Nihat Hatipoğlu’nun gizleyemediği sınıf korkusu



Sosyal medyada lüks ve şatafat içerikli paylaşımların emekçilerde “haset” yaratacağını söyleyen Hablemitoğlu, bu “hasedin” o paylaşımlardan daha günah olduğuna hükmederek sınıf korkusunu emekçilere ayar vererek bastırmaya çalışıyor


Kapitalizmin kırmızıçizgilerine dokunmamaya özel dikkat göstererek dini gündelik hayatın temel doğrusu haline getirmeyi meslek edinen ve her sözünün ederi milyonlarca liraya denk düşecek kadar dünyevi dürtülerle hareket eden Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu, Sabah’tan Pınar Yıldız Yüksel’e verdiği röportajda aklımıza gelen hemen her konuya dinsel bir açıklama getirdi.

Bir medya fenomenine dönüşüp, zamane din gurusu gibi davranan Hatipoğlu, sadece “yüzmek orucu bozar mı?” gibi akıl almaz sorulara yanıt verdiği için milyonlarca lira kazandığını unutmuşçasına internet aleminin sunduğu olanaklar üzerinden para kazananları “Bir insan bunu meslek edinebilir, buradan çok da para kazanabilir ancak para kazanmanın da bir onuru ve haysiyeti olmalı” sözleriyle yargıladı pişkince. Demek ki kendisi için ticareti yapılan şey din olunca sorun yoktu! Öyle ya Hatipoğlu, guruluk mesleğini medyadan sosyal medyaya kadar hemen her aracı en verimli şekilde kullanarak gemisini yürütenlerdendi. İnstagram fenomenlerinden ya da Youtuber’lardan farkı, onun rejimin de isteklerini dikkate alarak dini dünyevi meselelerin temel çözüm kaynağı haline getirmesiydi!

Röportajda Hatipoğlu’na pas edilen tüm sorular da onun zamane din guruluğunu bir kez daha kutsamaya dönük sorular olunca, Twitter’da DM üzerinden yazışmaktan tutalım da eşlerin telefonlarına şifre koyup koymamalarına, bir kadın fotoğrafının beğenilmesinin günah olup olmamasına kadar sosyal medya mecrasının aklımıza gelebilecek hemen her alanına ve konusuna ilişkin dinsel kurallar koymaya soyundu.

Toplumsal yozlaşma ve çürümenin derinliği oranında çukurlaşan ve ciddi bir toplumsal boşalım alanı haline gelen sosyal medyanın bu haliyle sistem için de ciddi bir tehlike alanı haline geldiğini biliyoruz. Özellikle de kendisi için pek kıymetli kurumlardan ailenin yaşadığı sarsıntı ve krizi derinleştirecek bir mecra haline gelmesi, sindirilecek bir şey değil. Hatipoğlu da, ayar çekilmesi gereken fakat mümkünü de olmayan bu alanın din üzerinden, salınan fetvalar aracılığıyla yaratılan korkuyla denetlenme çabasının bir parçası olarak konuşuyor röportajda.

Karşılığında ne kadar para aldığı bilinmez; ama tüm idealist düşünüş biçimlerinde olduğu gibi sadece sonuca odaklanan, bu sonucun diyalektik toplumsal arka planına ve bu arka planın da doğrudan kapitalist üretim ve tüketim ilişkileriyle bağlantılı olduğuna bilerek gözlerini kapattığını gizleyemiyor.  “Ahiret korkusuyla” kişiyi de toplumu da yola getirmeye çalışan bu din bezirganı, bu arka planı bilerek saklamaya çalışsa da dilin ağrıyan dişe gitmesinde olduğu gibi sorunun esasının çevresinde dolanmaktan da alıkoyamıyor kendisini. Mesela yemek sofrası paylaşımları ya da eşe alınan hediyelerin fotoğraflanıp paylaşılmasının günah olup olmadığına dair pas edilen sorulara verdiği yanıtlarda gerçek karın ağrısını da ele veriyor.

Hatipoğlu, mükellef sofralar ya da lüks hediyelerin fotoğraflanarak, sosyal medyadan paylaşımına ilişkin yaptığı vurgularla sınıflar arasındaki eşitsizliğin alenen sergilenmesinden duyduğu korkuyu ele veriyor röportajında. Özellikle dindar kesimlerde, yükselen orta sınıfın debdebeli yaşamına duyulan tepkinin giderek görünürleştiğini düşünecek olursak bu soru da öylesine sorulmuş bir soru değil zaten. Röportajın tümünde de aslında bizzat dindar kesimin iç çelişkileri, korku ve kaygıları konuşuyor.

Elbette ki işçi ve emekçilerin bütününde etkisi de giderek belirginleşen sezgisel sınıf tepkileri…

Hatipoğlu, bu tür lüks ve şatafat içerikli paylaşımları “haset” yaratacağını söylüyor. “Kul hakkı”ndan bahsediyor. Etrafında dolandığı şeyin adını koymaktan kaçınamıyor tabi. “Bu toplumdaki çatışmanın, karşılıklı hesaplaşmanın da yolunu açar” demek zorunda kalıyor. Burjuvazinin o asırlık “Bir gün gecekondulardan gelip boğazımızı kesecekler” korkusunu başka cümleler ve din kılıfıyla yineliyor yani…

Fakat bu korkusunu ele verirken bile işçi ve emekçileri “ahiretle” tehdit etmekten, onların öfkelerine ayar vermekten geri durmuyor.  “Kul hakkına girer. Kişilerin dedikodularına, hasetlerine sebep olabilirsiniz. Böylece hem günaha girmiş hem de günaha davet etmiş olursunuz” diye belirttikten sonra, “Bu haset, yemeği paylaşma günahından bile büyük” deyiveriyor.

Emekçilere sınıflar arasındaki uçurum karşısında “öfkelenme, haset duyma, çünkü bu duygular lüks ve israftan daha büyük günahtır” mesajı veren Hatipoğlu, tüm o laf kalabalığı arasında asıl meramını da ele vermekte beis görmüyor.

Hatipoğlu ve sınıfı dört bir koldan çalışıyor yani… Rejim işçi ve emekçileri polisle, gözaltıyla, zindanla uslandırmaya çalışıyor. O da rejimin kriz ve toplumsal patlama korkusuna, ticarileştirilen din üzerinden katkı sunuyor.

Fakat ne yaparlarsa yapsınlar korkunun çaldırdığı ıslığı gizleyemiyorlar. “Bir gün gecekondulardan gelip boğazımızın kesecekler” korkusunun…