Roboskî: Kanlı Sınır



Yüz yıldır aynı kafa hiç değişmediği için neredeyse yüz yıl öncesine benzer katliamlar yaşanmaya devam ediyor. Çocuklar ölüyor, o çocukların okuyamadığı okullara işkenceci katillerin adı veriliyor. Bu kadar katil seviciliğin olduğu yerde çiçek de yeşermiyor, çocuk da büyümüyor


Poyraz Soysal

Ekmek bile kan bedelidir bu topraklarda. Büyür yapay sınırlar, büyür ölüm, büyür bedende şarapnel yaraları, büyür sahte etik nutukları, büyür zulüm… Büyür de büyür.

Büyümez büyümesi gereken. Büyümez sevinç, büyüyemez çocuklar. Çünkü kanla çizilen sınırların ardında kara kara kaderler çizilir bir halkın alnına. Yoksulluk çizilir, parçalanmış uzuvlar çizilir. Özgür kanat çırpışlarıyla cıvıl cıvıl kuşların çırpınışı değildir çocukların ilk gözüne dolan. Yoksulların emeğinden, haraç misali kesilen vergilerle, gerektiğinde aynı yoksullara karşı kullanılacak ölüm makinelerinin kara kanatlarıdır.

“Gökten üç elma düşer” masal masumiyetine nazire yapar gibi bombalar düşer gökten. Romantik yağmurlar yerine ölüm yağar. Çocukların hayalleri kanlı karlar üzerinde donup kalır. “Etle tırnak” sahtekârlığını göze sokarcasına kadehler havalarda yeni yıl kutlanır kardeş evinde taziye varken.

Ellerim yok ki artık tütün basam yarama

28 Aralık 2011 gecesi toprak bile uykudayken Roboskî’de ölüm yağıyordu yoksul Kürt köylülerinin üzerine. Sınır ticaretinden dönen kafile, suskunlukla beslenen cezasızlığın güvencesiyle savaş uçaklarından atılan bombaların hedefi oldu. Toprak uyuyordu, insanlık uyuyordu.

Televizyonlar başka dünyayı anlatıyordu. Ülke katliamı neredeyse bir gün sonra öğreniyordu, ona öğrenmek denirse… Şoven ideolojiyle zehirlenen emekçi kitleler, kendi kanını emen sistemin ideolojik etkisinde kalarak susuyordu. Bu suskunluk “Katırlara yazık oldu” diyerek insanlığı pul pul dökülmüş faşist kudurganlığa zehrini saçma şansı veriyordu. İyiniyetli, dürüst emekçiler bile “Onlar da kaçakçılık yapıyormuş” propagandasının etkisinde kalıyordu.

Bu işin kuralı buydu çünkü. Varlığını sömürüye borçlu olan kapitalizmin etiği hep yoksullara işler. Emeğiyle saltanat sürdüğü emekçilere neden emeklerinin çalındığını, büyük paralar için dönen gerçek kaçakçılığı, büyük hırsızlıkları sorgulatmaz ama en insani olanı sorgulatır.

Yaşayabilmek için, hayatının ortasına çekilmiş sınırın öte yanından getirilen iki teneke mazot ”Kaçakçılıktır” ama bir gecede iç edilen milyon dolarların adı bile anılmaz. Dev şirketlerin kullandığı kaçak elektrik kimsenin dilinde değildir ama “Kürtler kaçak elektrik kullanıyordur…” Yani korku ve bilinçsizliğin girdabında etik hep ezilenlerin insani ihtiyaçlarında devreye giriyor. Gerçek etiğe sahip çıkmanın akıbeti her fırsatta gösteriliyor zaten.

Çoğu çocuk 34 kişinin evine ekmek götürmek için, okul harçlığı için, kardeşine protez almak için sınır ticareti yapmak zorunda kalması ve paramparça edilmesinin tartışılması gerekirken hâlâ “kaçakçılık” bahanesine sığınılıyor. 100 yıldır aynı kafa ve hiç değişmiyor. Değişmediği için de neredeyse yüz yıl öncesine benzer katliamlar yaşanmaya devam ediyor. Çocuklar ölüyor, o çocukların okuyamadığı okullara işkenceci katillerin adı veriliyor. Bu kadar katil seviciliğin olduğu yerde çiçek de yeşermiyor, çocuk da büyümüyor. “Ülke mafya cenneti oldu” derken dahi bir taraftan tescilli katilleri destekledikçe komik bir girdabın içinde debeleniliyor.

Roboskî’de göz yumulan katliam geldi bizi Ankara’nın göbeğinde buldu ama bir şey değişmedi. Burada da orada da ölenler suçlandı. Memleketin çıkmış olan paslı çivisinden yakınırken o aynı çiviyi hâlâ takmaya çalışmak bizi hasta etti. Bunun bilincine varınca değişecek kaderimiz ama bilinç dediğin de tek başına değişmez ki…

Alınteri