New York: Büyük Bir Kayıp Bürosu



Parklardan, duraklardan banklar kaldırılıyor, sokak satıcıları, göçmenler ortadan kayboluyor. şehir sessizce eksiliyor. Kimse fark etmiyor. Kuşlar bile konamasın diye bankların, binaların kenarlarına dikenli teller sarıyorlar. Şehrin insanları koşmakla, kuşlar da sadece uçmakla yükümlü!


Elif Key

Jay Street Metrotech metrosunun çıkışında duran, kız kardeşiyle karşılıklı kaldırımlarda taze mango, kavun, karpuz dilimleri satan kadınlar gitti. Chinatown’da, Canal street’in üzerinde bez bebekler yapıp satan karı koca günlerdir ortalarda değil. Ne tezgahları kaldı ne kendileri. Trader Joes’un kapısında yazın sıcağında, kışın dondurucu soğuğunda bir dolara şeker satan, yaz aynı pantolonu giyen o El Salvadorlu kadın, mahkeme binasına giden yolun üzerinde sırtına sardığı bebeğiyle churro satan o genç Uruguaylı kadın, Union Square’de el işi yaptığı kolyeleri satan genç çocuk, çamaşırcıda çalışan, ailesinden kötü haber alınca yürüyüşü değişen, omuzları düşen o Mısırlı genç kadın yok. Gittiler. Bir anda kuş olup uçtular sanki. Korku böyle bir şey. Öyle bir korku ki bir anda şehrin içinde yaşamaya, hayatta kalmaya çalışan insanları sarınca hepimize sirayet eden bir virüs. Sanki bir makas bu insanları resmin ortasından kesip atarcasına şehrin içinde dolaşıyor.

New York’ta sokaklardan sessizce ve hatta bazen gürültüyle, polisler eşliğinde, kelepçelerle minibüslere doldurulup götürülen insanların yanında başka şeyler de sessizce kayboluyor. New York’u New York yapan, bir radyonun içinde dolaşıyormuş gibi kulağına dolan onlarca dil sahipleriyle beraber ortadan kaybolurken başka şeyler de eksiliyor.

Bir sabah fark ediyorsun: Metro çıkışındaki banklar da kaldırılmış. Çünkü evsizlerin kış bastırdığı anda kendilerine ev belledikleri sıcak metro duraklarında onlara yatacak bir alan kalmaması lazım. Şehrin ileri gelenleri öyle karar vermişler. Sonra fark ediyorsun ki çöp tenekeleri de azalmış. Tenekeler bile birer birer eksiliyor. Yerine eskisinden daha işe yaramayan, gıcır gıcır tenekeler konsa da insanın gözü eskisini arıyor.

Polis raporlarında bir değişiklik yok, haber bültenlerinde de. Kimse şehrin yavaş yavaş silindiğinden bahsetmiyor. Kimin nereye götürüldüğünü kimse sormuyor artık. Çünkü herkes biliyor. Şehir hâlâ aynı hızda koşuyor. Subway gecikiyor, F treninine f*ck train denmesi boşuna değil, A treni hiç geçmediği kadar çok ve dolu geçiyor, bir acayiplik var diyor herkes birbirine. Evet var. Şehirde bir acayiplik var. Şehrin belediye başkanları televizyondaki münazaralarda birbirleriyle kapışırken hiçbiri bu acayipliklerden bahsetmiyor.

Gençler Soho’da bir aşağı bir yukarı gezip, kikirdiyor, bazı sokaklar hala çok temiz, bazı köpeklerin başını sadece evdeki bakıcılar, çalışanlar okşuyor, kahve zincirleri tıklım tıklım, bir yerde yemek yemek istesen rezervasyonun yoksa lokma yiyemezsin, kuyruklarda bir başka hayat yaşanıyor. Ama metroda iki durak arasına İspanyolca şarkılar sığdıran o üç adam yok artık ya da kutuların içinde mendil ve sakız satan göçmen kadınlar da yok, artık aramızdaki boşluk giderek büyüyor.

Burası artık 30 blok yürüdükten sonra tabanlarının zonkladığı bir anda hemen çöktüğün bankların olmadığı metro istasyonlarıyla, sadece yaslanmamız için o yüz yıllık tahta bankların yerine metal direklerin yerleştirildiği, oturulamayan bir şehir. “Leaning bars” diye havalı isim de vermişler. Oturmasanız da yaslanın diyorlar. Utanmadan metro ulaşım sistemi MTA’in attığı ve sonrasında hemen sildiği tweette kendileri itiraf ettiler, siz sildiniz ama alınan ekran kayıtları hala orada duruyor: “Benches were removed … to prevent the homeless from sleeping on them.” (Banklar evsizler uyuyamasın diye kaldırıldı.)

‘Evsiz insan mimarisi’ başlığı altında girin bakın dilerseniz, bankların ve oturma imkânlarının bilinçli olarak azaltıldığına dair makaleler var. Kuşlar bile konamasın diye bankların, binaların kenarlarına dikenli teller sarıyorlar. Şehrin insanları koşmakla, kuşlar da sadece uçmakla yükümlü!

Şimdi artık burası şekersiz bir sabah, empanadasız bir öğlen, üzerine acı biberler serpilmiş mangosuz geçen bir akşamüstü. Şimdi burası her mahkeme dönüşünde rastladığım, Tillary Street’ten aşağıya doğru koşar adım, eve aldığım akşam alışverişiyle yanından geçerken, ağzındaki altın dişiyle gülerek ‘Ulu, ulu!’ (otur, otur) diye bağıran, yanına çağırıp cebime bir tane şeker atan Arnavut kadını özlediğim bir yer. Ki ben özlememe yeminini 13 sene önce etmişim. Bana bile ters geliyor bu ruh hali.

Şimdi New York’un kaybolanları sayısız ama kimse saymıyor. Kayıpların istatistiği tutulmuyor. Kaç göçmen artık sokağa adımını bile atmıyor, kaçı gönderildi, kaçı tutuklandı ve gözaltı merkezinde meçhul bir geleceği bekliyor, kaç çöp tenekesi kaldırıldı, kaç bank bir gecede yok edildi.

Şehirdeki göçmen nüfus yaklaşık 3,3 milyon kişi. 2016’dan 2018’e kadar U.S. Immigration and Customs Enforcement (ICE) tarafından New York’ta yapılan sınır-içi göçmen tutuklamaları yüzde 88,2 oranında artmış durumda. 2016’da 1.847 iken 2018’de 3.476 ya çıkmış. 2025’te şehirde ICE tarafından çıkarılan “detainer” (yabancı uyruklunun ek süreyle tutulması amacıyla koyulan tutuklama talebi) sayısında yüzde 400’e yakın artış bildiriliyor. New York çevresinde yapılan bir operasyonda 206 göçmenin tutuklandığı haberleri geliyor.

Bu veriler beyaz insanın gözüyle gördüğünü aklına ikna ettirme yöntemi, halbuki göçmenlerin her günkü gerçeği. Bu şehir, bu ülke dönülmez bir yola girmek üzere. Her gün önümüze ters kelepçeyle alınıp götürülen anneler, anneanneler, babalar, anneler düşüyor. Şehrin de ülkenin de fonunda birisi İspanyolca çığlık atıyor: “Por favor, no me lleven.” (Lütfen beni almayın!)

New York Bölgesi’nde yapılan analizde, gözaltına alınan, ICE gözetim binalarına götürülen insanların yaklaşık yüzde 35’inin kriminal sabıka kaydı yok. Ayrıca ulusal düzeyde, göçmenler arasında sabıka kaydı olmayanların oranı artıyor. Yani gidip de dönmeyenlerin, kaybolanların çoğu suçlu, kriminal suçlardan aranan insanlar değil.

New York 4 Kasım günü yeni belediye başkanını seçecek. Münazaralar bitti. Elimizde kalan birbirine bağıran, birbirini aşağılayan üç belediye başkan adayı. Bir tanesi eski vali Cuomo, hakkında açılmış onlarca davadan aklanmadığı halde aklandığını iddia eden, Covid zamanı şehri başka kaoslara sürükleyen bir isim. Bir diğeri 33 yaşındaki genç belediye başkan adayı Mamdani. Geçmişi peşini bırakacak gibi durmuyor, gerçek ve inandırıcı bir özür dilemeye çalışsa da o ıslak bezler kurumayacak gibi. New York’un giderek pahalılaşan, sterilleşen mahallelerinde, Mamdani’nin dili Amerika’da solun yeniden tarif edilmeye çalışıldığı bir dönemde, küçük ama yankısı büyük bir iddia. Kiraları donduracağını anlatıyor, bir de otobüslerin hızlanacağını. Curtis Silwa, nasıl diyeyim size, biraz Muharrem İnce gibi. Dikkat dağıtıyor. Oyları böleceği konuşuluyor, yarıştan çekilsin isteniyor ama çekilecek gibi durmuyor. O gitse, kırmızı beresi bizimle kalacak.

İlk kez bir belediye seçiminde oy vermediğim için memnun gibiyim. Çünkü bu insanların hiçbiri şehri geri getirmekten, o korkuyu silip atmaktan bahsetmiyor. Korkuyu sileceksen, şehrin sesini geri getirmen gerekir. Herbiri şehri geri getiremeyeceğini biliyor.

Korku, sermayeyi değil insanı uzaklaştırır. O yüzden vaatlerin merkezinde güvenlik varsa bile, güvenlik yalnızca kolluk kuvvetiyle sağlanmaz. Şehir, korkusunu atacaksa önce kendisini hatırlamalıdır. Bu şehirde kimlerin burada yaşadığını, hangi hikâyelerin anlatıldığını, hangi dillerde ağlandığını, gülündüğünü hatırlayarak geri gelir!

Çetele