Emperyalist kapitalizmin kelimenin gerçek anlamıyla açgözlü bir Midas’a dönüştüğü koşullarda karşılıyoruz bu yılı da. Dokunduğu her şeyi taşa çeviren, insanlığın toplumsal üretici güçlerinin ulaştığı bu baş döndürücü düzeyde işçi ve emekçilere açlık-sefalet dayatan, kâr hırsıyla her şeyi metalaştıran, bir uçta zenginliği diğer uçta yoksulluğu biriktirdikçe biriktiren, egemenlik ve yağma için savaşlar çıkaran, o savaşlarda milyonlara bitimsiz acılar yaşatan, bunun için gözünü kırpmadan dünyayı bir uçuruma sürükleyen bir Midas bu.
Tarihin çöplüğüne gönderilmek dışında bir kurtuluşun, nefes alacak temiz noktanın kalmadığı bu koşullar her yerde isyana, ayaklanma ve devrimlere çağırıyor büyük insanlığı!
Dünyanın hemen her yerinde emekçiler, dayatılan sefalete, sömürüyü daha da derinleştirmek için yapılıp edilenlere, emperyalistler arasındaki dalaşların yarattığı dehşet verici sonuçlara, ekolojik yıkım büyüdükçe artan felaketlere, kıtlıklara, ekonomik-sosyal çöküşlere karşı birikmiş öfkelerini çeşitli biçimlerle dile getiriyor.
Sınıflar mücadelesinin tarihsel kazanımlarını ayağının altına alarak işçi sınıfını örgütsüzlüğe, güvencesizlik ve belirsizliğe sürükleyen, politik alanın dışına ya da kendi ideolojik-politik gericilik birikim alanının içine almak dışında bir seçenek sunmayan bu düzene karşı emek ile sermaye arasındaki kavga keskinliğinde bilenmeseler de sezgileri, deneyim ve bizzat yaşadıklarıyla biriktirdikleri öfkeyi sokaklara salıyor.
Emekçi köylüler, bir avuç altın ya da diğer madenler için dağını kemiren, tarım arazilerini yok eden, ormanlarını kıraç bir çöle dönüştürecek şekilde tıraşlayıp yerin altını üstüne çıkaran ve bunu yaparken tüm toplumsal yaşamı ve ilişkileri yerle bir eden bu düzene karşı lokal de kalsa ayaktalar.
Rant ve yağma dışında bir şey tahayyül etmeyen bu düzenin yarattığı devasa mülksüzleştirmenin sonuçlarına, bütün emek birikimlerinin bir anda ellerinden kayıp gitmesine, havasına bile ipotek konulmasına öfkeli milyonlar…
Geleceği elinden alınmış, bırakalım yarını saatler sonrasını bile kestiremeyecek bir belirsizliğe sürüklenmiş, sermaye için ucuz işgücü ve ölüme hazır asker olmak dışında bir anlam taşımayan gençler dünyanın birçok noktasında bizzat yaşayarak deneyimledikleri bu vahşet düzenine karşı ayakta!
Daha başından itibaren kadın düşmanlığını, ataerkiyi organik bir parçası yapan kapitalist sömürü düzeninin milyonlarca kadını aile denilen hücreye hapsedip kapısına din, her türlü gericilik ve siyasal güçlerini bekçi olarak koyan bu düzene öfke dinmediği gibi büyüyor. Bir yandan emek gücünün yeniden üretimi için emeklerini karşılıksız olarak soğuran diğer yandan da piyasanın en güvencesiz, en esnek, en ucuz parçası olarak doğrudan üretime koşan bu düzen, kadınların her açıdan eşitlik ve özgürlük çığlıklarını büyütüyor. Emekçi erkeği emekçi kadının celladı yaparak kendi ataerkil düzeninin ömrünü uzatan, aile kurumu denilen temel çekirdeğin korunması için dört bir yandan ataerkiyi kışkırtan bu düzenin o katil karakterine karşı öfke sokaklara taşıyor.
Emperyalistlerin paylaştıkları dünyanın üzerine kimin asıl söz sahibi olacağı rekabeti dünyayı yeni bir emperyalist paylaşım savaşının eşiğine getirmiş durumda. Avrupa’nın tüm devletleri silahlanma iştahları, halkları halklara karşı kışkırtacak “hazır olun” çağrıları, zorunlu askerlik uygulamalarıyla dünya halkları üzerine bir karabasan gibi çökmeye hazırlanıyor. ABD emperyalizminin tuttuğu dümendeki konumunun zayıflamasına olan tahammülsüzlüğü, dünyanın istediği yerine çökebilme tehditleriyle dile geliyor. Faşizm emperyalist kapitalizmin temel siyasal eğilimi olmuş durumda. “Demokrasi”nin başkentleri bile devlet örgütlenmelerini işçi ve emekçilere yönelik daha fazla düşmanlık ve zorbalığa hazır hale getirmeye çalışıyor. Büyük bedellerle kazanılmış tüm özgürlük alanları faşizmin, siyasal gericiliğin gölgesiyle karartılmaya çalışılıyor.
Emperyalist kapitalistler ve onların işbirlikçileri eliyle kışkırtılan gerici iç savaşlar, savaş naraları, haritaların değiştirilme tehdit ve pratikleri birbirini izliyor.
Türkiye ve Kürdistan bu tablonun en kritik yerinde duruyor. Tekelci burjuvazi ve siyasal temsilciliğini yapan faşist blok, bir yandan dünyanın yeniden şekillendirildiği bu geçiş döneminde oluşacak işbölümü içinde yer kapmaya hatta fırsat olursa Misak-ı Milli hayallerini gerçekleştirme dürtüleriyle hareket ediyor bir taraftan da buna uygun bir emek rejimi, siyasal iktidar, toplumsal ilişkiler ve ideolojik-siyasal hegemonya kurmaya çalışıyor.
Türkiye ve Kürdistan’ı emperyalist kapitalist üretim ilişkileri içinde ucuz emek deposu, enerji ve ticaret yollarının geçiş güzergahı, lojistik üssü, tedarik noktası haline getirmek için emeğe dönük saldırılarında sınır tanımıyor. Yoksullaştırarak sömürüyü daha da derinleştirmek, kadın ve çocuk emeğini bu politikaların başat aracı haline getirmek için açgözlü bir hırsla hareket ediyor. Asgari yaşama mahkûm ettiği emekçileri çocuklarıyla birlikte kapitalist üretim dişlilerinin tam ortasına fırlatıyor. İşçi ölümleri bu telaş içinde basit bir ayrıntıya dönüşüyor. Daha fazla sömürü ve kâr için emekçi çocuklarına “okumasanız da olur” diyecek bir gözü dönmüşlükle hareket ediyor.
Başlatılan “sürecin” gidişatının Kürt özgürlük hareketinin tarihsel toplumsal kazanımlarını gasbetmek, yarattığı örgütlü gücü çözmek amacına endeksli olduğu her geçen gün daha da netleşiyor. Karşısındaki en örgütlü güç olan Kürt halk dinamiğini beklenti-güvensizlik sarkacı içinde yorarken örgütsüzleştirmeyi esas alıyor. Rojava’daki kazanımlara yönelik tahammülsüzlüğünü sözünü ettiği “süreç” masalını her an bitirip yeni bir kıyım ve katliam sürecine evriltmesi işten bile değil onun açısından.
Örgütlü olan her şeye düşmanlıkla yaklaşıp devrimci olan her şeyi yok etmek-çözmek istiyor. Muradı “düzenin solunu” yaratmak. Bu murat için de devlet partisi bile fazla muhalif görülüp etkisizleştirilmeye çalışılıyor.
Tarihsel kökleri hayli derin olan gericilik birikimi ve şovenizmi her an sokaklara salınacak bir paramiliter güç olarak hazır tutmayı elden bırakmıyor. Dönem dönem kışkırtılan bu gücün nasıl bir vahşet tahayyülü içinde olduğu bizzat kendi açıklama ve pratikleriyle dile geliyor.
Her şeyi metalaştıran, metalaştırdıkça tüm dayanışma-örgütlenme ilişkilerini de değersizleştirip çözen bu düzenin ürettiği toplumsal çürüme artık perdesizleşmiş durumda. Çocuklarımıza kadar inmiş bir uyuşturucu kullanımı, çeteleşme, geleceksizlik duygusunun tetiklediği kolay yoldan para kazanma hayalleri toplumsal çürümenin geniş kitlelere yayılmasının tipik ifadesi oluyor. Depresyon, psikolojik ve fiziksel hastalıklar tarihte eşine az rastlanır bir yaygınlıkta.
Nereden bakarsak bakalım karşımıza bir uçta zenginlik birikirken diğer uçta sefalet kadar cehalet, yozlaşma ve düşkünleşmenin biriktiğini gösteren bir tablo çıkıyor.
Her karanlığın bir de aydınlığa çıkacak dinamikler taşıdığını unutturmayacak filizler başını gösteriyor. Dünyanın sokakları kaynıyor…
Direniş dersine yeni başlamış ya da direniş derslerinin deneyimleriyle bu kirli havayı dağıtmak için doğrulup bir halkı peşinden sürükleyecek isyan filizleri yeşeriyor. Emperyalist barbarlığın o karanlık gövdesiyle üzerine çöktüğü emekçiler ve ezilen halklar bu tabloyu değiştirmek için ayağa kalktıkça ezilmeye çalışılıyor ama bitmiyor! Bitmeyecek, çoğalarak büyüyeceğiz dercesine…
2026 bu tablonun her açıdan daha da ağırlaşacağı bir yıl olacak.
2026 bu tabloda o karanlığı tertemiz direniş ve isyan soluklarıyla yarıp geçmek için ayağa kalkanlarla özdeşleşecek
2026 bizi ayağa kalkacak insan denizinin içine daha fazla dalmaya, daha fazla örgütlenmeye ve daha fazla eylemeye çağıracak.

Alınteri Gazetesi 21. Yüzyıla Sosyalizmi Yazacağız!