Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde 26 Eylül 1999’da on devrimcinin vahşice öldürüldüğü, yüzlercesinin yaralandığı bir katliam gerçekleştirildi. Bu katliam 19 Aralık 2000’de Türkiye genelindeki cezaevlerine dönük gerçekleştirilen F tipi saldırısının provasıydı.
Katliamın tanıklarından Murat Güneş‘in anlatımıyla Ulucanlar vahşeti:
“Havalandırma kapısında Özel Tim elemanları tarafından yaklaşık 4 metreden açılan ateşle Ahmet Savran kafasından vuruldu. Kafası kan içinde kaldı. Fakat o an ölmedi, saldırıya karşı koymaya çalıştı. Aynı yerden açılan ateşle Cemal Çakmak da bacağından vuruldu. Daha sonra G-3 otomatik silahla açılan ateşte Savaş Kör‘ün parmakları koptu. Başka bir kurşun dirseğinin altını parçaladı.
Havalandırmaya sıkılan köpük diz boyunu geçmişti. Bütün yaralılar köpüğün içinde kaldılar. Yaralıları koğuşa doğru taşımaya başladık. Taşıma esnasında da havalandırma kapısından, çatıdan, müşahadeden ve 3 nolu kuleden açılan ateşler sonucu, Erdal Gökoğlu bacağından, Önder Gençaslan ve Mahir Emsalsiz de çeşitli yerlerinden vuruldular.
Havalandırma kapısının sol tarafında olan Habip Gül‘ü hedef gözeterek ve yakın mesafeden ateş ederek vurdular. Yaralı bir arkadaşı tanıyan başka bir erkek arkadaş daha vuruldu. Bu arkadaşın şu anda kim olduğunu hatırlamıyorum.
Koğuş içerisinde yoğun gaz vardı. Gazdan dolayı koğuş içine girmekte zorlansak da, bütün yaralıları içeriye aldık, bir kısmını da mutfak tarafına taşıdık. Mazgallardan üzerimize köpük sıkıyorlardı. Koğuş içine girmemizle birlikte mazgallardan yeni gaz bombaları attılar. Yanyana durduğumuz halde birbirimizi göremez olmuştuk. Bütün vücudumuz köpük ve gazdan dolayı yanıyordu, nefes alamıyor, göremiyorduk.
Tekrar havalandırmaya çıkmayı denedik, 3 nolu kuleden müşahade çatısından ve karşımızda bulunan havalandırma kapısından bulunduğumuz yere ateş etmeye başladılar. Koğuştan çıkmamız engelleniyordu (Gazdan boğulup ölmemiz isteniyordu). Bu ateş altında çoğumuz havalandırmaya çıktık, koğuşun dış duvarına çekildik. Buraya da sayısız gaz bombası attılar. Robocop ve gardiyanlar çatıda bulunan bütün kiremitleri üzerimize boşalttılar.
3 nolu kule tam karşımıza geliyordu. Kulede, katliam saldırısını yöneten subay (gazetelerde binbaşı olarak çıktı), Özel Tim elemanları, cezaevi müdürlerinden Şerafettin, Tamer ve Adem, elinde kamerayla katliamı filme çeken bir sivil ve saldırıya katılan sivil kıyafetli başkaları, bir itfaiye eri bulunuyordu.
Saat 11:00 civarında 3 nolu kuledeki bir subayın, “Girin, hepsini öldürün!” diye emir verdiğini duydum. Bundan sonra bizi otomatik silahlarla taramaya başladılar, yüzlerce mermi sıktılar. Çok yakın mesafeden ateş ediyorlardı. Pencerelerden bulunduğumuz yerin mesafesi 2-2,5 metreydi. Bu taramada Özgür Soylu bacağından, Cemal Çakmak (tekrar bacağından), Cenker Aslan kulağından ben de sırtımdan vurulmuştuk.”
3 Nolu kule yakın olduğu için konuşulanları çok rahat duyuyorduk. Subay, “Otuza kadar yolu var…” diye telsizden anons etti tekrar… Koğuş kapısı üzerindeki mazgaldan ve giriş kapısından açılan ateş sonucu Enver Yanık‘ın her iki bacağı da parçalandı (Buradaki atış mesafesi de 1-2 metreydi). Sürünerek koğuş içerisine geçtiğini gördüm. İsmet Kavaklıoğlu da yanımızdaydı, o ana kadar da üzerinde kurşun yarası yoktu.
(…)
Saldıranlar, asker robocop, özel tim, siviller, cezaevi gardiyanları ve müdürlerden oluşuyordu. Ellerinde kalkan, cop, kasatura, çivili kalaslar, sapan ve demir çubukların yanında ateşli silahlar da vardı.
Bizlere karşı kullanılan silahlar da şunlardı: G-3 otomatik tüfek, kalaşnikof, 14’lü tabanca ve av tüfeği.
Kullandıkları gazlar; üzerlerinde ‘kapalı yerde kullanılmaz’ yazan Amerikan yapımı bir çeşit gaz bombası, biber gazı, kükürt, sis ve ses bombası.
İtfaiyeciler de üzerimize deterjanlı köpük ve tazyikli su sıkarak saldırganlara destek oluyorlardı.
Saldırının ilk dakikalarında, bayanların kaldığı koğuşun havalandırma kapısını kırdıklarını, daha sonra da 100’ün üzerinde asker robocopun içeriye girdiğini gördük.
Aynı anda 7. Koğuş’un kapısını kırarak üzerimize gelmeye başladılar. 7. Koğuş’un havalandırmasında, kısa bir duraksamadan sonra kalkanların arasından hedef gözeterek 14’lü tabancalarla ve av tüfeğiyle ateş ettiler. 6-7 metre mesafeden açılan yoğun ateş esnasında (bulunduğumuz havalandırmayı gören 2 nolu kuleden de ateş ediliyor ve gaz bombaları atıyorlardı); Abuzer Çat, Halil Türker, Ümit Altıntaş, Zafer Kırbıyık, Önder Gençaslan ve Cafer Tayyar Bektaş vuruldu.
Zafer Kırbıyık boynundan vuruldu, boynu parçalanmıştı ve çok kötü kan kaybediyordu. Önder Gençaslan da bacağından vuruldu. Abuzer Çat, Halil Türker ve Ümit Altıntaş ise birkaç saniye arayla vuruldular. Burada Abuzer Çat’ı hemen, kafasından vurulan Halil Türker’i yarım saat sonra kan kaybından, kasığından vurulan Ümit Altıntaş’ı da bir saat sonra yine kan kaybından kaybettik.
7. Koğuş’un havalandırmasından 4. Koğuş’un havalandırma kapısına kadarki 15 metrelik dar bir koridora sıkışıp kalmıştık. 4. Koğuş tarafında bulunan kısım kapısından da ateş ediyorlardı. 4. Koğuş’un havalandırmasına geçmemiz engellenirken bir yandan da hedef gözeterek ateş ettiler. Burayı iyi gören 3 nou kuleden de sivil giyimli kişiler ve özel tim elemanları çeşitli silahlarla ateş ediyor, aynı zamanda da katliamı kamerayla filme alıyorlardı. Burada üzerimize açılan ateş sonucunda üç-dört arkadaş çeşitli yerlerinden vuruldu.
Askerin cezaevi içerisine girdikten bu ana kadar geçen 15 dakikalık süre içerisinde yaklaşık on arkadaş çeşitli yerlerinden vuruldu. Bunlardan üçü havalandırmada kan kaybından öldü, diğerleri de ağır yaralandı.
Zafer Kırbıyık ve Önder Gençaslan, vuruldukları andan hastaneye götürülene kadar geçen zamanda hala sağdılar. Cezaevi hamamında ve hastaneye götürülürken yolda gördükleri işkenceler sonucu hayatlarını kaybettiler.
Bu dar koridordan 4. Koğuş’un havalandırmasına vurulan arkadaşları da alarak çekildik. İçeri girdiğimizde, koğuşta kalan arkadaşların da havalandırmada olduğunu gördük. 7. Koğuş’un oradan bize saldırdıklarında aynı anda da koğuşlara saldırmışlardı. Burada da çatı mazgallarından çok sayıda gaz bombaları atılmış, ateşli silahlar da kullanılmıştı. Bu silahlardan çıkan kurşunlardan 2 arkadaş daha yaralanmış, havalandırma duvarının dibine yatırdığımız diğer yaralı arkadaşların yanına yatırılmışlardı.
Koğuş içerisine atılan ses bombalarından fırlayan şarapnel parçalarından birkaç arkadaş yaralanmıştı. Özgür Soylu’nun ağız kısmına, diğer arkadaşın da bacaklarına parçalar saplanmıştı.
Yaralılara yardım eden arkadaşlar, ellerinde hiçbir tedavi malzemesi olmamasına rağmen bez parçalarıyla kurşun yaralarını sarmaya çalışıyorlardı. İtfaiye aracından uzatılan merdiven tam havalandırmanın üzerinde duruyordu. Buradan üzerimize 2 saat kadar süre tazyikli su sıktılar. İtfaiyeciler özel olarak yaralıların bulunduğu yere, üzerlerine sıkıyordu.
Koğuş çatısında yüzün üzerinde robocop vardı. Bunlar üzerimize taş, kiremit, vb. atıyorlardı. Aralarında robocop elbisesi giymiş cezaevi gardiyanı (…) da vardı. Başgardiyanlardan (…) de robocopların arasında çatıdaydı. Daha sonra cezaevi hamamında bizlere yapılan işkencelerde de bizzat yer aldılar.
Tekrar gaz bombaları atıldı, o anda koluma tanca takıldı -itfaiyecilerin yangınlarda kullandıkları 3 metre uzunluğundaki kanca. Beni dış kapıya doğru çektiler. Kapı girişine baktığımda robocopların yanı sıra bir de itfaiye eri duruyordu, kancayı da o kullanıyordu. Robocoplar tarafından merdivenden aşağıya atıldım. Aynı anda iki robocop kollarımdan tutarak sürüklemeye başladı. Koğuş kapısından hamama kadar olan 200 metreyi geçkin mesafede çift sıra olmuş robocopların arasından sürüklüyorlardı. Yerlerde camlar kırılmıştı. Bunların üzerinden geçiyorduk. Bu koridordan geçerken ellerinde bulunan cop, kalas, demir çubuk ve silahlarıyla vuruyorlardı. Bu güzergahta iki kez bayıldım.
Hamama geldiğimizde beni üst üste duran arkadaşların üzerine attılar. Birinin, “tamam, bu da geberdi” dediğini hatırlıyorum, bayılmışım. Kendime geldiğimde vücuduma darbeler gelmeye başladı. Kafama, kollarıma, bacaklarıma ve sırtıma aralıksız olarak kalas, demir çubuk ve coplarla vuruyorlardı. Bütün vücudum ezilmişti, tekrar bayıldım. Kendime geldiğimde bazı isimler duymaya başlamıştım. İşkenceciler önceden belirledikleri isimleri arıyorlardı.
Tanınmayacak haldeydik. Bütün vücudum felç olmuştu sanki, parmağımı dahi kıpırdatamıyordum. Yüzükoyun çırılçıplak yatıyorduk. Elbiselerim cezaevi doktorları tarafından parça parça kesilerek üzerimizden alındı.
Askerin biri sürekli üzerimde zıpladı, burada kaburgalarım kırıldı. Sırtıma ve kafama bütün güçleriyle ellerindeki kalaslarla vurdular ve kafamı betona çarptılar, kafamdaki yaralar iyice açıldı. Ellerimi de postallarıyla ezdiler. Ellerim arkadan sonuna kadar sıkılmış vaziyette kelepçeliydi.
Cezaevi doktorları (…), (…), (…) ve (…) zaman zaman içeri giriyor, yaralarımızı kontrol ediyor, işkenceye tamam mı devam mı kararı veriyorlardı. Bu doktorlar sürgüne götürülen yaralılara “sevke gidebilir” onayı vermişlerdir.
İşkencecilerin aradıkları isimlerden bazıları İsmet Kavaklığoğlu, Cemal Çakmak, Habip Gül, Sadık Türk, Erdal Gökoğlu, Halil Can Doğan‘dı. Bu arkadaşlardan İsmet Kavaklığoğlu’nun bütün vücudunu ezdiler ve kafasını kalaslarla parçaladılar. Daha sonra da cezaevi odunluğuna götürdüler, sonra ne oldu bilmiyorum. Habip Gül de havalandırmada vurulduktan sonra hala sağdı.
Ulucanlar, Şubat Basım Yayım, Şubat 2000