Türk-İş, son zamanlarda hayli radikal açıklamalarla dikkat çekiyor. Bu çıkışlarının ilkini Genel Başkanı Ergün Atalay katıldığı asgari ücret tespit toplantıları sırasında yapmıştı. Krizin işçi sınıfı cephesinde yaratığı yıkıma dikkat çekerek Fransa’daki Sarı Yeleklileri işaret etmişti. Çamur medyası üzerine gelmiş, tehditler savurmuştu ki; imdadına Binali Yıldırım ve TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu yetişerek, kendisinin “yerli ve milli” bir sendikacı olduğunu bir kez daha tescillemişlerdi. Zaten Atalay da ettiği boyundan büyük lafın arkasında duramamış, kıvırdıkça kıvırmış, uzatılan mikrofonun rengine uygun açıklamalar yaparak, bu konudaki ustalığını sergilemişti.
Atalay o tartışmalar sırasında uzatılan “ulusalcı” mikrofonlardan birine “Ben işçiyim, üzerimde işçinin tulumu var. Ben eylem derim, grev derim” sözleriyle hakkında suç duyurusunda bulunan Hak-İş’e bağlı Enerji-İş Başkanı Mahmud Altunsoy’a tepki göstermişti.
Bu artistik hareketlerden sonra da belirlenen asgari ücret rakamını (2 bin 20 TL) kabul edilir bir rakam olarak takdim etmişti!
Atalay’ın benzer çıkışları daha sonra da devam etti. Kıdem tazminatı, Sakarya’daki Tank Palet fabrikasının Katar-Sancak ortaklığındaki BMC’ye satılacak olması ve yerel seçimlerde hangi adaylara oy verip vermeyeceklerine dair açıklamalardı bunlar.
Her biri konusunda nasıl bir tutum alacaklarınıysa asgari ücret konusundaki keskin tutumdan, “kabul edilir bir ücret” tutumuna savrulmalarından anlamak mümkün.
Belli ki Türk-İş bürokratlarının sendikalaşma oranının yerlerde süründüğü, sendikacılığın itibarının beş paralık olduğu bu koşullarda bu tür, esmese de gürleyen söylemlere ihtiyaçları var. Ondan olsa gerek işçinin bam telini oluşturan mevzularda oldukça radikal açıklamalar yapmaya devam etti/ettiler.
Atalay, Türk Metal Sendikasının 55. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen temsilciler toplantısında kıdem tazminatının fona devredilmesi tartışmaları konusunda fonların nasıl kullanıldığına gönderme yaparak, “Kıdem tazminatının bu şeklinden memnunuz. Alamayanlarla ilgili bir düzenleme yapın, katkı sağlayalım. Nokta kadar geriye giderseniz buna müsaade etmeyiz. Kıdem tazminatı işçinin son kalesidir” dedi.
Ücretlilerin ağır vergi yüküyle karşı karşıya kaldığını belirtip, çalışanların ocaktaki ücretini aralıkta da eksiksiz alması gerektiğini dile getirdi.
Kamuda sürekli işçi kadrosuna alınan taşeron işçilerin altışar aylık dönemler için yüzde 4 olan ücret zammının en az yüzde 20’ye yükseltilmesi gerektiğini vurguladı. Başta Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) olmak üzere taşeron düzenlemesinin dışında kalan işçilerin de bir an evvel kadroya alınmasını istedi.
Yerel seçimlerdeki tutuma dair de köşeli açıklamalar yapan Atalay, hangi partinin adayı olursa olsun işçilerin örgütlenmesine engel olan, sendikaya üye olduğu için işçilerin işine son veren, işçileri farklı bir sendikaya geçmeye zorlayan, eylemleri engellemeye çalışmak gibi birçok yöntemle sendikal hakları gasp eden partilere oy verilmemesini istediğini ifade etti. Bunu, konfederasyonlarına bağlı sendika genel başkanlarına da bildirerek, sendikalarının seçimle ilgili net tavrını ilan etti.
Türk-İş bürokratlarının bu “radikal” açıklamalarının yumurta kapıya dayandığında nasıl bir kıvırtmaya dönüşeceğini kestirmek zor değil. Mesele onlara bu açıklamaları yaptırtan nedenlerin anlaşılmasında. Sınıfın kaynama noktalarını, nabzını tutan bu bürokratların oradan hangi sesleri duyduklarını görmekte. Kısacası söyleyene değil, söyletene bakmakta.
Sendikalaşma oranlarının her yıl daha bir eridiği, açıklanan son resmi verilere göre her 100 işçiden 86’sının sendikasız olduğu, mevcut sendikaların ezici bir çoğunluğunun yetki sorunuyla karşı karşıya kaldıkları bu koşullarda saltanatlarının bir süre daha devam edebilmesi için pratikte olmasa bile söylemde bir tutum almaları adeta bir zorunluluktur.
İşçi sınıfının tepesine çöreklenen bu ağaların tabandan aldıkları nabızla atıp tutarak o saltanatları koruyamayacaklarını ise yaşayıp göreceğiz.