Her babayiğidin harcı değildir 23 yaşında on boğazı doyurabilmenin sorumluluğunu almak. Muş’tan İstanbul’a kaçarak yaşam mücadelesine başladığında Botan daha 14 yaşlarındaymış. Botan anlaşılan 10 ufak kardeşin 2 numaralısı olmanın “avantajını” kullanmış yaşam mücadelesine erken atılmak için.
Renkli ışıklarıyla kendisini cezbeden İstanbul’a geldiğinde öğrenmiş renkli ışıklardan kendisine düşenin karanlık arka sokaklardaki yaşam olduğunu. Büyük kentin renkli ışıklarına rağmen ilk günlerini karanlık parklarda yatarak geçirmiş. Küçük yaşına rağmen gururu ağır basmış Botan’ın, baba ocağına geri dönmeyi yedirememiş kendisine ve uzun yıllar dönmemiş memleketine. Kuşkusuz hayal ettiği ışıkların altında hiç de hayalini kurmadığı bir lokantada bulaşıkçılık yapmaya başladığında öğrenmeye başlamış yaşamın tek başına renkli ışıklardan oluşmadığını.
Lokantada bulaşıkçı olmak dünyanın en zor işi olmasa da zordur. “Neden bu işe bulaştım” dersiniz, her gün bütün çanağı-çömleği yere vurup arkanıza bile dönüp bakmadan gitmeyi hayal edersiniz; ama el mahkumdur, ayak mahkumdur yapamaz, hayalini kurmakla avutursunuz kendinizi. Hele bir de 14 yaşlarında bulaşıkçı olmuşsanız vay vay… Botan gibi bulaşık tezgahına bile zor yetişir boyunuz.
En pis işlerin altında ezildikçe anlamış bunu Botan. Hele bir de gurbetteyseniz, hele bir de Kürt kimliğine sahipseniz; daha fazla ezilirsiniz, ezilip ufalanırsınız. Zaten boyunun kısa kalmasını buna yoruyor Botan, “Yani hep ezildik, işçi olarak ezildik, Kürt olarak ezildik…” diyerek iç geçiriyor. Uzun yıllar sonra bulaşıkçılıktan garsonluğa “terfi” ettiğinde “İstanbul sen mi büyüksün ben mi büyüğüm?” dememiş; ama 14 yaşını geride bırakarak 20 yaşına basmasının ağırlığını hissetmiş omuzlarında.
Garsonluğa terfi etmesiyle birlikte aslında yükü de ağırlaşmış. Memlekette zar zor geçinen 10 kardeşine bakma yükümlülüğü. Bir süre daha o lokanta senin bu lokanta benim diyerek el kapılarında gece gündüz çalışmış Botan.
Artık lokantalarda iş bulamaz olunca “Her Kürt bir gün mutlaka inşaatta çalışacaktır” mahiyetinde gökten inan bir ayet olmamasına rağmen her Kürt genci gibi soluğu inşaatlarda alıyor Botan. Uzun süre irili-ufaklı şantiyelerde gezinip durmuş. Bu arada artık 14 yaşlarında da değildir. Evlilik çağında bıçkın bir delikanlıdır. Öyle bir bıçkın ki yaşam mücadelesinde genç yaşına rağmen 10 boğazı hakkıyla doyurabilmesiyle ispatlamıştır kendini.
Yıllar sonra özlemini çektiği ailesini görmek, doğduğu ama büyüyemediği kendi topraklarına dönme arzusunun önüne geçemiyor Botan. Gerçi artık gurur yapacak bir şey de kalmamıştır. Evden kaçarak geldiği İstanbul’da ayakta kalabileceğinin ötesini göstermiştir ailesini. Botan artık memleket ve aile özlemine dayanamayarak koyuluyor yola. Baba ocağında hasret gidererek geri dönüyor İstanbul’un ışıklı sokaklarına.
Ama artık Botan, şehrin renkli ışıklarının kendisi için ışıldamadığını öğrenmiş. Omuzlarındaki yük daha bir ağırlaşmış. Memlekette, akraba saydıkları bir ailenin kızıyla nişanlamışlar Botan’ı. Tabir-i caizse Botan’ın ilk defa şansı yaver gitmiş, başlık parası 6 tam altın istemiş kızın ailesi. 30-40 altının altında ezilmemiş yani. Hem 10 boğazı doyurmak, hem de bir yuva kurmanın yükü Botan’ı büyük denizlere açılmaya zorlamış. Artık ufak tefek şantiyelerde kazandığından fazlasını kazanması gerekmiş Botan’ın.
Işıklı büyük panolarda “dünyanın en büyük havalimanının” reklamlarını gördüğünde gözleri kamaştıran bu ışıkların altında ne menem bir çalışma yaşamına atılacağının yine farkında değilmiş Botan. 3. Havalimanı şantiyesinde işe başladığının daha ilk günü, şatafatlı ışıklı reklamların aksine kendisine yine karanlık sokaklar olmasa da, karanlık kamp ve çalışma koşullarının düştüğünü anlamış.
Bizim Botan daha ilk günden anlamasına rağmen tabi ki geri dönmüyor havaalanı şantiyesinden. Artık büyümüştür ve onunla birlikte gururu da büyümüştür. Hem de “delikanlılığa sığmaz zorluklardan kaçmak” diyerek hınçla girişiyor işe.
Botan havalimanında ayları ardı ardına devirirken gördüklerini doğalmış gibi anlatıveriyor. Kaç işçi arkadaşının gözlerinin önünde can verdiğini hatırlamıyor bile. Tıpkı uzayıp giden bir savaş meydanındaki askerler gibi ölüm doğallaşmış Botan’ın gözünde. Çalışma ve kamp alanındaki insanlık dışı koşulları birkaç kelimeye sığdırabiliyor Botan: “Abe gurbete çıkmışsan, hele bir de arkanda aç boğazlar senden lokma bekliyorsa tüm bu lanet koşullara katlanıyorsun işte” diyerek derinden bir iç geçiriyor.
3’üncü Havalimanı’nda 11 ayı geride bırakarak yine ustalığa terfi ediyor. 3. Havalimanı şantiyesinde 11 ayın belini kırmak da her yiğidin harcı değildir. İnsanlık dışı çalışma ve yaşan koşullarına “eyvallah” demenin sonuna geldiğinin de farkında değildir Botan. Nasıl farkında olsun ki? Tarihler 14 Eylül’ü gösterdiğinde diğer işçiler gibi Botan da tahtakurularının uyutmadığı bir geceyi geride bırakarak uykulu ve bir önceki günün yorgunluğunu bütün vücudunda hissederek servis noktasına doğru ayaklarını sürüyerek ilerliyor. Yağmurun hızlanmasına inceden bir küfür savurarak hızlandırıyor adımlarını, daha fazla ıslanmamak için. Belki bugün şansı yaver giderse sıkış sıkış servislerden birine erken binmeyi başarabileceğini umut ediyor. Botan sırılsıklam olan elbiselerle işbaşı yapmanın nasıl bir şey olduğunu biliyor. Vücuduna değen her yağmur damlası Botan’ın adımlarını hızlandırıyor.
Botan Kürt çocuğu. Başkaldırının ve yiğitliğin gerçek anlamda harman olduğu topraklardan geliyor. En ufak bir tereddüt yaşamıyor işçi olarak yaşadıkları sıkıntılara karşı aniden patlayan isyana katılmakta. İsyan büyüdükçe öfke kabarıyor, öfke kabardıkça coşku selleşiyor. Sanki bugüne kadar kendilerine reva görülen tüm haksızlıklara karşı son nefeslerini verircesine haykırıyor on binlerce işçi ve Botan. Dedik ya Botan Kürt genci. İsyanın en ön saflarında yerini alıyor. Ateşler yakılıp Kürtçe-Türkçe türküler söyleniyor. Birlikte halay çekip, birlikte horon tepilmesine şahitlik ediyor “dünyanın en büyük havalimanı şantiyesi”.
Yorucu bir günün ardından Botan koğuşuna çekiliyor ertesi günkü eyleme hazır olmak için. Yabancısı değil Botan, gece yarılarında kapıların kırılıp yaka paça gözaltına alınmasına. Çocuk yaşlarda kendi topraklarındaki kötü anılar canlanıyor gözlerinde. Binlerce iş arkadaşı gece on binlerce jandarma tarafından tartaklanarak gözaltına alınıyor. Kampın her adımında özel harekat timleri, jandarmalar, zırhlı araçlar…
Korku dağları yaratılmaya çalışılıyor işçi kampında. Her yer işgal altında. Dışarıdan postal sesleri geliyor Botan’ın kulaklarına. “Bugün işe çıkmayacağız” diyor Botan ve işçi arkadaşları. “Bugün servislere binmek yok” diyorlar. Kamp alanında yalnız Botan ve bir avuç işçi arkadaşı değil böyle düşünen. Botan dışarı çıkıp işe gitmeyen binlerce işçiyi gördüğünde anlıyor bunu. Sessiz bir eylem bu… Ne toplanıyorlar, ne slogan atıp ateşler yakıyorlar. Aslında ellerindeki en büyük silahı yani üretimden gelen güçlerini kullandıklarının farkında bile değiller.
Botan’ın patronu topluyor bütün işçilerini, herkesin derhal işbaşı yapmasını emrediyor. Çıt yok. Sessizlikten aldığı güçle sesi daha bir güçlü çıkıyor patronun, “Herkes işe” diye böğürüyor. Bir anlık sessizliğin ardından ortalık karışıveriyor. Botan ve arkadaşları, işçi arkadaşlarının gözaltına alındığını ve bundan kaynaklı bugün işbaşı yapmayacaklarını haykırıyorlar patronun allak bullak olmuş suratına karşı.
O gün işe çıkmamanın, patrona karşı tek ses olmanın tadını çıkarıyorlar çaylarını yudumlarken. Bu defa çayın tadı daha bir tatlı, sohbetin koyuluğu ise çaydan daha demli bir hal alıyor. O gün işe gitmiyorlar.
Botan sabahın erken saatinde yine servis alanında. Bugün işe gidiyorlar. Servislerin arttırıldığını fark eden Botan, içten içe gülümseyerek “Demek ki isyan etmek gerekiyormuş” diyor kısık sesle.
Kampta fısıltı gazetesi bir koğuştan diğer koğuşa, 3. Havalimanı’ndaki isyandan kaynaklı gözaltına alınan işçilerin ve sendikacıların tutuklandığını yayıyor. Botan öfkeli, işçiler öfkeli. Patronlar memnunlar memnun olmasına ama korktukları her hallerinden belli oluyor. Her taraf jandarma ve özel harekat yığınağı. Kampın içerisindeki yüzlerce zırhlı araç yetmiyormuşçasına artık şantiye içinde de jandarmalar dolaşmakta. Evet, Botan bu tabloyu tanıyor. Bu patronların nasıl korktuklarının göstergesi… Doğup büyüdüğü topraklardaki gibi…
Kürt olduğun için asker-jandarma, işçi olduğun için jandarma-asker, sonuçta değişen hiçbir şey yok. Botan servis alanında. Servis alanı karınca telaşında, servis yeri mahşer yeri… İtişme, kakışma, inceden savrulan küfürler. Servisler yine azaltılmış. Jandarma ve asker ise gözdağı verircesine çoğalmış, karşılarında.
Tek kıvılcım. Bir tek söz, bir tek hareket. Botan ve işçiler sessiz. İşçiler öfkeli, Botan öfkeli. Tek bir ıslıkla çınlıyor ortalık. Sonra yüzlerce, binlerce işçi kulakları yırtarcasına çınlayan ıslıklarıyla servislerin azlığını protesto ediyor. Asker ve jandarmalar tedirgin. Ardından tek bir işçinin “Direne direne kazanacağız!” haykırışı korkusuzluğun ilanı gibi çınlatıyor servis alanını. Sonra yüzlerce, binlerce işçi korkusuzluğun senfonisini kurarak servis alanını inletiyorlar hep bir ağızdan.
Günler sonra Botan’ı çağırıyor formen, “Jandarmaya ifade vereceksin” diyerek sahadan alıyor. Botan gururuna yediremiyor geri dönmeyi, kaçmayı. Kaçsa kaçabilir, kimsecikler bulamaz onu. Başına neler geleceğini kestirebiliyor ama kaçmıyor. Tıpkı 14 yaşında, memleketinden kaçıp İstanbul’a geldiğinde baba ocağına dönmeyi gururuna yediremediği gibi.
Yüzlerce jandarmanın arasında başı dik yürüyor Botan. En ufak bir pişmanlık yok. Yürüyüşü bile çileden çıkarıyor jandarma ve İGA yöneticilerini. Kin ve öfkeyle bakıyorlar Botan’a. “Göstereceğimiz fotoğraflardan tanıdıklarını söylersen sana bir şey olmayacak, bırakacağız seni” diyorlar. Botan gülümseyerek “Tamam o zaman, bakalım” diyor. Onlarca fotoğraf gösteriyorlar Botan’a. Gösterilen fotoğraflardaki işçilerin neredeyse hepsini tanıyor. Birlikte iskele kurdukları, birlikte harç kardıkları, birlikte servis bekledikleri, birlikte yemek sırasına girdikleri ve birlikte isyan ettikleri işçi arkadaşları bunlar. Botan, “Tanımıyorum” diyor.
Hiçbirini görmedim diyor alay edercesine. Dedik ya, Botan yiğidin harmanlandığı topraklardan geliyor. Sonrası malumun ilanı… Eller kelepçeli, Metris ve kısa bir süre sonra Silivri 7 No’lu Cezaevi F9 hücresi. Botan dostlarının arasında. Kendisi gibi olanların arasında… Sıkıca kucaklaşıyorlar, moraller hiç olmadığı kadar yerinde…