Tişrîn Bir Onur Mücadelesidir



Erkan Gülbahçe, Fırat Kantonu PYD Eşbaşkanı Bêrîvan Îsmaîl ile Tişrîn Barajı’nın önemini, saldırıları ve halkın direnişini konuştu


Erkan Gülbahçe

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Bölgesi’nde bulunan Tişrîn Barajı, halkın yaşam kaynağı olarak stratejik bir öneme sahip. Ancak Türk devleti tarafından gerçekleştirilen saldırılarla baraj ağır bir tehdit altında. Bu saldırılar yalnızca barajı değil, barajdan beslenen bölgelerdeki halkın yaşamını ve geleceğini de doğrudan etkiliyor. Tişrîn Barajı’ndaki oturma eylemi, halkın suya, elektriğe ve onurlu bir yaşama sahip çıkma mücadelesinin bir sembolü haline gelmiş durumda. Kadın, çocuk, yaşlı demeden yüzlerce kişi her gün barajın korunması için nöbet tutuyor. Ancak bu direniş, bombaların ve saldırıların gölgesinde sürüyor.

Bu kritik süreçte, Fırat Kantonu PYD Eşbaşkanı Bêrîvan Îsmaîl ile barajın önemi, saldırıların etkisi ve halkın direnişi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Halkın moralini, dayanışmasını paylaşan Îsmaîl, uluslararası kamuoyuna olan çağrılarını da vurguladı.

Şu anda Tişrîn’de oturma eylemindesiniz. Kaç gündür buradasınız? Halkın moral durumu nasıl?

Tişrîn Barajı’ndan, direnişin onuruyla tüm okuyuculara selamlarımı iletiyorum. İlk grup içinde beş gün oturma eylemine katıldım, şimdi ise yeniden beş gündür halkımızla birlikte buradayım. Türk devleti ve desteklediği gruplar, uluslararası hukuku ihlal ederek yaşam alanlarımızı hedef alıyor. Tişrîn Barajı da bu saldırıların merkezinde. Ancak uluslararası güçler sessiz kalıyor. Bu yüzden halkımız, suyuna, toprağına ve elektriğine sahip çıkmak için direniyor. Kadın, erkek, çocuk demeden herkes barajı korumak için burada. Her gün 600-700 kişi nöbet tutuyor. Ancak eylemciler daha evlerinden çıktıkları andan itibaren saldırıların hedefi oluyor. Şimdiye kadar yirmi dört kişi hayatını kaybetti, 221 kişi yaralandı. Yaralıların çoğu kadın ve gençlerden oluşuyor, durumları ise ağır. Bu saldırılar sadece baraja değil doğrudan sivillere yönelik. 2014’ten bu yana süregelen saldırılar son dönemde yoğunlaştı. Günde onlarca bombardıman gerçekleşiyor ve bunun sonucunda çok sayıda bebek ve çocuk yaşamını yitirdi. Halkımız, dünya kamuoyunun bu katliamlara sessiz kalmaması için eylemlerine kararlılıkla devam ediyor.

Tişrîn Barajı’nın bölge halkı için önemi nedir?

Tişrîn Barajı, su, elektrik ve tarımsal üretim açısından bölge için hayati bir kaynaktır. Halkımız bu bilinçle büyük fedakârlık göstererek barajı korumaya çalışıyor. Cizre, Fırat, Tebqa, Dêrazor ve Reqa gibi birçok bölgeden insanlar, barajı savunmak için buraya geliyor ve yaşananları dünya kamuoyuna duyurmak için mücadele ediyor.

Türk devletinin saldırıları nedeniyle baraj aylardır hizmet dışı. Ancak halkımız, barajını ve geleceğini korumak için direniyor. Eğer baraj tamamen yıkılırsa, çevresindeki tüm şehir, ilçe ve köyler büyük bir insani felaketle karşı karşıya kalacak. Bu eylemimizin amacı, Tişrîn Barajı’nın bölge halkı için taşıdığı hayati önemi tüm dünyaya duyurmak ve uluslararası toplumu harekete geçmeye çağırmaktır.

Baraja yönelik saldırılar bölgedeki günlük yaşamı nasıl etkiledi?

Kobanê ve çevresindeki beş ilçe ile yüzlerce köy Tişrîn Barajı’ndan elektrik ve su alıyor. Ancak iki aydır bu hizmetlere erişimleri yok. Biz buraya savaşmak için değil, halkımızın yaşam kaynağı olan barajı savunmak ve bu saldırıları dünyaya duyurmak için geldik. Saldırılar nedeniyle elektrik hatları koptu, sivil görevliler tamir için baraja gittiklerinde saldırıya uğradı. Bu oturma eylemi, onlara moral vermek ve yalnız olmadıklarını göstermek açısından büyük bir önem taşıyor. Halkımızın düşüncesi nettir: “Düşman suyumuzu, elektriğimizi ve altyapımızı hedef alsa da bunlarsız yaşayabiliriz. Ama özgürlük ve onurlu bir yaşam olmadan yaşamak mümkün değildir.” Halkımız, saldırılara ve katliamlara rağmen, barajına, toprağına, suyuna ve özgürlüğüne sahip çıkacağını açıkça ilan etti. Bu mücadele, aynı zamanda özgür bir gelecek kurma iradesinin bir göstergesidir.

Barajın zarar görmesi ne tür sorunlara yol açtı? Bu durum halkın temel ihtiyaçlarına erişimini nasıl etkiliyor?

İlk günkü saldırıların ardından, Türk devleti barajı ele geçirdiğini ilan ederek halk üzerinde “Yaşam kaynağınız artık bizim elimizde” mesajı vermeye çalıştı. Baraj hala QSD’nin kontrolünde olmasına rağmen, bunu haftalarca propaganda malzemesi olarak kullandılar. O günden bu yana hava saldırılarıyla ağır zarar verdiler. Amaçları, barajı ele geçirerek halkın moralini bozmak ve direnişi kırmaktı. Ancak halkımız ve askeri güçlerimiz, bu planları boşa çıkardı. Halkımız, barajına ve değerlerine sahip çıkarak direnişten asla taviz vermeyeceğini bu eylemle bir kez daha gösterdi. Özgürlük ve onur olmadan yaşamın bir anlam taşımadığını tüm dünyaya ilan etti. Su ve elektrik olmadan yaşayabiliriz, ancak özgürlük ve insan onuru olmadan yaşayamayız. Bu yüzden uluslararası kurumlara çağrımız nettir: Kendi koydukları yasalara uymalı ve Türkiye’nin sivil yaşam alanlarına yönelik saldırılarını durdurmak için harekete geçmelidirler.

Baraj çevresinde yaşayan halkın güvenlik endişeleri hakkında neler söyleyebilirsiniz? Barajın yıkılması durumunda nasıl bir insani felaket yaşanabilir?

Tişrîn Barajı eski ve saldırılara daha fazla dayanamaz. Yıkılması halinde büyük bir insani felaket yaşanacak ve Sırrin, Tebqa, Reqa, hatta Dêrazor’a kadar Fırat Nehri çevresinde yaşayan 100 binlerce insan etkilenecek. On binlerce insan hayatını kaybedebilir, ani su baskını ise hem büyük bir katliama hem de çevre felaketine yol açacaktır. Türk devleti, havadan ve karadan saldırılarla halkımıza zarar verirken, şimdi de barajı hedef alarak yeni bir katliam planlıyor. 2014’te DAİŞ’in Tişrîn’deki yenilgisini tersine çevirmek için bu saldırıları sürdürüyor. Şu an barajın zarar görmesi nedeniyle su ve elektrik kesintilerinden bahsediyoruz, ancak baraj tamamen yıkılırsa geri dönüşü olmayan bir felaket yaşanacak. Barajın yıkılması durumunda, milyarlarca metreküp su akacak ve bu yıkımı kimse durduramayacak. Bu felaketi önlemenin tek yolu, baraj hala ayaktayken saldırıların durdurulması ve uluslararası toplumun derhal harekete geçmesidir.

Saldırılar sonrası halk arasında göç edenler oldu mu? Göçlerin boyutu ve etkisi nedir?

Türkiye, 2014’ten bu yana Kuzey ve Doğu Suriye halkını göç ettirmek için her yolu denedi. Gençleri çeşitli vaatlerle bölgeden uzaklaştırmaya, top atışları ve hava saldırılarıyla halkı topraklarından sürmeye çalıştı. Son aylarda ise Kobanê halkını evlerinden çıkarmak için büyük bir baskı uyguladı. Ancak halkımız, devrimci direnişiyle bu planları boşa çıkardı. Ağır bedeller ödemesine rağmen topraklarını terk etmedi, saldırılardan büyük zarar görse de teslim olmadı. Düşmanın yaratmak istediği göç dalgaları oluşmadı ve halkımız topraklarına sahip çıkmaya devam etti.

Kuzey ve Doğu Suriye, dört bir yandan kuşatılmış durumda. Kaçabilecekleri güvenli bir yer yok. Bu yüzden halkımızın tek amacı, kendi topraklarında, diğer halklarla birlikte barış ve özgürlük içinde yaşamaktır. Saldırılar arttıkça halkımız daha da kenetlendi, iradesini daha güçlü ortaya koydu. Bugün herkesin dilinde şu sözler var: “Emê her hebin, emê her berxwe bidin! (Biz her zaman var olacağız, her zaman direneceğiz!)”, “Berxwedan jiyan e! (Yaşamak direnmektir)”

Saldırıların halk üzerindeki psikolojik etkisi nedir? Özellikle çocuklar ve kadınlar nasıl etkileniyor?

Savaş ve saldırıların en büyük mağdurları çocuklar oluyor. Sürekli bombardıman altında yaşamak, derin psikolojik yaralar bırakıyor. Travmalarla büyüyor, korku içinde yaşıyorlar. Saldırılar nedeniyle eğitimleri kesintiye uğruyor; birkaç gün okula gidebiliyor ardından bombardıman nedeniyle evlerine kapanmak zorunda kalıyorlar. Dışarıda oyun oynamak bile onlar için bir risk haline geliyor. En son Tişrîn Barajı’ndaki nöbet eylemi sırasında, Türk devletinin saldırıları anne ve babalarını kaybeden çocukları yetim bıraktı. 13 yıllık direniş sürecinde on binlerce çocuk annesiz ve babasız büyümek zorunda kaldı. Türkiye’nin hava saldırıları doğrudan sivilleri hedef alıyor. Til Rifet’te olduğu gibi okulları bombalayarak çocukları katlediyorlar. Çocuklar yaşananları tam olarak anlayamıyor ama en ağır bedeli onlar ödüyor. Kadınlar da bu süreçten en fazla etkilenen kesimlerden biri. Evlerini, ailelerini, sevdiklerini kaybediyorlar. Ama tüm acılara rağmen, direnişin en büyük öncülerinden biri olmaya devam ediyorlar.

Bu saldırılar halkımızı yıldırmak bir yana, daha da kenetledi. Düşman bizden teslim olmamızı bekliyor, ancak halkımız direnmeye devam ediyor!

Barajın zarar görmesi su kaynaklarına erişimde ne gibi sıkıntılar yarattı? Tarım ve hayvancılık bu durumdan nasıl etkilendi? Barajın zarar görmesi bölgedeki ekonomik faaliyetleri nasıl şekillendiriyor?

Son yıllarda Türkiye’nin saldırıları nedeniyle milyonlarca insan, istediği gibi ekin ekemiyor. Son olarak Tişrîn Barajı’na yapılan saldırılar nedeniyle on binlerce kişi, barajın devre dışı kalması yüzünden suya erişim sağlayamıyor. Eğer baraj üzerindeki saldırılar durmazsa, bu durum halkı ekonomik olarak daha da zorlayacak. Ekin ekmenin belli bir zamanı var ve bu dönemde su hayati önem taşıyor. Eğer ekinler zamanında ekilemezse, bir yıllık emek boşa gitmiş olur. Bu da insanların bir yıl boyunca temel ihtiyaçlarını karşılamasını imkansız hale getirir ve ciddi ekonomik zorluklara yol açar. Bu yüzden barajın korunması, yalnızca suyun değil, halkın geçim kaynaklarının ve geleceğinin korunması anlamına geliyor.

Türkiye’nin Kuzey Kürdistan ve Kuzey-Doğu Suriye’deki su kaynaklarını bir cezalandırma aracı olarak kısıtlaması ve bombalaması, uluslararası hukuka göre suç teşkil ediyor. Uluslararası alanda buna karşı herhangi bir girişim oldu mu?

Türk devleti, hava saldırıları, çeteler ve bombalamalarla Kürt halkını boyun eğdiremedi. Şimdi ise saldırılarını farklı bir boyuta taşıyarak suyu bir silah olarak kullanıyor. Uluslararası hukuk suyun bir tehdit aracı olarak kullanılmasını yasaklasa da, Türkiye bu kuralları hiçe sayarak Kuzey ve Doğu Suriye halkını susuz bırakarak cezalandırmaya çalışıyor. Bu, uluslararası hukukun açıkça ihlalidir. Asıl soru şu, uluslararası güçler ve kurumlar, Türkiye’nin insanlığa karşı işlediği bu suçu neden görmezden geliyor? Bu suçlara karşı sorumluluk taşıyan kişi ve kurumlar, en azından vicdanen neden seslerini yükseltmiyor? Biz, uluslararası hukuka saygılıyız ve yaşamımızı bu kurallar çerçevesinde sürdürmek istiyoruz. Ancak bu yasaları koyanlar, Türkiye’nin ihlallerine neden sessiz kalıyor? Bunu öğrenmek istiyoruz ve uluslararası toplumun bu insanlık dışı duruma karşı bir an önce harekete geçmesini bekliyoruz.

Uluslararası toplumun ve insani yardım kuruluşlarının bu duruma daha fazla dikkat çekmesi için sizce neler yapılmalı? Bölge halkının uluslararası topluma yönelik beklentileri nelerdir?

Uluslararası toplum ve insani yardım kuruluşlarına daha önce çağrıda bulunduk ve sizin aracılığınızla bir kez daha sesleniyoruz. Gelin, yaşananları kendi gözlerinizle görün. Barajın nasıl bir tehlike altında olduğunu, halkın nasıl mağdur edildiğini ve olası saldırıların insan yaşamını nasıl tehdit ettiğini yerinde inceleyin. Biz özel bir ayrıcalık talep etmiyoruz. Tek isteğimiz, uluslararası kanunların uygulanması için çaba gösterilmesi. Ancak şu ana kadar bu konuda hiçbir adım atılmadı. Elektrik hatlarını onarmaya giden sivillerin araçları bombalandı, yüzlerce sivil hedef alındı. Dünyanın her yerinde savaş olsa bile, sağlık çalışanlarının yaralılara müdahale etme hakkı vardır. Ancak Heyva Sor a Kurd çalışanları ve ambulanslar bile doğrudan hedef alındı. İnsanlığa karşı işlenen bu suçlara rağmen, kendini “insan haklarına saygılı” olarak tanımlayan devletler ve kurumlar sessiz kalıyor. Bu sessizlik, insanlığın çifte standardını bir kez daha gözler önüne seriyor. Gerçekten insan haklarına değer veren tüm kişi ve kurumları, bu hukuksuzluğa karşı seslerini yükseltmeye davet ediyoruz.

 Saldırılara karşı halk arasında bir dayanışma veya direniş örgütlenmesi var. Bu dayanışma nasıl işliyor ve halkın motivasyonu nasıl sağlanıyor?

Burada, tarihe geçecek ve saygıyla anılması gereken bir direniş yaşanıyor. Buraya gelen herkes, ölümü, bombalanmayı ve sakatlanmayı göze alarak geliyor. Şimdiye kadar 24 kişi hayatını kaybetmesine rağmen, her gün yüzlerce kişi buraya gelip ölüme meydan okuyor. Kobanê’nin onuncu kurtuluş yıl dönümünü, oturma eylemi gerçekleştiren direnişçilerle birlikte halay çekerek ve büyük bir coşkuyla kutladık. Ancak bunu gören düşman uçak kaldırarak halay çeken insanları bombaladı. Saldırıda ikisi ağır olmak üzere 14 kişi yaralandı. Burada, uçakların bombardımanları altında halaylar çekiliyor, direniş şarkıları söyleniyor ve sloganlar atılıyor. Hiçbir saldırı, halkın moralini ve motivasyonunu kırmıyor. Bugün buradan yükselen irade, ne olursa olsun yenilmeyeceğini hem dosta hem de düşmana gösteriyor. Halkımız, bu direnişiyle “Ya onurlu bir yaşam ya da onurlu bir ölüm!” sloganını haykırıyor.

Son olarak halkımıza ve uluslararası kamuoyuna nasıl bir çağrıda bulunmak istersiniz?

Biz ilk günden beri kendi topraklarımızı savunuyor, evlerimizi ve yaşam alanlarımızı korumaya çalışıyoruz. Bugüne kadar kimseye saldırmadık, kimsenin toprağında gözümüz olmadı. Burada, haksızlığa ve katliamlara karşı direniyoruz. Bu direnişte on binlerce şehit verdik, on binlercesi ise gazi oldu. Avrupa’daki halkımızın bu mücadeleye destek olmak için her gün alanlarda olduğunu biliyor ve onları selamlıyoruz. Ancak burada yaşanan katliamları ve saldırıları Batı kamuoyuna anlatmak gibi önemli bir sorumlulukları var. Avrupa’da yaşayan halkımız, bölgemize yönelik saldırıları duyurarak uluslararası kamuoyunda bir farkındalık oluşturmalıdır. Umuyor ve inanıyoruz ki, bu sorumluluğu en iyi şekilde yerine getireceklerdir. Bu mücadele, sadece bizim değil, insanlık ve adalet için bir direniştir.

Yeni Özgür Politika