Poyraz Soysal
Çocuklar geleceksizliğin, anne babaları onların geleceğinin kaygısında. Milyonlarca emekçi, çocuğunun kendi geleceğini kurtarabilmesi için kölece çalışıyor. Hatta kendinden vazgeçiyor. Gelecek dediysek de öyle ahım şahım bir şey değil. Karnını doyuracağı, yoksulluk çekmeyeceği koşullar. Çünkü emekçileri bu koşullara mahkum edenler, onların hayallerini de küçülttü. Niye küçültmesindi?
Hayalleri geniş olanlar hele de kolektif bir gelecek hayali kuranlar, bu asalak düzenin en büyük kabusu değil miydi? O da bunun bilincinde olarak en iyi becerdiği şeyi yaptı, küçültmek. O küçültmeyi iyi bilir. Emekçilerin ekmeğini, hayallerini, evlerini, gelirlerini küçültür sürekli. Küçülttükçe kendi kasasını büyütür. Bir öğütme makinesi gibi her şeye çöker. Halkın seçtiği belediyelere, kurumlara, gazetelere… En son marifeti kreşlere çökmek oldu.
Dün Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bir talimatıyla belediyelerin kreş açamayacağı buyruldu. Çocukları gün doğmadan karanlıkta okul yollarına düşürenler, akşama kadar onları okulda aç bekletip bir öğün yemek ver(e)meyenler, protokoller ile gerici tarikatlara servet akıtıp çocukları onların karanlık ellerine itenler, MESEM’lerle emekçi çocuklarını patronlara ucuz işgücü olarak sunanlar, çocuk yaşta evliliği engellemeyenler, kaç çocuğun örgün eğitimin dışında kaldığını bile araştırmayanlar; belediyelere ait mevcut kreşleri bile kapatarak halka olan düşmanlıklarını bir kez daha gösterdiler. İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına aday olan ve o kesitte oy avcılığı peşindeki Murat Kurum’un “Her mahalleye 7 gün 24 saat kreşler açacağız” diyerek vaatlerde bulunduğunu herkesin unuttuğunu sanıyor!
Tabii bu gelişigüzel yapılmış bir hamle değildi. Ucuz emek gücü olarak gördükleri kadınların emeğini dizginsizce sömürürken, diğer taraftan da gerici kodlarla kadını günlük hayatın dışına çekmeye çalışıyorlar. Tüm baskı ve çürümenin çekirdeği olan aileyi kutsayarak kadın ve çocukları derin bir cendereye hapsetmek istiyorlar. Geçenlerde Erdoğan “Aileyi hedef alıyorlar, aileyi güçlendireceğiz” derken alışılmış tarzdaki talimat verme yöntemini konuşturuyordu. Zira bunun arkasından gelenler de bu hamleyi tamamlar nitelikteydi. 25 Kasım’da ülkenin en işlek caddesini trafiğe kapatıp halkın günlük yaşamını zaten zorlaştırırken, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde kadın ve LGBTQ+lara şiddet uygulayarak kendisine yakışanı yaptı. “Devlette devamlılık esastır” sözünü doğrularcasına kreşlerin kapatılma talimatını da 25 Kasım’da verdi. Yani tüm kazanımları, özellikle de kadın kazanımlarını yok edeceğini beyan etti.
Hoş bu düzende çalışan emekçi kadınlar için kreş talebi onlarca yıllık bir geçmişe sahiptir. En ileri kazanımların olduğu düşünülen Avrupa ülkelerinde bile kadınlar devletin sağladığı yaygın kreş ağından mahrum. Bu ağ sosyalizmin varlığı ve sınıf mücadelesinin güçlü olduğu belirli dönemlerde asgari bir yeterlilikle var olabilmiştir. Ama o haliyle bile her şeyin metalaştırıldığı neoliberal birikim modeli içinde yok edilmiştir. İşçi, emekçi kadınlar bu süreçte mevcut devlet kreşlerinin de tasfiyesiyle kalakalmıştır. Ya oldukça pahalı özel kreşlere mecbur bırakılmışlar ya da Türkiye’de olduğu gibi özel kreşlerin yanı sıra tarikat ve cemaatlerin ya da doğrudan Diyanet’e bağlı kurumların insafına terkedilmişlerdir.
Ezeli bir talep olan kreş hakkının kazanılması bu düzende neredeyse imkansıza yakın bir meseledir. İktidar şimdi büyük kısmı CHP’ye geçmiş belediyelerdeki kreşlerin varlığına bile tahammül edemiyor -ki sayıları öyle çok değil bu kreşlerin: İstanbul’da 105, Ankara’da 35 olmak üzere 653 kreş açmış CHP. Sembolik olsa da kamusal bir nitelik taşımalarıyla olduğu kadar ideolojik olarak da denetimi dışına çıktıkları için “kapansın” diyorlar.
Birçok anlamın toplandığı bu hamleye karşı kadınlar elbette kolay kolay pes etmeyecektir. Ama saldırının boyutlarının anlaşılıp meselenin tek başına bir kreş sorunu değil kadının toplumsal varlığını hedefleyen bir saldırı olduğu anlaşılmalıdır. Bu aynı zamanda, kamusal nitelik taşıyan, ideolojik denetim sağlanamayan her şeye savaş açıldığı anlamına gelmektedir.
100 yıl önce sınıf hareketinin gücü, kapitalizmin birikim modellerinin dayattığı ihtiyaçla belirli bir yol alınan kreş hakkı kazanımı bu hamleyle son derece politik bir muhteva kazanmıştır.
100 yıl önce bir SSCB vardı, onun varlığıyla sınıf mücadelesinin gücü birleşerek bu kazanım koparılıp alınmıştı. Ki dünyanın tüm emekçi kadınlarının ulaşabildiği bir hak da olamadı hiçbir zaman. Onu bırakalım, kadın özgürlüğüne stratejik anlamlar yükleyen ve sorunun esas noktasını yakalayarak onu ev işleri ve çocuk bakımından kurtarmayı esas alan sosyalizmde bile daha ilk anda büyük bir kreş ağı yaratılmış olsa bile bu sonraki yıllarda sönümlenmiş bir yönelime dönüşebilmiştir.
Bunlar işin bir yanı… Ama şimdi belediyelere ait kreşlerin kapatılması özgülünde dile gelen kadın düşmanlığı, bu düşmanlığın nasıl bir ideolojik-siyasi gericilikle özdeş olduğunun görülmesi ve buna uygun bir tutum alınması önemlidir.
Bu gerçeklik, bizim örgütlü bir mücadeleyi örmekten başka çaremiz olmadığı gerçekliğiyle kendini tamamlıyor. Bugün kreşler için ”LGBTİ propagandası yapılıyor oralarda” gibi fıtratlarına uygun bir kara propaganda düzenlediler ama eylemleri propagandalarından daha kirli. Sıbyan mektepleri adı altında tarikatların kucağına itiyorlar çocuklarımızı. Küçücük çocukları askeri düzende yürütüp propaganda yaptırıyorlar. O tarikatların elinde çocuklara şiddet ve taciz uygulanıyor. Küçücük çocuklara temsili mezar temizlettiler. Yani genel olarak sağın, özel olarak da Türk sağının en iyi bildiği şeyi yapıyorlar. Kendi yaptıklarını hasımları yapıyor gibi göstermek. Onların nasıl gördüğü ve gösterdiği önemli değil. Ne yaptıklarına tanık oluyoruz ve bu çok tehlikeli. Çocuklarımızı, emekçi çocuklarını onların kirli ellerine ve kara emellerine teslim edemeyiz. Her emekçinin çocuğu bizim çocuğumuzdur. Çünkü çocuklar toplumun sorumluluğundadır. Bu konuda da en geniş ve kalıcı çözümü komünistler sunmuştur. O nedenle kapımızı kapatıp kulak tıkayamayız. Bizim boş bıraktığımız yere onlar sızıyor. Onların sızamadığı yere de bu demokrasi tiyatrosunda inandırıcı rol oynayan sızıyor. Tıpkı İmamoğlu denen müteahhittin “Gelsinler de kapatsınlar” sahte meydan okuması gibi. Emekçi semtlere inmeliyiz. Oralarda çocuklarla eğitim başta olmak üzere sorunları için dayanışma ağları örmeliyiz. Bu ağları korumanın yol ve yöntemlerini düşünmeliyiz. Hayat boşluk tanımıyor ve biz bunu acı deneyimlerle öğreniyoruz. O nedenle, bu konuda güçlü bir çözüm odağı öremezsek yakınmaya hakkımız olmayacak. Bu öngörü bir gerçeklik olup felaket şeklinde yaklaşıyor, durdurmalıyız başka yolu yok.
Alınteri Gazetesi 21. Yüzyıla Sosyalizmi Yazacağız!