Neoliberalizmin Çöküşü ve Yeni Bir Küresel Direnişin Ayak Sesleri



Antonio Gramsci’nin “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı” tespiti, içinde bulunduğumuz tarihsel momenti çarpıcı biçimde yansıtıyor


Selçuk Ulu

“Katı olan her şey buharlaşıyor.” Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da dile getirdiği bu tez, bugün emperyalist kapitalizmin içinde bulunduğu türbülansı tanımlıyor. Neoliberalizm, 1980’lerden bu yana küresel sermayenin egemen ideolojisi olarak piyasaları “özgürleştirme”, devleti küçültme ve emeği kontrol etme hedefiyle küresel düzene damga vurdu. Ancak bu model artık çökme noktasına geldi.

Dünyanın dört bir yanında sokağa çıkan kitleler, sadece yerel iktidarlara karşı değil aynı zamanda çürüyen bir sistemin yapısal çelişkilerine karşı da ayaktalar. Bu dalganın sadece bir başkaldırı olarak kalmaması için yeni bir toplumsal tahayyülün işaret fişeğine dönüştürülmesi tüm dünya komünistlerinin temel sorumluluğudur.

Antonio Gramsci’nin “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı” tespiti, içinde bulunduğumuz tarihsel momenti çarpıcı biçimde yansıtıyor. Neoliberal kapitalizmin yarattığı yapısal krizler derinleştikçe dünya genelinde patlak veren sokak hareketleri artık tekil birer olay olmaktan çıkıp bütünsel bir tarihsel eylemliliğin habercisi haline geliyor.

1980’lerden itibaren Thatcher, Reagan ve Özal gibi figürler tarafından şekillendirilen neoliberal paradigma emeğin çok yönlü mutlak kontrolünü, sosyal devletin tasfiyesini ve sermayenin küresel serbest dolaşımını hedefliyordu. Ancak bu model, sınıf çelişkilerini derinleştirerek sermaye lehine büyük bir dengesizlik yarattı. Bugün bu dengesizlik sürdürülemez hâle gelmiş durumda. Sokaklardaki öfke sadece faşist yönetimlere değil onları doğuran sermaye düzenine yöneliyor.

Neoliberalizm: Birikim Rejiminin Kriz Mekanizması

Neoliberalizm, sadece ekonomik bir program değil, ideolojik ve kurumsal bir yeniden yapılandırma sürecidir. Devletin sermayenin organik parçasına dönüşmesi, medya, eğitim ve hukuk sistemlerinin piyasa mantığına göre yeniden şekillenmesiyle gerçekleşti. Bu süreç, emeğin örgütsüzleştirilmesini, toplumsal dayanışma ağlarının dağıtılmasını ve bireyin atomize edilmesini zorunlu kıldı. Ancak bu büyüme borçlanmaya, finansallaşmaya ve spekülasyona dayanıyordu. 2008 kriziyle patlak veren çöküş, neoliberalizmin ekonomik tutarlılığının çözüldüğünü ancak ideolojik aygıtlarının hâlâ işlevsel olduğunu gösterdi.

Bugün Türkiye’de olduğu gibi yaşanan küresel protestolar bu ideolojik zırhın delinmeye başladığının habercisidir. ABD’de Elon Musk’ın öncülüğünde kurulan “Devlet Verimliliği Departmanı” gibi projeler sosyal devletin son kalıntılarını tasfiye etmeye yönelirken halkın tepkisi artık sadece “refah” talepli değil sistem karşıtı bir ruh taşımaktadır. “Hands Off” hareketi sosyal güvenlik kesintileri ve kamu hizmetlerine yönelik saldırılara karşı toplumsal kesimleri birleştirerek neoliberal statükoya karşı yeni bir kamusallık tahayyülünü gündeme taşıyor.

Benzer bir öfke Balkanlar’da da kendini gösterdi. Sırbistan’daki protestolar neoliberal politikalarla derinleşen yoksulluğa, medya tekeline ve kamusal alanların sermayeye peşkeş çekilmesine karşı gelişti. Gençlik kitlesi tarafından sürüklenen bu hareket hükümetin istifasına yol açtı. İspanya’da ise konut krizine karşı patlak veren “Plataforma de Afectados por la Hipoteca” hareketi boş evlerin kamulaştırılmasını ve spekülatif mülkiyetin yasaklanmasını talep ederek neoliberal mülkiyet rejimine karşı meydan okuyor.

Burjuvazi doğayı kâr uğruna akıl almaz bir hırsla yağmalarken direnişler ekolojik taleplerle sınıfsal öfkeyi birleştiriyor. Bu birleşim, sistem içi reformlardan çok daha fazlasını talep ediyor: Üretim ilişkilerinin köklü dönüşümünü.

Doğa, Kapital ve Direniş: Ekolojik Krizin Sınıfsal Haritası

Kapitalist üretim tarzı doğayı yalnızca bir kaynak olarak görürken, neoliberalizm çevreyi de metalaştırarak suyu, havayı, ormanı kârın hizmetine sundu. Bugün yaşanan ekolojik krizler bu modelin içsel bir sonucudur. Almanya’daki “Son Nesil” hareketi sadece iklim politikalarına değil bu politikaları belirleyen ekonomik yapıya karşı da isyan ediyor. Yunanistan’daki Tempi tren kazası özelleştirme politikalarının altyapı güvenliğini nasıl çökerttiğini gözler önüne seriyor. Bu örnekler neoliberalizmin “maliyet hesabı” mantığının doğal sonucu olarak insan hayatını ve güvenliğini tehlikeye attığını gösteriyor.

Neoliberalizmin çöküşü açık ama bu çöküş kendi başına bir kurtuluş doğurmuyor. Kapitalizm, büyük krizlerini yeni birikim modelleriyle aşmaya alışkındır. Ancak şu anki kriz hem ekonomik hem de ideolojik düzeyde bütüncül bir çözülme içeriyor. Sermaye ne yeni bir hegemonya kurabiliyor ne de krizi baskılayacak bir söylem üretebiliyor.

Bu boşluk toplumsal direnişler için bir fırsat yaratıyor. Ancak bu fırsat yalnızca örgütlü bir devrimci pratikle değerlendirilebilir. Aksi takdirde dağınık öfke popülist figürlerin veya kimlik siyasetinin içine sıkışıp kalır. Bugünkü moment “hegemonik kriz”in tam kalbidir ve bu kriz yeni bir dünya tahayyülünü dayatmaktadır.

Dünya sokaklarında yankılanan sloganlar yerelden evrensele uzanan bir direnişin habercisidir. Yakın zamanda Fransa’da Macron hükümetinin emeklilik yaşını yükseltme girişimi, geniş çaplı grevlerle karşılandı. Güney Kore’de ise özellikle genç işçiler ve kuryeler insanca bir yaşam talep ediyor. Bu örnekler krizin küresel bir boyuta ulaştığını ve çözümün ancak enternasyonal dayanışma ile mümkün olduğunu gösteriyor.

Bugün neoliberalizmin çöküşü sadece ekonomik göstergelerle değil, ideolojik hegemonyasının çözülüşüyle de belirginleşiyor. Sermaye hâlâ devlet aygıtını elinde tutsa da meşruiyeti zayıflıyor ve bu durum faşizm ve despotizmi arttırıyor. Ancak bu zorbalığın panzehiri halkların direncidir. Sokakların öfkesi birleşik bir devrimci programla buluşursa tarihsel bir kopuşun tetikleyicisi olabilir. İstanbul’dan Berlin’e, Cakarta’dan Buenos Aires’e uzanan bu isyanlar kapitalizmin artık “tek alternatif” olmadığını haykırıyor. Sorun sistemikse çözüm de sistem dışı olmak zorundadır.