“Aklım hep deprem bölgesindeydi…”



Deprem bölgesinde hiç yakını olmadığı halde deprem acısıyla sarsılan Çiğdem Danışmaz zorlu bir yolculuktan sonra Antakya’ya gitti. Orada yaşadıklarını bir röportaj sınırları içinde bizlerle paylaştı.


Almanya’dan deprem bölgesine giden genç bir okurumuzla, yolculuk öncesinden başlayarak yol boyu yaşadığı duyguları, Defne’ye vardığında karşılaştığı tablo ve izlenimlerini konuştuk.

“Basına yansıyan görüntüleri izlemek bile çok üzücüydü ve ben o kareleri gördüğümde aklım hep deprem bölgesindeydi” diyen okurumuz, yıkımın boyutunun kendisinde yarattığı ürküntüyü nasıl aştığını anlattı. Defne’de İnşaat-İş’in oluşturduğu yaşam alanından izlenimlerini, “Bizim bulunduğumuz alanda ilk gözlemlediğim ve beni çok duygulandıran şey İnşaat-İş’in halkla kurduğu bağdı” diye aktardı.

Alınteri: Deprem bölgesine hangi duygularla gittiniz?

Çiğdem Danışmaz: Antakya veya deprem bölgesinde hiçbir akrabam yok ve oralar yıkılmadan önce hiç gitmemiştim. Bu belki de biraz soğukkanlı davranabilmemi sağlamış olabilir. Örneğin Antakya’da çocukluğunu geçirmiş olan birisi, ailesini yitirmemiş olsa bile oradaki anıları canlanır ve daha farklı duygusallaşır. Bu tabii ki duygulanmadığım anlamına gelmez, o yıkıntıları canlı görmek çok farklı. Hele o depremi yaşamış olan ve her şeylerini kaybetmiş olan insanları görmek…

İnşaat-İş’in deprem sonrasında hemen oraya gittiğini duyduğumda çok gururlandım, çok hızlı inisiyatif gösterdiler ve bu beni açıkçası çok etkiledi. Sadece hızlı inisiyatif göstermeleri de değil, oraya gitmek çok büyük bir cesaret ister. Çünkü orada travmalara yol açan şeylerle karşı karşıya kalınabilir. İnşaat-İş gibi ben de hazırdım oraya gitmeye, eğer bir faydam olacaksa…

“Oraya en hızlı şekilde nasıl ulaşırım?”

Basına yansıyan görüntüleri bile izlemek çok üzücüydü ve ben o kareleri gördüğümde aklım hep deprem bölgesinde kaldı. Oraya gitmek istedim ama bende ölü görme korkusu vardı açıkçası, hiç ölü görmedim şimdiye kadar. Böyle bir tabloyla da karşılaşabilirdim orada çünkü büyük makinelerle girmeye başlamışlardı. Ayrıca ölü kokusundan da bahsedilmişti basında ve bu çok ürkütücüydü benim için aslında, ama geri adım atmadım.

Alınteri: Yolculuk sırasında neler yaşadınız?

Çiğdem Danışmaz: Biz ve bizimle aynı uçaktakiler en hızlı ve kısa yoldan deprem bölgesine ulaşmak için Düsseldorf’tan Adana’ya aktarmasız bilet satın almıştık, bu tabii ki daha pahalıya mal olmuştu. Ama insanlar sonuçta cenazelerine ulaşmak istediler ve o hüzünlü anlarda kimse hesap yapabilcek durumda olmaz! Zaten “en uygun şekilde oraya nasıl gidilir” hedefi yoktu; hedef  “oraya en hızlı nasıl ulaşırım”dı.

OHAL gerekçesiyle bizi Adana’ya değil Antalya’ya uçurdular ve bu bilgi bize uçağa binmeden az önce aktarıldı. Bilseydik böyle olacağını yarı fiyatından bile daha aza mal olan aktarmalı bir biletle uçabilirdik. Bu nedenle havaalanında ilk gerilim başladı ve Antalya’da sürdü. Çünkü bizi orada da en az bir saat boyunca beklettiler, hatta yerlerimizden kalkmamıza bile izin vermediler. İnsanlar zaten çok öfkeliydi deprem bölgesindeki akraba ya da dostlarına geç veya hiç gelmeyen yardımlardan ötürü… Antalya Havalimanı’nda bekleme sırasında benzin dolduruldu, pilot ekibini değiştirmişlerdi. Bize, OHAL nedeniyle devlet tarafından böyle bir talimat alındığını, bu konuda yapacak bir şey olmadığını söylemişlerdi. İnsanlar öfkelenip ayağa kalkarak ekibe bağırmaya başladılar. Bir an uçakta izdiham çıkacak zannetmiştik.

Alınteri: Defne’ye vardığınızda nasıl bir tabloyla karşılaştınız?

Çiğdem Danışmaz: İnşaat-İş baştan beri oradaydı ve bu nedenle herkesle, özellikle de yerlilerle çok samimi bir bağ kurmuştu; bunu anında hissedebiliyordum. Askerle muhabbet olmaz diye düşünüyordum ama onlarla bile iyi geçiniyorduk diyebilirim ama bu durumu da tabii ki de çok garipsedim. Sendikacı arkadaşlar, “Askerler bize muhtaç kaldı, yiyecekleri yoktu” dedi ve ayrıca “Biz depremin ikinci gününden itibaren burada bulunduğumuz için askerler bize dokunmuyorlar, çünkü dokunsalar halkla karşı karşıya geleceklerini biliyorlar” diye eklediler.

Anlatımlara göre diğer sendikalar ve kitle örgütleri için aynısı geçerli değilmiş, alanları terk etmeleri için devlet tarafından zaman zaman rahatsız ediliyorlarmış. Defne’de bulunduğum ilk akşam KESK bir araba dolusu kek getirmişti bizim bulunduğumuz alana ve Antakya içerisinde farklı noktalara da…

İnşaat-İş depremin ikinci gününden beri oradaydı

İnşaat-İş depremin ikinci gününden itibaren Defne Atatürk Parkı’ndaydı. Ben depremin 13. gününde geldiğimde askerler ve DATÜB* isminde bir dernek vardı, yemek dağıtımını onlar yapıyordu bizim bulunduğumuz alanda. Sendikacılar ilk günlerde yalnızken yemek ve yemek dağıtımı yapmışlar ama ben geldiğimde DATÜB yapmaya başlamıştı bunları. AFAD yazan birkaç çadır da bulunuyordu o parkta ama AFAD ismi altında dağıtılan yiyecek, giysi vs. gibi şeyler göremedim etrafta. Benimle beraber Adana’ya oradan Antakya’ya gelen arkadaşın ailesini görmek için Armutlu ilçesine giderken Demokrasi Meydanı adlı büyük bir meydandan geçmemiz gerekiyordu. Orada Antalya Belediyesi’nin kurduğu çok sayıda çadır, yiyecek, giysi vs. dağıtımları dikkatimi çekti ve arkadaşlarım sonrasında bana Antalya Belediyesi’nin Antakya halkına yardımlarından söz ettiler.

Alınteri: Deprem bölgesinde insanların ruh hali nasıldı? Orada sizi en çok etkileyen ne oldu?

Çiğdem Danışmaz: Adana’da fazla yıkım olmadığı halde oradaki insanları daha depresif gördüm. Sürekli yere bakıyorlardı, halbuki asıl felaket Hatay’da yaşanmış. Hatay’ın yüzde 80’i yok olmuş, basında gördüğümüz kareler kesinlikle abartı değil. Ben Hatay’daki insanları daha çökmüş bekliyordum ama Adana halkını daha kötü gördüm. Onlar da depremi yaşadılar ve çadırda kalıyorlardı ama yıkım çok fazla yoktu. Belki de çok yakınlarında bulunan ilde, yani Hatay’daki felaketin yanı başlarında olmasından dolayıydı. Çünkü Hatay’a gideceğimizi duyunca insanlar derhal duygusallaşıyorlardı. Belki de Hatay’dan Adana’ya gelen depremzedeleri sürekli görüyorlardı ve bu nedenle ruh halleri böyleydi, bilemiyorum.

Bizim bulunduğumuz alanda ilk gözlemlediğim ve beni çok duygulandıran şey, sendikamızın halkla kurduğu bağdı. İnsanlar ile İnşaat-İş’ten sendikacılar arasında öyle bir bağ oluşmuş ki… Herhangi bir konuda yardıma ihtiyaçları olursa, ister giysi gibi eksikleri gidermek vs., ister hüzünlerini paylaşmak ilk danıştıkları adres İnşaat-İş’ti. Çok enteresan, bazen sanki bir devlet kurumuna danışıyorlarmış gibi sorular yöneltiyorlardı. Sendikacılar onları ulaşmak istedikleri noktaya yöneltiyordu, halbuki askerler yanı başımızdaydı ama onlara gitmiyorlardı. Hatta tam aksine askerler bile sık sık gelip sendikacılara danışıyorlardı bazı şeyler için.

O çocuklar kimbilir neler yaşadı…

Defne’de kaldığım ikinci gün, gündüz saatlerinde bulunduğumuz alan çocuklarla dolmuştu. Bu çocukları motive etmek için bir sürü oyuncak getirilmişti ve sendikacı arkadaşlarımız şakalaşarak o çocuklara oyuncak dağıtıyorlardı. Belki ilk düşünüldüğünde önemsiz gibi gözüküyor olabilir oraya oyuncak gönderilmesi ama o çocuklar kimbilir neler yaşadılar deprem anında ve bazıları travma bile geçirmiştir büyük ihtimal. Bunu atlatabilmek için veya en azından o kötü anılardan az da olsa uzaklaşmak için çok önemliydi, bunun düşünülmüş olması beni gerçekten çok sevindirdi. Ellerinde oyuncaklarıyla bu çocukların gülümsemesini görmek beni öylesine duygulandırdı ki anlatamam.

Armutlu’da Suriyeli bir aile ile tanıştık. Arapça bilen kadın arkadaşımızla sohbet ettiler. “Suriye’deki savaştan geldik. Savaşı yaşadık. Bu deprem kadar felaket değildi” dediler. Ama beni orada en fazla etkileyen şey… bir aile gördüm, enkazın önünde sıraya dizilmişlerdi. Hiçbir şey yapmıyorlardı, konuşmuyorlardı, sadece bekliyorlardı. O sokağın arkasına makinalar girmeye başladı. Ben gelmeden bir gün önce başlamışlar. Görevliler benim ve orada bulunan gazetecilerin fotoğraf çekmesini engellediler.

(*) DATÜB: Dünya Ahıska Türkleri Birliği