#DoğruMuBu (4): Kapitalizmin Kâr Hırsı Doğanın ve Çocukluğun Yaşamını Bitiriyor



Sibel Korkmaz Sarı ve Selçuk Ulu, kapitalizmin metalaşma sürecinde doğanın bereketini ve çocukların özgür zamanını nasıl kurban ettiğini masaya yatırdı. Programda, yoksulluk nedeniyle çocukların iş aradığı ve MESEM sisteminin çocuk emeği sömürüsünün modern kılıfı olduğu vurgulanırken, doğa tahribatının intikamının kuraklık ve felaketlerle alındığı belirtildi


Alınteri Gazetesi YouTube kanalında yayınlanan #DoğruMuBu programının dördüncü bölümünde, Sibel Korkmaz Sarı ve Selçuk Ulu “Kapitalizm, doğanın ve çocukluğun sonunu getiriyor” başlığı altında güncel sömürü ve yıkım politikalarını ele aldı.

Metalaşmanın İki Kurbanı: Doğa ve Çocukluk

Sibel Korkmaz Sarı, konuşmasına doğanın talanının, emek sömürüsünün ve çocuk işçiliğinin arttığı bir dönemde olunduğunu belirterek başladı. Korkmaz, kapitalizmin doğuşuyla birlikte doğanın bereketinin metalaşmanın ilk kurbanlarından biri olduğunu ifade etti. Bu süreçte doğanın üretimin kaynağı olmaktan çıkarılıp birikimin bir nesnesi haline getirildiğini, bu yeni dünya düzeninde ise metalaşmanın ikinci kurbanının çocuklar olduğunu dile getirdi.

Korkmaz’a göre, kapitalizm  sadece toprakların etrafını çitlemekle kalmadı, çocukların özgürce geçirmesi gereken çocukluk zamanının etrafını da çitlerle çevreledi. Bu neoliberal dönemde, eğitim politikaları çocuk sömürüsünün ideolojik bir zemini haline getirildi.

MESEM: Çocuk Emeği Sömürüsünün Yasal Kılıfı

Sibel Korkmaz Sarı, güncel eğitim politikalarından bahsederken, Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) sisteminin çocuk emeği sömürüsünün ete kemiğe bürünmüş halini oluşturduğunu kaydetti. Resmi söylemler bu durumu “eğitim ile üretimi birleştirmek” ya da “istihdama katkı sunmak” gibi parlak cümlelerle sunsa da MESEM, çocuk işçiliğinin günümüz modern, yasal kılıfa bürünmüş halini oluşturmaktadır.

Korkmaz, sistemin sınıfsal doğasının apaçık olduğunu belirterek: “Zengin çocuklar geleceğin liderleri olarak lanse edilirken yoksul çocuklarının payına ise sermayenin geleceğini yeniden ve yeniden inşa eden çıraklık düşüyor” dedi.

Programda, Türkiye’deki çocuk yoksulluğuna ve işçi ölümlerine dair çarpıcı veriler paylaşıldı:

  • 15 yaş altı 7 milyonun üzerinde çocuk, Afrika açlık sınırları düzeyinde açlık yaşıyor.
  • 6.7 milyon çocuk günde bir öğün et ya da balık yiyemiyor.
  • 2 milyon çocuğun doğru dürüst ayakkabısı yok ve kıyafet alamıyor.
  • Ekim ayında beş çocuk işçi yaşamını yitirdi.
  • 2025 yılının tamamlanmamış verilerine göre bu yıl 69 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.

İlerleme Miti ve Çalınan Zaman

Sibel Korkmaz Sarı’nın ardından sözü alan Selçuk Ulu, konuyu “çalınan çocukluğumuz ve diri diri yağmalanan doğa” olarak tanımladı. Ulu, bize anlatılan o ilerleme miti ve destanının aslında kapitalizmin ilkel birikim dönemiyle başlayan büyük bir yağma hikayesi olduğunu vurguladı. Bu hikayenin ilk sayfalarının “doğanın kadim yapısının, ormanlarının ve masum çocukların sırtında yazıldığı” aktarıldı.

Ulu, Sanayi Devrimi’ne değinerek Avrupa metropollerinde (örneğin İngiltere’de Lancashire’ın pamuk fabrikalarında) 8 yaşındaki çocukların 18 saat boyunca boylarından büyük makinelere zincirlendiğini hatırlattı. Onlardan çalınanın sadece çocuk emeği değil oyun oynama, koşma, hayal kurma ve sadece çocuk olma zamanları olduğunu belirtti. İngiliz şair William Blake’in fabrikaları “karanlık şeytan değirmenleri” olarak tanımladığını ekledi.

Selçuk Ulu, büyük yağmanın hala nasıl bu kadar acımasız işlediği sorusunun yanıtının zamanın metalaştırılmasında yattığını ifade etti.

  • Doğanın zamanı döngüseldir; yavaşlar, dinlenir, ölür ve yeniden doğar.
  • Sermayenin zamanı ise düzdür, acımasızdır ve sürekli daha hızlı sürekli daha verimli olmayı emreder.

Bu nedenle doğanın döngüsel zamanı ile sermayenin doğrusal zamanı ölümüne bir savaş halinde çatışır. İnsanlar doğanın efendisi olduğunu sanırken, kendi içinden çıktığı yaşamı yok ettiğinin farkında bile değildir.

Çocukluk Üretken Olmayan Bir Ara Dönem mi?

Selçuk Ulu, kapitalizm koşullarında çocukluk döneminin sermaye açısından “üretken olmayan” bir ara dönem olarak görüldüğünü dile getirdi. Kapitalizm, çocukluğu disiplin altına almaya ve ona hükmetmeye çalışır. Çocuğun oyun oynama, hayal kurma ve hata yapma hakkı elinden alınmış olur.

Ulu, yoksul çocuklarının sistemin ucuz işgücü depoları olduğunu ve meslek eğitim merkezleri (MESEM) üzerinden sanayi bölgelerine sürüldüğünü belirtti. Zengin çocuğunun kodlama öğrenirken yoksul çocuğunun makine parçası değiştirmeyi öğrendiğini söyleyerek sınıfsal ayrımı ortaya koydu.

Doğanın Öcü ve Ortak Mücadele Çağrısı

Selçuk Ulu, çocuk işçi cinayetleri rakamlarının soğuk yüzünün insanı çarptığını ancak toplumsal bir feryada dönüşmediğini belirtirken doğa açısından durumun daha keskin işlediğini ifade etti. Doğa, sessizliğinin altında, kapitalizmin yarattığı yıkımın öcünü almaktadır. Bu öç kuraklık, sel felaketleri ve yangınlarla kendini göstermektedir.

Ulu, Friedrich Engels’in yıllar önce söylediği şu sözü hatırlattı: “Doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı çok mutlu olmayalım, övünmeyelim… Her zafer için doğa bizden gün gelir öcünü alır”.

Selçuk Ulu’nun sözlerinin ardından Sibel Korkmaz Sarı, doğanın sömürüsünün de çocuk emeğinin sömürüsünün de artık atbaşı gider durumda olduğunu vurguladı. Kapitalizmin tek tanrısının kâr hırsı olduğunu belirterek bu yolda hem doğanın katledildiğini hem de çocuk emeğinin sömürüldüğünü dile getirdi.

Korkmaz, çalıştığı sanayi bölgesinden gözlemlerini aktararak, yoksulluğun geldiği noktada 15-16 yaşındaki MESEM’li çocukların okula gitmek yerine iş aradığını ve metroda birbirleriyle güvencesizliklerini konuştuklarını ifade etti. Korkmaz bu çocukların, “yapacak bir şey yok ya burada çalışacağız ya yeni iş bulduğumuzda yine aynı sömürünün…” farkında olduğunu belirtti. Hatta 13 yaşındaki bir çocuğun dahi kendisine ne istediği sorulduğunda “çalışmamayı, okula gitmeyi istiyorum” dediğini aktardı.

Hem Sibel Korkmaz Sarı hem de Selçuk Ulu doğa ve çocuğun yaşam açısından kutsal olmasına rağmen, kapitalist üretimin doymak bilmez açgözlülüğünün kurbanı ve kârın nesneleri haline geldiğini vurguladılar. Doğa bir hammadde kaynağı deposu, çocuk ise bir iş gücü kaynağı haline getirilmiştir.

Selçuk Ulu, bu döngünün kırılması gerektiğini ve insanlığın ve doğanın geleceğinin bir avuç kapitalist tekelin doymak bilmez kâr hırsı yüzünden feda edildiğini söyledi. Bu karanlığın aşılması ancak ekoloji mücadelesi ile çocuk emeğinin sömürüsüne karşı mücadelenin birleştirilmesinden geçmektedir. Her ikisi de “yaşamın savunulması mücadelesi” olarak değerlendirilmek durumundadır.

Ulu, son sözlerinde bir metafor kullanarak bir nehrin üzerinde kurulan hidroelektrik santrallerin (HES) balığın ölümüne yol açması gibi, çocuk üzerinde kurulan tahakkümün de çocukluğun fiziki ve ruhsal ölümüne yol açtığını ifade etti ve ortak bir mücadele hattının örgütlenmesi çağrısıyla programı sonlandırdı.