Sosyalizme Çekim Gücünü Yeniden Kazandırmak



Eşitsizliklerin ortadan kalktığı, insanın insanlığını dolu dolu yaşadığı sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemi içinde olan komünistler ve devrimciler olarak bu ‘yaman çelişki’yi içimize sindiremiyorsak, önce “neden” bu duruma düştüğümüz sorusunun yanıtını vermek zorundayız, ardından “nasıl” sorusunun…


[Aşağıdaki yazı Devrimci Proletarya Dergisi‘nin Kasım-Aralık 2025 tarihli 14. sayısından alınmıştır]

 

H. Selim Açan

Sosyalizm kapitalizmin alternatifi olmaktan çıktı mı?.. Dahası o geçerliliği olan, ‘uygulanabilir’ bir sistem midir?.. Öncesi de olmakla birlikte 1989’dan bu yana kim bilir kaç kez duyduk bu soruları.

Aslında bunlar hakkında yeterli bilgi ve kanaat sahibi olunmayan bir konuyu anlamak için yöneltilen masum sorular değil. Soru biçiminde dile getirilen kesin hüküm cümleleri.

Ne yazık ve ne acı ki, insanı olduğu gibi doğayı da korkunç biçimlerde sömürüp tüketen, evrendeki ekosistemi allak bullak etmekle kalmayıp şimdi de uzayı sömürgeleştirmenin peşinde koşan çürümüş bir sistemin çok boyutlu/katmanlı bir yapısal krizin içinde debelendiği koşullarda etkinliğini koruyan yaygın bir kanaatin ifadesi. Kapitalist emperyalist sistem bu kadar derin ve çıplak bir yapısal kriz içinde kıvrandığı halde sosyalizmin çekim gücü yok denecek kadar zayıf, kendisini ‘sistem karşıtı’ olarak tanımlayan kesimler içinde bile hâlâ alternatif olarak görülmüyor.

Eşitsizliklerin ortadan kalktığı, insanın insanlığını dolu dolu yaşadığı sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemi içinde olan komünistler ve devrimciler olarak bu ‘yaman çelişki’yi içimize sindiremiyorsak, önce “neden” bu duruma düştüğümüz sorusunun yanıtını vermek zorundayız, ardından “nasıl” sorusunun…

20.Yüzyıl İnşa Pratikleri ve ‘89’daki Çöküşün Yol Açtığı Sosyalizm Algısı

Sosyalizmin çekim gücünün bugün hâlâ diplerde seyretmesinin başta gelen nedeni, 20. yüzyıldaki inşa pratikleri sırasında yapılan -1937-’38 Yargılamaları ve infazlar gibi bazıları düpedüz ‘suç’ niteliğindeki- hatalar ve sonuçta yaşanan 1989 çöküşü sırasında tanık olunan manzaralardır.

Her kim bu belirleyici nedenin üstünden atlayarak sorunu salt Kruşçevci revizyonist ihanete ya da emperyalist-kapitalist kuşatma ve 5. kol faaliyetlerine vb. bağlamaya kalkışırsa ikna edici olmamakla kalmaz kendisini komik duruma düşürür.

20. yüzyıldaki sosyalizmi inşa pratiklerinin hepsi elbette mirasçısı olduğumuz tarihimizin parçalarıdır. Üstelik onlar sadece hatalar ve eksiklerden ibaret değillerdir. Ağır basan yönlerini de bunlar oluşturmaz. O pratikler toplamı, bütün eksiklik ve hatalarına karşın başardıklarıyla insanlığın önüne yepyeni ufuklar açmıştır. Her şeyden önce de insanı ve doğayı vahşice yağmalayıp korkunç eşitsizlikler üreten kapitalizmden çok farklı başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermişlerdir.

Fakat bunun yanı sıra önemli bir kısmı daha önce “çiğnenmemiş bir yolda yürüme”nin tecrübesizliği yanında özellikle 1928 sonrası beş yıllık planlar döneminde elde edilen olağanüstü başarıların yol açtığı baş dönmesinin de etkisiyle bazıları vahim bazıları ise en azından ‘anlaşılır’ hatalar da işlenmiştir. Bunlardan ilk ağızda anılması gerekenleri şöyle özetleyebiliriz:

Bilimsel sosyalizm öğretisi olarak Marksizm’in kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin ‘başlangıç aşaması’ olarak tanımladığı sosyalizmin ‘kendinde şey’ olarak amaçlaştırılması,

Marx ve Engels’in “özgürlüğün önkoşulu” olarak tanımladıkları insanların temel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için zorunlu olan sanayinin ve üretici güçlerin geliştirilmesi yöneliminin süreç içinde tek boyutlu bir kalkınma-sanayileşme hamlesine indirgenmesi,

Kapitalizmle rekabetin üretim yarışına indirgenip yönlendirici temel dürtü halini alması, gelişmiş kapitalist emperyalist ülkeleri ağır sanayi alanında yakalayıp geçmeyi hedefleyen “dagnat i peregnat” yöneliminin komünizmin bütünsel tarihsel hedeflerinin önüne geçmesi,

Devrim sürecinde olduğu gibi sosyalizmi inşa sürecinde de sınıfa ve emekçi kitlelere kılavuzluk edip yol göstermesi gereken öncü parti anlayışının -tarihsel koşulların basıncı yanında Sovyet proletaryası ve halkların partiye duydukları güvenin yol açtığı kayıtsızlığın da etkisiyle- zamanla deforme olup ‘partinin mutlak hegemonyası’ biçimini alması; sınıfı ve emekçi kitleleri iktidar sahibi yapmanın tarihteki en ileri örneğini oluşturan Sovyetler’in işlevsizleşmesi, kadın örgütlenmesi Jenotsel’in tasfiye edilmesi, sendikalar ve komsomol gibi geriye kalanların da gerçek işlevlerini yerine getirmekten uzaklaşıp parti bürokrasisinin ağzına bakan aparatlar şeklinde yozlaşması,

Sosyalizmin güvenliği ve savunulmasının sınıfın ve kitlelerin bilinçli uyanıklığı ve siyasal süreçlere katılımında değil güvenlik ve yargı örgütlerinin etkinliğinde aranması, sosyalist demokrasinin bu yönden de boğulması,

Kapitalist emperyalizm tarafından kuşatılmış olmanın zorunlu kıldığı savunma mecburiyetinin sınırlarının doğru yerden çekilmemesi, silahlanma, istihbarat ve 5. kol yarışına çevrilmesi,

Son iki çarpılmanın beraberinde getirdiği sonuç olarak komünizmin tarihsel hedeflerinden biri olan devletin tasfiyesi yönünde değil azmanlaşması yönünde ilerlenmesi,

20. yüzyıldaki sosyalizmi inşa pratiklerine de esin kaynağı olan Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin inşa sürecinde yapılan yanlışlar, rota kaymaları, ihmaller, öngörü eksikliği ve tek yanlılaşma örnekleri kuşkusuz bunlardan ibaret değildir. Biz burada sadece süreçlerin sonraki seyri üzerinde belirleyici rol oynadıklarını düşündüğümüz belli başlıları hatırlatmakla yetindik (*)

Bunların herbiri elbette birer politik tercih ve ideolojik tutum sonucuydular. Fakat bunlara dair yargıda bulunurken, Stalin yoldaş önderliğinde o muazzam tarihsel başarıları da yaratan kurucu yoldaşlarımızı bu hatalara sürükleyen nesnel etkenlerin rolünü, elverişsiz koşulların basıncını hesaba katmadan ahkam kesmek diyalektik materyalist yönteme uymamakla kalmaz insafsız bir yaklaşım olur.

Keza neden-sonuç ilişkisi bağlamında aralarında her ne kadar belli bir süreklilik ilişkisi bulunsa da dönemler arasındaki farkların üzerinden atlanması da aynı zaaflarla malûl düzleştirici yüzeysel bir yaklaşım olur. Bu bağlamda her kim sosyalizmin temellerini atmakla kalmayıp 1989 çöküşüne kadar sürmeye devam eden sosyal hak ve üstünlükleri Sovyet proletaryası ve halklarına kazandıran Stalin yoldaş önderliğindeki yıllarla arkasından gelen ve ona ihanet etmekle kalmayıp sosyalizmin büsbütün yoldan çıkmasına önayak olan Kruşçev dönemi ve sonrasını hatta Kruşçev dönemiyle Brejnev-Kosigin ikilisinin iktidar yıllarını, Brejnev ve Andropov dönemleriyle Gorbaçov ve Yeltsin’in ihanet yıllarını aynılaştıran bir yaklaşım sahibiyse ya tarihsel materyalist yöntem ve sosyalizm konularında fazlasıyla cahil ya da anti-komünist propagandayla fazlasıyla enfekte olmuş demektir (**)

Teoride Tıkanma- Donuklaşmış Sosyalizm Propagandasının Ruhsuzluğu

Sosyalizmin prestij kaybının belirleyici nedenleri arasında teoride ve sosyalizmin propagandasında özellikle 1956 ihaneti sonrası yaşanan donma ve ruhsuzlaşmanın payı büyüktür. Tekrarlama pahasına altını bir kez daha çizmek gerekirse bu düşünsel canlılığın yitirilmesinde Kruşçev alçağının dünya komünist hareketinin saflarında ve sosyalizme sempati duyan aydınlar arasında büyük bir şok ve hayal kırıklığı yaratan tümüyle iftira ve çarpıtmalarla dolu Gizli Rapor’u tayin edici oldu (***).

Soğuk Savaş’ın zincirlerinden boşandığı bir kesitte patlatılan bu bomba, sosyalizme duyulan güveni, faşizmin belinin kırılmasında oynadığı tayin edici rolle pekişen tarihsel başarılarının yarattığı coşku ve sempatiyi yerle bir etti. Bu hayal kırıklığı ve yıkım, etkisini düşünsel planda da gösterdi. Fransa, İtalya ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ve dünyada çok sayıda aydın, sanatçı, bilim insanı komünist parti üyeliklerinden istifa etti. Çoğu onunla da kalmayıp Truman Doktrini’nin bir parçası olarak CIA tarafından örgütlenen anti-komünist Kültürel Soğuk Savaş’ın aktif militanları haline geldiler.

Sonuçta Marksist hareketin düşünce dünyası yoksullaşıp kurudu. Ortaya çıkan yeni olgu ve süreçlerin Marksist-Leninist temellerde derinlemesine çözümlenmesi şurada dursun Marksist teorinin devrimci temel esasları ve sosyalizmin tarihsel kazanımlarının savunulması bile zayıfladı. Şu ya da bu konuda parçayla sınırlı ufuk açıcı devrimci çözümlemeler sistematik bir bütünlük, derinlik ve sürekliliğe kavuşturulamadı.

Dünya Burjuvazisi ve Gericiliğin Sosyalizmi Kuşatıp İtibarsızlaştırma Konusunda Zamanla Ulaştığı Yetkinlik

Dünya burjuvazisi ve gericilik 1917’deki Ekim Devrimi’nin hemen ertesi gününden başlayarak proleter devrimi boğma, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya olarak komünizm tarihsel hedefine doğru ilerlemesinin önünü almak için elinden gelen çabayı gösterdi.

Bunun ilk adımı, 1917-1922 yılları arasında yaşanan İç Savaş oldu. Bu savaş, dönemin belli başlı bütün emperyalist devletleri tarafından (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya yanında Polonya, Romanya ve Çekoslovakya gibi piyonları) finanse edilmekle kalmayıp değişik cephelerde aktif olarak desteklenen Çarlık yanlısı Beyaz Ordu birliklerinin Bolşeviklere ve kendilerine destek vermeyen sivil halka yönelik Beyaz Terör eylemleri üzerine başladı. 5 yıl, 7 ay ve 9 gün süren savaş sırasında  Sovyetler Birliği 7 ila 12 milyon arası insanını savaş, yargısız infaz, kıtlık, terör ve hastalık yüzünden kaybetti. Ekonomi harap oldu, fabrikalar ve köprüler yıkıldı, hayvanlar ve hammaddeler yağmalandı ve makineler hasar gördü. Sanayi üretimi 1913 yılının yedide birine, tarım ise üçte birine düştü. Örneğin pamuk üretimi savaş öncesi seviyelere göre yüzde 5’e, demir ise yüzde 2’ye düştü. Churchill’in “beşiğinde boğulmalı” dediği devrim buna rağmen ayakta kalmayı başardı.

Arkasından yaşanan kıtlık yetmezmiş gibi başını İngiltere’nin çektiği ekonomik ve ticari ablukalar geldi. Bir kez daha zorlu sınavlardan geçen devrim Lenin’in esnek politikalarla (NEP) birleşen dirayetli önderliği sayesinde alt edildi.

1930’ların büyük atılımları sırasında bu kez büyük malzeme, zaman ve ürün kayıplarına neden olan ekonomik sabotajlar biçimini aldı. Parti önderlerinden Kirov’un katledilmesiyle işin içine silah da girdi.

Bu arada başını İngiltere ve Fransa’nın çektiği Batılı emperyalist güçler Hitler’in saldırganlığını SSCB’ye yöneltebilmek için Avusturya’nın Südetler bölgesini ve Çekoslovakya’yı ona peşkeş çektiler. Fakat ava giderken avlanan kendileri oldular. (Bkz. H. Selim Açan, Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktı)

Avusturya ve Fransa başta olmak üzere neredeyse bütün Avrupa ülkelerinin Nazi orduları tarafından kolaylıkca yutulmasına zemin hazırlayan Alman 5. Kol faaliyeti SSCB’de de ‘Stalin karşıtı muhalefet’ biçimine büründü. Bu gözüdönmüş kin, ordunun başındaki Mareşal Tuhaçevski önderliğinde askeri bir darbe hazırlığına kadar vardırdı işi ama sonuca ulaşamadı. Her ne pahasına olursa olsun Stalin’i devirmeye yönelik bu komploların tasfiyesi sırasında ölçünün kaçırıldığı vahim suçlar işlendiği halde sonuç olarak Hitlerciler SSCB içinde umdukları desteği bulamadı. 5. Kol faaliyetlerinin Avrupa’dan farklı olarak SSCB cephesinde başarısızlığa uğraması Alman Genelkurmayı ve generallerinin yakınmalarına yol açtı.

Sovyet halkları ve Kızıl Ordu’nun Stalin önderliğinde Nazizmin belini kırarak onu inine kadar kovalamakla kalmayıp dünyanın üçte birinin halk demokrasisine geçişinin önünü açması sosyalizme büyük prestij kazandırdı. Dünya çapında çığ gibi büyüyen bu sempati emperyalist burjuvazi ve dünyanın bütün anti komünist  güçlerini panikletti. Gelişmiş kapitalist ülkelerde burjuva devletler ‘iç cephelerini sağlamlaştırabilmek’ için proletarya ve emekçi yığınların ağzına birkaç parmak bal çalmayı içeren ‘sosyal devlet’ uygulamalarını gündeme getirdiler. Diğer yandan ülkelerinde ve uluslararası planda ABD’de McCharty’cilik biçimine bürünen yıldırıcı baskı ve devlet terörü yanında “insanların kalplerini ve akıllarını kazanmayı” hedefleyen sinsi bir anti komünizme yöneldiler. Truman Doktrini’nin bir parçası olarak Kültürel Soğuk Savaşı başlattılar.

 …Savaşın sona ermesiyle birlikte Avrupa’nın yeniden yapılanması kapsamında hazırlanan Marshall Planı’yla yeniden yapılanma yardımlarını bir programa kavuşturan ABD’nin gündeminde Avrupa’da solun siyasi gücünün ve özellikle aydınlar arasında sosyalizme duyulan sempatinin geriletilmesi de bulunmaktaydı. ABD’nin Avrupalı aydınların kazanılmasına yönelik girişimleri ‘kültürel Soğuk Savaş’ olarak adlandırılmaktadır.

Soğuk Savaş’ın ilerleyen safhalarında Birinci Dünya dışındaki ülke aydınlarını da hedefleyecek bir şekilde genişletilen -bu arada Türkiye aydınını da etkileyen- bu ideolojik mücadele girişimlerini anlayabilmek açısından öncelikle Avrupa’daki pratiğe yakından bakmak gerekmektedir.

Avrupa’daki pratiğin incelenmesi başka bir nedenle de önemlidir: Avrupa’da yürütülen herhangi bir mücadele, kıtanın Avrupa dışıyla uzun bir geçmişe dayanan kültürel bağları ve etkisi üzerinden diğer ülkelere de ulaşmaktadır. Örneğin Fransa’da Soğuk Savaş boyunca aydınlar arasında yaşanan bölünme ve ortaya atılan tezler, Fransa’nın dünya çapında bir kültürel merkez olması nedeniyle pek çok ülke aydınını, bu arada Türkiye aydınlarını da etkilemiştir.

Kısacası; Soğuk Savaş’ta sosyalist bloğa karşı verilecek mücadelede insanların kalplerini ve akıllarını kazanmanın önemi anlaşılmaya başlanınca Avrupalı aydının ABD’ye sempati duyması için fikirlerle, oyunlarla, resimle, heykelle verilen bir mücadele başlamıştır. (Cangül Örnek, 1950’li Yıllarda ABD ile Buluşma: Anti-Komünizm, Modernleşmecilik ve Maneviyatçılık, sf.93-94, abç)

George Orwell, İgnazio Silone, Howard Fast, Andre Malraux, Howard Zinn, Herbert Marcuse, Max Horkheimer, Hannah Arendt, Raymond Aaron gibiler bu cephedeki Soğuk Savaş’ın öncüleri olarak öne çıktılar. Arkası özellikle Fransız felsefe ve siyaset biliminde Marksizm’e ve komünizme cepheden saldırmaktan ziyade onu sulandırıp tanınmaz hale sokan fantastik teoriler ve Euro Komünizm olarak geldi.

Sosyalizm ideali 1950 sonrası asıl öldürücü darbeyi bu Kültürel Soğuk Savaş cephesinde yedi. Kruşçev’le başlayıp arkasından Brejnev döneminde derinleşen revizyonist sapmanın yol açtığı sorunlar ve yozlaşmanın üzerine gelen “sınırlı egemenlik teorisi” gibi sosyalizmin ruhuyla bağdaşmayan düpedüz emperyalist boyunduruk teorisi gibi teorilerin ortaya atılması, 22. Kongre’de yapılan bu teorileştirme öncesi 1956’da Macaristan’ı 1968’de ise Çekoslovakya’yı “sosyalist blok” içinde tutmak için yapılan askeri müdahale gibi pratikler, Polonya’da sonuç olarak kitlesel bir biçimde ayağa kalkan işçilerin isyanını bastırmak için Türkiye ya da Latin Amerika gibi ABD ve Batılı emperyalist ülkelerin yarı sömürgesi ülkelerde tanık olduklarımızdan farksız bir darbeyle ordunun yönetime el koyması, Afganistan’a askeri müdahale ve işgal girişimi vb. gibi pratikler “Sosyalizm dediğiniz bu mu?” sorgulamalarını yaygınlaştırıp derinleştirdi.

Ve nihayet hangi süfli dürtülerle olursa olsun sonuçta insanların “sosyalist” ülkelerden kaçabilmek için salkım saçak doluştukları trenler, tıkış tıkış otobüslerle kitleler halinde yollara döküldükleri 1989’daki sahnelere tanık olduk.

Sosyalizmin prestiji ve çekim gücü kalabilir miydi bu koşullarda?..

Emperyalist burjuvazinin sosyalizmi istediği zemine çekip itibarsızlaştırmaya yönelik taktiklerindeki çeşitlilik ve yetkinleşmeden söz ederken ABD’nin 1983 Mart’ında ortaya attığı Yıldız Savaşları blöfünü anmamak olmaz. Neoliberalizmin babası Reagan yönetimi tarafından Stratejik Savunma Girişimi (SDİ) adıyla gündeme getirilen bu proje, SSCB’nin kıtalar arası balistik füzelerini Amerikan topraklarına ulaşmadan uzaydan gönderilecek lazer ışınlarıyla yok etmek üzerine kurulu bir bilimkurgu ürünüydü. Olağanüstü masraf gerektirmesi dışında bilim ve teknolojinin o günkü düzeyinde uygulanabilirliği tartışmalı gerçek dışı bir projeydi aslında. Zaten asıl amacı, SSCB yöneticilerini paniğe sürükleyerek o sıralar iyice teklemeye başlamış Sovyet ekonomisini altından kalkamayacağı bir yükün altına sokarak çökertmekti. Gerçi SSCB’nin 1980 sonlarında çöküşü bu proje yüzünden olmadı belki ama ABD ve diğer Batılı emperyalist güçlerle girdiği silahlanma yarışı bu sonu hazırlayan başlıca etkenler arasındaydı.

İki Sinsi ve Etkili Anti-Komünist Silah: Troçkist ve Liberal Propaganda

Sosyalizmin prestijini ve çekim gücünü zayıflatıp yok etmeyi amaçlayan anti komünist propagandanın rolü üzerine konuşurken Troçkizm ve liberalizmin bu konuda oynadıkları uğursuz rolün üzerinden atlamak büyük eksiklik olur. Bunların her ikisi de sosyalizme yönelik anti komünist saldırganlığın en etkili silahları olmuştur. Çünkü özellikle Troçkizm hem “içerden” bir ses olarak görülmesiyle hem de gözü dönmüş bir Stalin düşmanlığı görünümü altında ‘ince’ bir saldırı çizgisi izlemesiyle bilinçleri bulanıklaştırıp zehirlemekte çoğu kez kaba yalan ve demagojilerle sonuca gitmeye çalışan klasik anti komünizmden çok daha etkili olmuştur.

Akademisyen Cangül Örnek, kapsamlı bir araştırma ürünü olan doktora tezinde bu uğursuz rolü Soğuk Savaş ve Aydınlar alt başlığı altında ABD özgülünde şöyle tanımlar:

… ABD’de aykırı seslerin susturulması; bürokraside, medyada, eğlence sektöründen komünist oldukları savıyla çok sayıda ismin temizlenmesi anti-Sovyetik ve anti-komünist bir uzlaşmayla gerçekleştirilmiştir. Liberal ve muhafazakar aydınların büyük çoğunluğu ya yapılanları sessizce kabullenmiş ya da aktif olarak teşvik etmiştir. Bu kesimlerin onayı, yürütülen temizlik kampanyasına meşruiyet kazandırılmasına yaramış ve yapılanların karşısına dikilen az sayıda insan ise bedel ödemeyi göze alarak bu cesareti sergileyebilmiştir.

(…) aydınlara ve toplumun bütününe uygulanan ideolojik şiddet gücünü buradan almıştır.

Uzlaşma içerisinde uygulanan ve anti-komünist olduğu kadar her tür köklü eleştiriye karşı da tahammülsüz olan şiddetin öncülüğünü, ironik bir biçimde, bir zamanlar radikal sol çevreler içerisinde bulunmuş kişiler yapmıştır. II. Dünya Savaşı’nın başlamasından yıllar önce ABD aydınları arasında etkili olan ve Sovyetler Birliği ile her türlü ilişkiyi reddeden, sosyalizme dair her şeye en hafif deyimiyle şüpheyle yaklaşan bir grup adından sık sık söz ettirmekteydi. Bu grup 1930’ların başlarında komünist hareket içerisinde bulunmuş ancak kısa süre içinde dışarıya düşmüş bazı kişilerden ve Avrupa’dan ABD’ye göçen bir kısmı Menşevik, bir kısmı Troçkist çevrelerden oluşuyordu. Soğuk Savaş’ın işaretleri belirmeye başladığında bu grup ABD yönetimini ve entelektüelleri her vesilede daha keskin bir tavır almaya çağıran tutumuyla anti-komünist cephenin en atak bileşeni olmaya adaydı. (Cangül Örnek, 1950’li Yıllarda ABD ile Buluşma: Anti-Komünizm, Modernleşmecilik ve Maneviyatçılık, sf.68-69, abç)

12 Mart, 12 Eylül ve 2000 Yenilgilerinden sonra kabaran tasfiyeci dalgalar sırasında geçmişlerine yabancılaşmakla kalmayıp düşmanlaşanları gözönüne getirecek olursak ne kadar tanıdık bir manzara öyle değil mi?..

Bırakalım bilinçsiz kitleleri, dünya solunda olduğu gibi Türkiye solunda da kendilerini ‘Marksist’ olarak tanımlayan ve sosyalizme de inanan çoğu siyasal çevre ve kadronun özellikle SSCB’de sosyalizmi inşa pratiği konusundaki bilinci Troçkist propagandanın demagojileri, yalan ve tahrifatları temelinde şekillenmiştir.

Türkiye’de 1968 ve 1978 kuşağından solcular arasında bu etki çok daha belirgin ve yaygındır. İşin tuhafı bunlar hâlâ o dönem ezberledikleri tahrif edilmiş tarih yorumu ve tezleri tekrarlamaya devam etmektedirler.  SB’nin yıkılma sürecinde özellikle de Yeltsin döneminde ucu bir süreliğine aralanan gizli belgeleri inceleme şansı bulan tarihçilerin 1990 ve 2000 sonrası kaleme aldıkları kitap ve makaleleri karşılaştırmalı bir yöntemle inceleyip bildiklerini zannettikleri süreçlere dair ezberledikleri kalıpları gözden geçirmek şurada dursun bunları okuyup okumadıkları hatta varlıklarından haberdar olup olmadıkları bile şüphelidir. Ve bunlar, sosyal medya bataklığı başta olmak üzere çeşitli mecralarda sosyalizm ve 20. yüzyılın sosyalizmi inşa pratikleri üzerine hâlâ zaman tünelinde kalmış ezberlerine dayalı ahkam kesmektedir.

Bunların uyuşmuş yorgun beyinlerine yeni bilgi ve fikirler sokmanın olanağı kalmamıştır fakat bir zamanlar edinilmiş ezberleri papağan gibi tekrarlamaya dayalı tarih ve sosyalizm anlatılarının nasıl gerçek dışı olduğuna dair vereceğimiz bir örnek düşünmeyi unutmamış ve gerçeğin peşinde olanlar için belki uyarıcı olur:

…Tuhaçevskiy ve diğer yedi kumandanın 11 Haziran 1937 tarihli mahkeme kayıtları hiçbir zaman kamuya açıklanmadı. Metin Rusya’da halen o denli gizli sayılıyor ki ne derece güvenilir olursa olsun hiçbir araştırmacının bugün bu belgeyi okuma izni yok. Ancak 1990’da, SSCB’nin dağılmasın­dan kısa bir süre önce askeri lider ve Duma (Sovyet Parlamentosu) üyesi ve 1937 Askeri Mahkemesi’ndeki yargıçlardan birinin torunu olan SSCB Albayı Viktor Alksnis’e KGB (NKVD-MVD’nin ardılı) tarafından bu kayıt­ları okuma izni verilmişti.

Belki de KGB Alksnis’in, ‘askerlere tuzak kuruldu’ şeklindeki hikâyeye sempati duyacağını düşündü. Her şey bir yana kendi büyükbabası 2. derece Kumandan (Korgeneral) Yakov î. Alksnis, Kasım 1937’de tutuk­lanmış, yargılanmış ve 1938 Temmuzu’nda, Tuhaçevskiy ve diğerlerini yargılayan askeri heyetteki jüri üyelerinden biri olarak hizmet ettikten yalnızca birkaç ay sonra komplocu olduğu suçlamasıyla idam edilmişti.

Buna rağmen 2000 yılında ulusalcı bir Rus gazetesi ve hemen sonrasın­da araştırmacı Vladimir L. Bobrov tarafından kendisiyle mülakat yapılan Alksnis, kayıtları okuduktan sonra Sovyet karşıtı bir komplonun varlığına ikna olduğunu söyledi.

(…)

Bobrov: Son bir soru. “Elementi”ye (anılan ulusalcı Rus gazetesi -nba) verdiğin mülakatta 1930’lardan günümüze ateş edebilecek bir ‘savaş topu’ndan bahsediyorsun. Bununla neyi kastettin?

Albay Viktor Alksnis: Eğer o yıllardaki olaylar hakkında ideolojik dogmalar­dan arındırılmış şekilde objektif bir araştırma projesi yapılsay­dı, bizim o yıllara dair ve o dönemin şahsiyetlerine karşı tavrı­mızda çok şey değişebilirdi. Bu da elbette üzerimize bir ‘bomba’ düşmesi anlamına geliyor… (Grover Furr, Stalin ve Demokrasi/Trotskiy ve Naziler, sf. 136-138, Yazılama Yayınları, Aralık 2012, abç)

Sosyalizmi Ayağa Kaldırmanın Zorunlu İlk Adımı: Teoride Yenilenme

…20. yüzyıldaki sosyalizmi inşa yönelimlerinin tümü, doğruları kadar yanlışlarıyla da bizim geçmişimizdir. O deneyimlerin sosyalizmin insanlığın önüne hangi ufukları açacağının somut kanıtlarını oluşturan görkemli başarıları kadar başarısızlıkları da, insanın özgürleşmesini amaçlayan sınıfsız komünist topluma ulaşma tarihsel amacının özüyle ve değerleriyle bağdaşmayan utanç verici politika ve uygulamaları da o tarihin parçalarıdır.

Dolayısıyla, Marksizmin bilimsel sosyalizm öğretisini benimsemiş komünistler olarak ne o deneyimlere toptan kirli bir gömlek muamelesi yaparız ne de peşin hükümlerimizin procrectus yatağına yatırarak işimize gelen yönlerini baz aldığımız bir seçicilikle hareket edebiliriz.

Öte yandan, 21. yüzyıla sosyalizmi yazmak gibi bir iddianın sahibiysek şayet, o tarihsel mirasla ilişkimiz sadece “geçmiş muhasebesi” sınırları içinde kalamaz. O geçmiş. 21. yüzyılın proleter devrim ve sosyalizmi inşa pratiklerimiz sırasında başarıları kadar yanılgı ve yanlışlarından da çok ders almamız gereken bir deneyim hazinesidir. Önlerinde böyle bir örnek bulunmayan 20. yüzyıldaki öncülerimize kıyasla bu, bugünün ve geleceğin komünistleri için muazzam bir avantajdır.

İnsanlığın tarihsel rüyasını oluşturan eşitlikçi özgür bir topluma gidişin yolu hâlâ proletarya sosyalizminden geçmektedir. Bizim olağanüstü elverişsiz koşullarda denemek mecburiyetiyle karşı karşıya kaldığımız ilk tarihsel girişimlerimizin kapitalizme geriye dönüşlerle noktalanmasına bakarak “sosyalizmin geçersizliği” teorisini yapanlar, emperyalist kapitalizmin insanlığı ve doğayı bugün nasıl büyük bir çürüme ve yıkımla karşı karşıya bıraktığı gerçeği yanında bizim o başarısız deneyimlerimizin arkasından kapitalizme geri dönülen ülkelerde yaşayan emekçi halkların nasıl bir sefalet ve düşkünlüğe sürüklendikleri gerçeğine de iyi bakmalıdır.

Yalnız bu durum sosyalizme kendiliğinden bir çekim gücü kazandırmıyor. Onu yeniden güçlü bir alternatif haline getirmiyor. Marksist literatürdeki tanımla “nesnel tarihsel koşulların bütün elverişliliğine” karşın sosyalizm ne yazık ki sistem karşıtı kesimler içinde dahi güç kazanamıyor.

Bunun elbette tek bir nedeni yok. Ama sosyalizmi temsil ettiğini iddia eden rejimler, parti ve hareketler olarak uzak ve yakın geçmişimizde yaptığımız vahim yanlışların, ilkesiz dar görüşlü politikaların, akıl almaz pratiklerin, düşünce donmasının, sınıftan ve emekçi yığınlardan kopmakla kalmayıp aklımızın ve ferasetimizin dahi sorgulanır hale gelmesine neden olan siyaset tarzımızın bu itibar kaybı üzerindeki belirleyici rolünü görmemezlik edemeyiz.

Kendi dışımızdaki etkenlerin arkasına saklanan bir iradesizlik teorisi yapmıyorsak eğer, o zaman sosyalizmin bir yenilenme ihtiyacı -dahası zorunluluğu- içinde olduğu gerçeğini de görmek zorundayız. Elbette bu yenilenme, daha doğrusu bu yöndeki arayışlar, temellerini Marksizmin attığı bilimsel sosyalizm öğretisiyle ilgisi olmayan inkarcı fanteziler yönünde de seyredebilir, Marksizmin devrimci özüne ve yöntemine uygun bir “süreklilik içinde kopuş” çizgisinde de gelişebilir.

Sosyalizmde devrimci bir yenilenme yönelimi üç ana ayak üzerinde yükselmelidir:

Bunlardan birincisi, onun başlangıç/alt evresi olarak komünizm tarihsel amacımızla bağlantısı içinde sosyalizmin Marx ve Engels tarafından formüle edilmiş temel esaslarıdır.

20. yüzyıldaki sosyalizmi inşa pratiklerinin tarihsel deneyiminden çıkarılması gereken olumlu ve olumsuz dersler bütünlüğü ikinci ayağı oluşturur.

İnsanlığın toplumsal üretici güç ve yeteneklerinde, bilim ve teknolojideki muazzam gelişimin dikkate alınması ise üçüncü parametremiz olmalıdır.

Zeytinyağı-su ilişkisi gibi değil iç bağıntılara sahip karşılıklı bir etkileşim ilişkisi olarak dikkate alınması gereken bu üçlünün belirleyici halkasını tabii ki ilki yani bilimsel sosyalizm öğretisinin özü oluşturur. Ondan koparılan bir sosyalizm (ve geçmiş) tartışması, kerameti kendinden menkul fantezilerin tokuşturulduğu sonuçsuz kalmaya mahkum bir didişme olmanın ötesine geçemez. Buna karşın, o esasların bir kez daha hatırlanıp canlandırılması hem geçmiş deneyimlerin değerlendirilmesi sırasında nesnel ölçülere sahip olmamızı sağlar hem de insanlığın toplumsal üretici güç ve yeteneklerinde, bilim ve teknolojide ulaşılan düzey sayesinde komünizmin özgürlük ve eşitlik dünyasına 21. yüzyılda görece nasıl daha kolay ve daha hızlı ulaşma olanaklarına kavuştuğumuz gerçeği bütün açıklığıyla görülebilir.

Sosyalizmin çekim gücünü yitirmesinde -gerçekleri bütün yönleriyle hâlâ tam olarak bilemediğimiz- geçmiş deneyimlerimiz sırasında yapılan vahim yanlışlar ve işlenen suçların yarattığı hayal kırıklığı ve güvensizlik kuşkusuz baskın ve belirleyicidir. Ama bu tahribatın onlarca yıldır giderilemeyişi dahil kendisini Marksist olarak tanımlayan parti, örgüt ve çevrelerin  sergiledikleri teorik-düşünsel donmanın, ezberlerinin tutsağı olan dogmatik tutuculuğun, sosyalizm idealine yeniden hayatiyet ve çekim gücü kazandıracak bir yaratıcılık sergileyememiş olmalarının rolü küçük ve önemsiz midir?.. Geçmiş sosyalizm pratiklerinin başarısızlık ve çöküşle noktalanması gibi hayati bir konuyu dahi hâlâ “biz demiştik” ya da “biz haklı çıktık” böbürlenmesi ekseninde ele alan bir düşünsel konformizm bugünün 40 yaş ve altındaki kuşaklara ne anlatmış olur?..

Kendisini Marksist olarak tanımlayan çevre ve güçlerin çoğunluğu sosyalizmin zorunluluğunu hâlâ kapitalizmden hareketle, onun insanlığı ve doğayı nasıl bir çürüme ve yıkıma sürüklediği ve başımıza daha hangi felaketleri açabileceğinin tasvirinden hareketle propaganda ettiğini zannetmektedir. Her şeyden önce korkulara hitap eden bu yöntemle özellikle genç kuşakların sosyalizme kazanılabilmeleri imkansıza yakın ölçüde zordur. Günümüzde sosyalizmin propagandası, onun insanlığa nasıl bir yaşam ve gelecek vadettiğini, bunu hangi ilkeler temelinde nasıl gerçekleştireceğini anlatmayı esas almalı ve bu gelecek vaadinin zihinlerde canlanmasını sağlayacak somut programatik hedef ve öneriler temelinde kendini ifade etmelidir.

Sosyalizmi hâlâ kapitalizmin teşhirinden hareketle tanımlamanın asıl sakatlığı, sosyalizmi kendisi olmaktan çıkarmasında yatar. Tarihsel konum bakımından komünizmin alt/başlangıç evresini oluşturan sosyalizmin bağımsız bir sistemmiş gibi kendinde şey olarak amaçlaştırılması dahil 20. yüzyıldaki sosyalizmi inşa girişimlerimizin geriye dönüşler ve iflasla sonuçlanmasına yol açan bütün hata ve sapmaların temelinde de zaten bu eksen kayması (kapitalizmle rekabetin esas alınması) vardır.

Sosyalizmin tarihteki yeri ve amacı, kapitalizmden hareketle, onunla rekabet temelinde değil komünizm tarihsel hedefinden gelerek tanımlanmak zorundadır. Proletaryanın iktidarı ele geçirmesinden sonra atılacak adımlar da bu tarihsel amaç ışığında, onunla tutarlı olmayı esas alan bir yaklaşımla atılmalıdır. (H. Selim Açan, Bilince Dönüşen Zorunluluk, sf. 151-154, abç)

DİPNOTLAR:

(*) Sovyetler Birliği somutunda 20. yüzyılın sosyalizmi inşa pratiklerinde yanlış, eksik veya dar görüşlülük örneği olarak gördüğümüz politika ve uygulamalara dair görüşlerimizin daha geniş açılımını merak edenler Şubat Basım Yayın tarafından basılan Sosyalizm Fil midir (2018) derlemesiyle, Sel Yayıncılık tarafından basılan Bilince Dönüşen Zorunluluk (2021) broşürüne bakabilirler.

(**) “…Stalin’in ölümünden sonra başlayan ve Brejnev’le devam eden kitlelerin depolitizasyonu, 70’lerle birlikte iyice rahatlama ve gevşeme kitlelerin sisteme inançlarını azaltmış, yozlaşma, çalışmadan gelir elde etme, devleti sömürme vb kanserli bir ur gibi her yana yayılmıştı. Rakamlarla anlatmak gerekirse Stalin döneminde yıllık yüzde 35’lere varan büyüme oranı, 80’lerin ortasında yıllık yüzde 2’ye kadar gerilemişti. Burada asıl önemli olan ekonomiden çok ahlaki yozlaşmaydı.

“Stalin kötüydü, dediler bana. Fakat Brejnev bazı açılardan Stalin’den daha da kötüydü. Stalin insanları öldürüyordu. Fakat Brejnev onların ruhlarını öldürdü. Brejnev yönetiminde insanlar nasıl yaşandığını unuttular. Nasıl çalışıldığını unuttukları gibi. Stalin zamanında insanlar hiç değilse gelecek için yaşıyordu; kamplardaki tutuklular bile. Brejnev zamanında geçmiş için mi yoksa gelecek için mi yaşıyorlar umurlarında değildi. Ateşleri söndü. İstedikleri biraz yemek, içmek ve çalmaktı. (…) Brejnev döneminin başlangıcını hatırlıyorum. O zaman konuşmaktan ve fikrimizi alenen söylemekten korkmazdık. Yıldan yıla insanların konuşmaktan korkar hale gelişini izledim. Ve konuşmaktan nefret ettiler. Neydi korktukları? Terfi ettirilmeyecekleri, kendilerine bir apartman dairesi tahsis edilmeyeceği, ülke dışına seyahat izni alamayacakları, ya da entellektüellerin çalışmalarını yayınlama imkanı bulamayacakları, hatta teknik bir raporun bile yayınlanmasının bir hayli geciktirileceği; ayrıca çocuklar için de hayatın zorlaştırılacağı. Maddi yaşam koşulları iyiye gitti, ama öyle bir şekilde ki, hakkın olanı almak istiyorsan itaat etmek durumundaydın. (…) Yetmişlerin sonlarında çürüme iyice yerleşikleşti. Dev bir ‘iş yavaşlatma’ gelişti. Bu gelişme kentlere, sanayiye, en prestijli, nükleer enerji santralleri gibi en büyük övünç kaynağı olan tesislere kadar yayıldı. Sovyetler Birliği insanları kurallara göre çalışmaya başladı. Yani mümkün olduğunca, neredeyse hiç çalışmadılar. Cezasız kurtulabilecekleri herşeyi yaptılar -ya da yapmadılar. Kendi küçük şeflerinden şikayet edip başları eğik gezdiler. Kendi geçim felaketlerini elden geldiğince az eziyetle atlatmaya çalıştılar ve sistemi, kendi çıkarlarına kullanabildikleri zamanlar ferahlama duydular.”  Uzun yıllar New Left Rewiew’un yayın yönetmenliğini yapmış İngiliz gazeteci Anthony Barnett’in 1987 yılında, Glasnost ve Perestroyka’nın ortasında Sovyetler Birliği’ne yaptığı gezinin notlarından aktaran Ahmet Açan,  Sovyetler’de Özgürlük, abç, https://gorus21.com/sovyetlerde-ozgurluk/

(***)  Stalin yoldaşın ölümünün ardından çevirdiği bir dizi entrika yanında uzun yıllar Stalin yoldaşın en yakın çalışma arkadaşları olan Molotov, Kaganoviç ve Malenkov gibi “eski Bolşevikler”in aymazlığı ve yalpalamalarından yararlanarak SBKP Genel Sekreteri olan Kruşçev, 1956 Şubat’ında yapılan 20. Kongre’nin gizli bir oturumunda 1937-’38 yıllarında yapılan tasfiyeler ve kişi kültünün yaratılması konusunda bütün suçu Stalin yoldaşa yükleyen iftiralarla dolu bir konuşma yapar. Gizli Söylev ya da Kruşçev Raporu olarak bilinen konuşma, Stalin yoldaşı ve onun sosyalizmi inşa yönelimine baştan beri karşı çıkan bütün muhaliflerin yanıldıklarını kabullenerek özeleştiri yaptıkları 1934’teki Zafer Kongresi’ni (17. Kongre) hedef alır.  25 Şubat gecesi yapılan konuşma sonradan Batıya sığınan Kruşçevci KGB yöneticisi Kostya Orlov tarafından birkaç gün içinde Reuters ajansının o zamanlar Moskova muhabiri John Rettie’ye sızdırılır (https://www.bbc.co.uk/turkish/fooc/story/2006/02/060224_fooc_russia.shtml). Konuşmanın ana metni 3 Mart günü İzvestia’da yayınlanır. MK Plenumu 5 Mart’ta Rapor’un tamamının tüm parti ve komsomol örgütlerinde okunması kararı alınır. Fakat gizli konuşma kardeş komünist partilerden ısrarla saklanır. ABD’li anti-komünist tarihçi Grover Furr’ün içerdiği bütün iddiaları tek tek ele alarak çürüttüğü yalanlarla dolu bu iğrenç iftira metni 5 Haziran 1956 günü ABD’de The New York Times,10 Haziran 1956 günü de İngiliz The Observer gazetelerinde tam metin olarak yayınlanır ve bütün dünyada şok etkisi yaratır. İngiliz The Telegraph gazetesi raporu “XX. Yüzyılın en etkili konuşması” olarak tanımlar.

1989 sonrası ucu bir parça açılan gizli belgelerde yaptıkları araştırmalar sonucu fanatik anti komünist Stephen Kotkin ve Yuriy Yemelyanov gibi tarihçilerin dahi düzmece olduğunu sergiledikleri Lenin’in sözde vasiyetinden  Stalin yoldaşı ‘devleti ve partiyi keyfi bir tarzda tek başına yöneten, sözünün üstüne söz söyletmeyen bir despot, muhaliflerini işkenceci sorgulardan geçirdikten sonra kurşuna dizdiren işkenceci bir katil, hak etmediği şekilde yüceltilip putlaştırılan, Nazi işgaline karşı savaş sırasında oynadığı rol abartılan, kişi kültünün teşvikçisi, vb vb’ olarak tanımlayan anti komünist propagandanın o günden beri ağzına sakız ettiği bütün beylik tezler oluşturur o iftira yığınını.

Fakat ilginçtir, Kruşçev alçağının “Stalin’in kurbanları” olarak tanımladığı bütün isimlerin siyasi itibarları 1988’e kadar iade edilmez, çünkü bazı istisnalar hariç çoğunun suçlu olduğuna dair kanıt ve belgeler hâlâ arşivlerdedir. Keza Stalin yoldaşı “siyasi rakiplerini tasfiye etmekle” suçlayan Kruşçev haini, 1952’de yapılan 19. Kongre’de seçilen SBKP Merkez Komite üyelerinden yaklaşık yüzde ellisini hemen, geriye kalanların yüzde 20’sini de 1959 başında yapılan 21. ve 1961’de yapılan 22. Kongre’de tasfiye eder.

KAYNAKÇA:

Ahmet Açan, Sovyetler’de Özgürlük, https://gorus21.com/sovyetlerde-ozgurluk/

Ahmet Açan, Cengiz Aytmatov, Stalin ve Lenin’in Mozolesi, https://gorus21.com/cengiz-aytmatov-stalin-ve-leninin-mozolesi/

Cangül Örnek, 1950’li Yıllarda ABD ile Buluşma: Anti-Komünizm, Modernleşmecilik ve Maneviyatçılık

https://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/alintilar/2528.pdf

Grover Furr, Hruşçov’un Yalanları, Yordam Kitap, Kasım 2011-İstanbul

Grover Furr, Stalin ve Demokrasi/Trotskiy ve Naziler, sf. 136-138, Yazılama Yayınları, Aralık 2012-İstanbul

H. Selim Açan, Sosyalizm Fil midir?, Şubat Basım Yayım, Nisan 2018-İstanbul

https://www.academia.edu/95103121/Sosyalizm_fil_midir

H. Selim Açan, Bilince Dönüşen Zorunluluk, Sel Yayıncılık, Ekim 2021-İstanbul

H. Selim Açan, “Lenin’in Vasiyeti”: Bize Anlatılan Masallar, https://www.academia.edu/95034946/_Leninin_Vasiyeti_Bize_anlatılan_masallar

H. Selim Açan, Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktı, https://www.academia.edu/95105396/Sovyet_Alman_Saldırmazlık_Paktı

Sayers / A. E. Kahn, Sovyetler’e Karşı Büyük Komplo, Yurt Kitap-Yayın, Ocak 1990, Ankara

TİKB Programı, Şubat Basım, Kasım 2012-İstanbul

Yuriy V. Yemelyanov, Stalin/İktidara Giden Yol, Lena Yayınları, Ankara-2014

Yuriy Jukov, Öteki Stalin, Lena Yayıncılık, Ankara-2013