir esneme mi olacak? Örneğin fiili hizmet süremin, prim gün sayımın, derece yükselmesi ile kademe ilerlemesi için aranan sürelerin hesabında, bir değişiklik olur mu?

 

Ya da çalışma süreme göre belirlenen haklarımda, örneğin yemek ücreti, servis, ek ödeme, ek ders ücreti, fiili hizmet süresi zammı (yıpranma payı)  gibi haklarımda değişiklik olur mu?

 

Esnek çalışmaya göre hangi saatlerde çalışacağıma ben mi karar vereceğim yoksa benim üstüm, amirim pozisyonunda olanlar mı? Ya da kurumun idarecisi mi?

 

Pratikte her kamu emekçisinin kendi çalışma saatlerine karar vermesi deyim yerindeyse her kamu emekçisinin kafasına göre çalışma saatleri belirlemesi mümkün mü?

 

Kimin hangi günlerde, hangi saatlerde mesai yapacağına karar verecek olan amirlerin, yöneticilerin kamu emekçileri arasında ayrım yapmaması, adil olması mümkün mü?

 

Hangi saatlerde mesai yapacağıma kendim veya amirim-idarecim karar verecekse fazla mesai ücretim doğal olarak ortadan kalkmayacak mı?

 

Mevcut durumda işçiler için esnek çalışma uygulanıyor. Denkleştirme çalışmasına göre bir işçi günde 11 saat,  6 günde haftada toplam 66 saat çalışsa bile fazla mesai ücreti alamıyor. Bunun yerine daha sonraki haftalarda çalışma süresi azaltılarak iki ay içerisinde haftalık 45 saate denk getiriliyor. Bu iki aylık süre 4 aya kadar uzatılabiliyor. Yani işveren işlerin yoğun olduğu dönemde işçiyi fazla mesai ücreti ödemeden günde 11 saat, haftada 66 saat çalıştırabiliyor. İşlerin yoğun olmadığı zaman ise haftalık çalışma süresini düşürebiliyor. Kamu emekçileri için de aynı yol mu izlenecek?

Bu soruları soran KESK’in yönetiminin onların ciddiyetine uygun bir hazırlık yapıp yamadığını sormuyoruz bile. Keza uzun zamandır suya sabuna dokunmayan, on binlerce ihraca karşı bile tek bir anlamlı pratik geliştiremeyen duruşuyla sorunun yanıtı ortada.

Oysaki saldırı çok büyük. Sadece iş güvencesini değil, onunla birlikte sosyal güvence ve hakların tasfiyesi anlamına da geliyor. Sonuçlarını şimdiden öngörmek zor değil.

-Her dönemde ucu gösterilen kıdem tazminatı hakkının gasbedilmesinin de bu süreçte şu ya da bu şekilde gündeme getirileceği malum.

“Müjdeler” bitmiyor

Tüm bu saldırı programının bünyesinde kurulacak Maliyet ve Dönüşüm Ofisi’nin ABD merkezli uluslararası yönetim şirketi McKinsey’le çalışacağı da başka bir “müjde”. Neoliberal sömürü politikalarında ustalık mertebesine ulaşmış AKP’li kadroların şimdi uluslararası yönetim şirketlerine neden ihtiyaç duyduğuysa ayrı bir mesele. Bu şirketler üzerinden kime hangi mesajlar vermeye çalıştıklarına dair söz söylemeyeyse gerek yok.

Kısacası işçi ve emekçilerin iki yakasının kelimenin gerçek anlamıyla bir araya gelmeyeceği, mutfaklarda yangın değil buz gibi bir hiçliğin sözkonusu olacağı, işsizliğin çığ gibi büyüyeceği bu dönemde ulusalı-uluslararasıyla sermaye, neoliberal sömürü politikalarında kat edilen yolu büyük bir sıçramayla noktalayıp, Türkiye’yi her açıdan bir sömürü cehennemine dönüştürmek için el birliğiyle işe koyulmuş durumda.

İşçi ve emekçiler bu devasa saldırı karşısında örgütsüzlükleriyle eşgüdümlü bir tutum sergiliyorlar. Bir yanda kendiliğinden işçi eylemleri gerçekleşiyor, diğer yanda çaresizlik duygusuyla yönelinen intihar haberleri giderek sıklaşıyor.

Sendika ve meslek örgütleriyse bu devasa saldırıya karşı gelişecek bir işçi hareketi dalgasını karşılayıp, ona yön verebilecek bir enerjiyi maalesef temsil etmiyor. KESK, DİSK, TMMOB, TTB’nin olup bitenler karşısında alışılmış bir kampanya dışında bir şey söyleyememesi daha doğrusu şimdiye kadar somut pratik bir adım atmaması bile bu açıdan manidardır.

Önümüzdeki dönemde her yerden yükselecek ücret, işçi kıyımı ve hak gaspları haberleri karşısında “emeğin haklarının korunması” temelinde verilecek mücadelenin asıl olarak üretim alanlarından örgütlenecek, oralardaki patlamaları bizzat oralarda örülen iç örgütlülüklerle karşılayacak bir mücadele olmak zorundadır. Örgütlü ve pratik duruşu işçi sınıfının gövdesiyle birlikte bedelleri de karşılayarak örebilmektedir. Sokaklarda yazılı-sözlü ajitasyonla, stant çalışmalarıyla, güçlü olunan belediyelerde yapılacak sembolik iş bırakmalarla karşılanacak bir süreç değildir bu. Bunların her biri ancak üretim alanlarındaki yangının örgütlü bir duruşa çevrildiği ve ona uygun bir tutum haline getirildiği oranda anlamlı olacaktır.