Yargı Bu Kadar “Bağımsızmış”!



Şimdi tüm bunlar birleşince Adalet Bakan’ı Yılmaz Tunç’un söylediği gibi yargının bağımsız -hatta aslında tam bağımsız olduğu- anlamına gelmez mi?


Nəriman Bakı

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç özellikle İmamoğlu’nun gözaltına alınmasından hemen sonra, her fırsatta “yargı bağımsızdır, mahkemeler bağımsızdır” diyor. Tunç sadece cuma günleri namaza giderek Müslümanlığını kanıtlayacağını sananlar gibi her gün bu teraneyi yineleyerek zaten bir sınıf iktidarından bağımsız olamayacak yargının “bağımsız” olduğunu kanıtlamaya girişti.

Durum öyle bir hal aldı ki, dalga geçmek adına Ekşi Sözlük’te her gün için “…günü Yılmaz Tunç yargı bağımsızdır dedi” başlığı açılmaya başlandı.

Tunç bu duayı okurken yargının yürütme erkinin basit ama bir o kadar da aktif kullandığı bir sopaya dönüşmüş halini perdelemek gibi bir amacı yok. Çünkü buna zaten ihtiyaç duymadıkları bir pervasızlıkla hareket ediyorlar. Kendisi de azami egemenlik, zorbalık ve baskı anlamına gelen mevcut faşist rejim biçiminin bir “memuru” olarak Tunç, zamanın tipik özelliği olarak akı kara karayı ak gösterme refleksiyle hareket ediyor.

Yargının bu rejim-devlet biçimi koşullarında sınıfsal karakterini gizleyecek tüm yanıltıcı perdelerden soyunup adeta bir kuklaya dönüşmesi, “padişahım çok yaşa” refleksleriyle hareket etmesi, hukukun asgari bilgisinden de uzaklaşan bir kadrolaşmanın adresi haline gelmesi “bu kadar da olmaz” denilecek örneklerle adeta sırıtıyor.

19 Mart’la birlikte bir halk isyanına dönüşen süreçte Bursa’daki bir mahkeme kararı böyledir mesela. Bu karar, “yargı hiçbir zaman bağımsız değildir ama şimdiki hali fecaat” diyen biz ölümlülerin yanlış, “ulu bakanın” haklı olduğunu yani yargının gerçekten rejimin bile ötesine geçecek bir “bağımsızlık” hali yaşadığını kanıtladı.

19 Mart sonrası Bursa’da yaşanan eylemlere katıldıkları için tutuklu bulunan dokuz kişi hakkındaki tutukluluk haline itiraz edilince olay açığa çıktı. Savcı, itiraza karşı mütalaasında “2911 Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun ‘katalog suçlardan sayılmasından dolayı’ tutukluluk hallerinin devamını” talep etti mahkemeden. Mahkeme de bu talebi yerinde görüp “dokuz kişinin tutukluluğuna devam” karar verebildi.

Buraya kadar her şey “normal” gözüküyor. Ama normal olmayan durum şu: 2911 Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na göre işlenen suçlar “katalog suç” değil. Savcı açık açık yazılmış bir yasadan haberdar bile değil. İşin vahimi savcı o yasayla ilgili olmayan bir suç yaratıp karar talep ederken, mahkeme-hakim de, olanın olmayan suçuna göre tutukluluğa devam kararı veriyor.

Şimdi tüm bunlar birleşince Adalet  Bakanı Tunç’un söylediği gibi yargının bağımsız -hatta aslında tam bağımsız olduğu- anlamı çıkmaz mı? Çünkü bu olayda hem savcı hem de hakim yasadan, hukuktan bağımsızlıklarını ilan edecek kadar ileri gitmişler, yasayı adeta yeniden yazıp keyiflerine göre “katalog suç” kategorisine almışlar! En bağımsızca, en özgürce, tabir-i caizse “kafalarına” göre karar vermişler.

Tabii bu durumda haklı olarak savcı ve hakimin kafalarında ne olduğunu sorgulamak şarttır. Yüksek ihtimalle savcı ve hakimin kafasında bir sonraki tayin döneminde gitmek istedikleri yerler veya yükselmek istedikleri mevkiler var. Kafalarında olan bu “hayalleri” gerçekleştirmeye muktedir padişahın gözüne girmek için tıpkı vezirlerinin yaptığı gibi yasadan da “bağımsız” olmaları  “eşyanın tabiatına” gayet uygundur. Bu rejimin burjuva hukukun en temel gereklerini bile bilmeyen bir kadrolaşma içinde olduğunu göstermeleri de cabası.