Eylül Gökçin
Genç kadın fönsüz saçları, aynaya bakmadan gelişi güzel sürdüğü ruju, iddiasız kıyafetleri ve oldukça ökçesiz ayakkabıları ile kapitalizmin hayatımıza kazandırdığı onlarca binadan biri olan ışıltılı lüks bir plazanın önünde durur, endişeli gözlerle ihtişamlı binaya bakar ve derin bir nefes alarak telaşlı adımlarla içeri girer. Çevresinde moda dergilerinden fırlamış, baştan aşağı marka kıyafetlerle bezenmiş onlarca kadın ve erkeği görünce de telaşı daha da artar…
Genç kadının adı Andrea Shacs’tır. Üniversiteden yeni mezun olmuş bir gazetecidir. “Milyonlarca kızın birbirini öldürebileceği” bir iş başvurusu için New York’un en tanınmış moda dergilerinden birinin editörü olan Miranda’nın odasındadır. Üstelik bu kısacık kariyerinde bir gazetede baş editörlük yapmış, yaptığı bir haberle ödül bile almıştır. Zeki, çabuk öğrenen, çalışkan biridir. Fakat bunların ne önemi vardır. Kapitalizmin yarattığı tüketim toplumunun; tek tipleştirilmiş beden algısından, moda ve marka tutkusundan habersiz biridir. Bu nedenlerle de bir moda dergisinde çalışmaya uygun görülmemiştir. Tam iş başvurusu için geldiği bu ışıltılı plazayı terk edecekken geri çağrılır ve işe alınır.
O günden sonra Andrea toplumsal hayatta ve iş hayatında var olabilmek için başarının değil moda endüstrisinin belirlediği kuralların geçerli olduğunu öğrenmek zorunda bırakılacaktır…
“The Devil Wears Prada”, Türkçeye çevrilmiş adıyla Şeytan Marka Giyer filmi Amerikalı yazar Lauren Weisberger’in aynı adlı romanından uyarlanmış 2006’da gösterime girmiş birçok dalda Oscar’a aday gösterilmiş bir filmdir.
Amerika’da 1960’lı yıllardan itibaren iletişimin ekonomi politiği hakkında çalışmalar yapan Herbert I. Schiller kapitalist toplumlardaki mülkiyet ve iktidar ilişkilerinden yola çıkarak eleştirel bir yaklaşımla, kitle iletişim araçlarının hangi ellerde olduğunu ve bu ellerin bu araçları hangi amaçlarla kullandıklarına yanıt aramıştır. Schiller’e göre kitle iletişim araçları sadece ekonomik açıdan gelir getiren bir çalışma alanı değil aynı zamanda toplumları manipüle ederek -bireylerin zihinlerini yönlendirerek- topluma paketlenmiş bir bilinç sunan ideolojik bir alandır.
Ne alakası var demeyin. Şimdi geliyoruz asıl konuya Şeytan Marka Giyer filmini izleyenler bilirler, filmde Andrea ve Miranda karakterlerinin iş ilişkileri üzerinden kapitalist ve ataerkil sistemin popüler kültürü yaymada başat araçları olan medya ve moda aracılığıyla kadınların bedenlerini ve hayatlarını nasıl manipüle ettiği ve onları sistemin pompaladığı uysal bedenlere nasıl hapsettiği anlatılmaktadır.
Newyork’un göbeğindeki bu ışıltılı plazada yer alan moda dergisi Runway’de şişman, makyajsız, yüksek topuk sevmeyen, modadan anlamayan, marka giyinmeyen kadınlara yer yoktur. Çalışan her kadın bir Barbie olmak zorundadır. Runway kapitalizmin yarattığı tüketim kültürünün kadını ve kadın bedenini nasıl tahakküm altına aldığının ve nasıl sömürdüğünün adeta vücut bulmuş halidir.
Filmde Miranda karakteri kapitalist ataerkinin yaratmaya çalıştığı/yarattığı kadın tipolojisinin bir temsilcisidir. Gücü elinde tutabilmek için sistemin talepleri doğrultusunda değişip dönüşerek kendine yabancılaşmıştır. Duygusuzdur, tek bir bakışı, tek bir sözü hatta koridorda görünecek olması dahi çalışanlar için mobbing anlamına gelmektedir. Filmin bir sahnesi şöyledir; Miranda aracıyla dergi binasına yaklaşmaktadır. Şoförü, asistanına mesaj atarak Miranda’nın gelmek üzere olduğunu bildirmiştir. O saniyeden itibaren Runway’de hummalı bir koşuşturma başlamış, makyajlar tazelenerek, topuklu ayakkabılar giyilmiş, kıyafetlere çeki düzen verilmiş üstelik bunlar saniyeler içinde gerçekleşmiştir. Kısacası Runway’in kadın çalışanları farkına dahi varmadan sistemin istediği elemanlara dönüşmüşlerdir.
Erkek egemen sistem mükemmel beden algısı üzerinden kadınları psikolojik açıdan manipüle ederek kadınların kendilerini kusurlu ve yetersiz görmelerini sağlayarak tüketim kültürünü beslemektedir. Sistem dört bir yandan pompaladığı sübliminal mesajlarla adeta kadınların bilinçaltını, bedenlerini ve dahası ruhlarını ele geçirmektedir. Sonuç olarak kadınların hayatlarını bir ağ gibi saran bu manipülasyon mükemmel ve kusursuz bir bedene sahip olmayan kadınların iş yaşamından ve sosyal yaşamdan silinebileceği algısını yaratmaktadır.
Bu durum filmde Miranda karakteri üzerinden içselleştirilir. Miranda iş yaşamındaki başarılı ve güçlü konumunu kusursuz bedenine borçlu olduğunu düşünmekte bu yüzden de bulduğu her fırsatta kadının mükemmel bir fiziğe sahip olması gerektiğini dile getirmektedir. Bunu filmden bir diyalogla somutlayacak olursak Miranda’nın şu sözleri oldukça dikkat çekicidir. “Bir de Richard’ı ara, bana geleceğin kadını ile ilgili gönderdiği fotoğrafları incelediğimi söyle. Hiçbiri ne güzel ne de çekici. Bu devirde ince, narin bir dişi bulmak için yıldızlara uzanmak gerekiyor.”
Andrea karakterine gelecek olursak filmde bu karakter üzerinden kadının kimliğinin kusursuz beden ve moda algısı üzerinden nasıl manipüle edildiği, sistemin ihtiyaçlarına göre nasıl değişip dönüşmek zorunda bırakıldığı resmediliyor adeta. Andrea kirasını ödeyebilmek, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kapitalist sömürü çarkına dahil olmak zorunda bırakılan milyonlarca genç kadından yalnızca biri. Filmin başında gösterişsiz kıyafetleri, neredeyse sıfır makyajlı hali ve sıradan kıyafetleriyle Runway’in temsil ettiği moda ve beden algısından çok çok uzak bir karakterdir. Ancak bir süre sonra Andrea da tıpkı Runway’in diğer çalışanları gibi kendi kendisinin polisi olacak ve kendine dayatılan her türlü estetik ve moda anlayışını benimseyerek sistemin bir elemanı haline dönüşmek zorunda kalacaktır.
Dolayısıyla, tıpkı filmde de anlatıldığı gibi, kapitalist patriyarkal sistem diyetler, spor salonları, estetik sektörü ve kozmetik ürünlerle yaşamlarımızı dört bir yandan kuşatarak kadın bedenini bir nesneye dönüştürmektedir. Bu barbarlığa karşı bize düşen her türlü şiddete, baskıya, sınırlamaya, tanımlamaya karşı kendi kimliğimizi koruyarak yaşamlarımıza sahip çıkmaktır.
Alınteri Gazetesi 21. Yüzyıla Sosyalizmi Yazacağız!