AGOS Gazetesi’nin kurucusu ve Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, katledilişinin 18. yıldönümünde ailesi, sevenleri, meslektaşları ve devrimci-demokrat kurum ve partiler, kitle örgütü temsildileri tarafından katledildiği yerde, Sebat Apartmanı önünde anıldı. Anmaya bu yıl da yüzlerce kişi katıldı. Sebat Apartmanı “Hafıza, hakikat, hayat, hasret” yazan dev pankart asıldı. Anmaya katılanlar sık sık “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz!”, “Hrant için adalet için!”, “Faşizme inat kardeşimsin Hrant!”, “Katiller halka hesap verecek!” sloganlarını attı.
Anmada, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Gezi direnişçilerinden Çiğdem Mater’in mektubu okundu. Mektupta, “Hrant Dink aramızda alınalı 18 yıl oldu. Ben üçüncü kez onu uzaktan anıyorum. Hrant Dink katledildiğinde İstanbul sokaklarını dolduran on binlerin farklı gerekçeleri vardı. Çoğu Hrant’ı tanımıyordu, kimi bir hemşerisine veda etmek için sokaktaydı. Kiminin aklına kendi ailesi, kendi hikayesi düştü. On binler adı konmamış bir sözleşmeyi ihlal ederek Ermeni’yi bir kimlik olarak kabul etti, var etti. Eminim bugün Sebat Apartmanı’nın önünde Hrant öldürüldüğünde doğmamış olanlar var. İnatla buradayız” ifadelerine yer verildi.
🔴Hrant Dink Katledilişinin 18. Yılında Anıldı
Hrant Dink, katledilişinin 18. yıldönümünde ailesi, sevenleri, meslektaşları ve devrimci-demokrat kurum ve partiler, kitle örgütü temsildileri tarafından katledildiği yerde anıldıhttps://t.co/bQelt7ag3L pic.twitter.com/WqIRthFT0G
— Alınteri Gazetesi (@AlinteriGazete) January 19, 2025
Marmara Kapalı Cezaevi’nde tutulan Osman Kavala da anmada okunması için bir mektup göndermişti. Kavala, mektubunda, Hrant Dink ve herkes için adalet vurgusu yaparak, “Herkes için adalet şiarını en güçlü biçimde seslendiriyoruz. Ben de kendimi orada Hrant’ın vurulduğu yerde, Hrant’la hissediyorum. Hrant için, tüm yurttaşlar için adalet talep ediyorum” dedi.
Her sene olduğu gibi Dink’in “Su çatlağını buldu” konuşmasının ses kaydı dinletildi. Hrant’ın arkadaşları adına konuşmayı Takuhi Tomasyan yaptı. Tomasyan şunları söyledi:
Canım Hrant’ım, canım kardeşim
O korkunç 19 Ocak Cuma 2007 tarihinden bugüne tam 18 yıl geçti. Her yıl 19 Ocak’ta seni anmak için binlerce can kardeşin burada toplandı. Her yıl, senin de çok sevdiğin kişiler bu pencereden sana seslendiler. Senin insan sevginden, toprak sevginden, adalet sevginden, demokrasi sevginden, barış ve özgürlük aşkından bahsettiler. Sana kalkan elleri lanetlediler, sana kalkan elleri hazırlayan iklimi lanetlediler. 18 yıl sonra hâlâ ve daima hep birlikte lanetliyoruz. Canım kardeşim; güzel Hrant’ım… Bu yıl çok sevgili arkadaşların, Hrant’ın Arkadaşları, bu pencereden benim sana seslenmemi istediler. Nasıl “yok yapamam” diyebilirdim ki? Ben ki Aras’ın, Agos’un o güzelim gençlerinin bir dediğini iki etmeyen Takuhi’yim, “Tabii” dedim. Dedim ama gel de bana sor!
Acının eskisi yenisi olmaz, acı acıdır. Senin acın yetmiyormuş gibi bir de yenisi eklendi kardeş kayıplarıma. 40 gün önce Tomo’yu getirdim Balıklı’ya, ellerimle gömdüm Tovmasyan’ların koynuna. Biliyorsun, senden iki adım ötede. Dostların Torkom Beşiktaşlıyan’ın, birkaç adım daha gidince, Ermeni Kurbanlar Anıtı’nın yanındaki Sarkis Çerkezyan’ın, onlara komşu mezarlarda, şairler, Misak Medzarents ve Garbis Cancikyan’ın yanına. Ğazaros dedemin Takuhi yayamın, evlatları Sarkis’in Bedros’un, gelinleri Sirvart’ın Mari’nin, kısacası Tovmasyan’ların toprağına.
Her mezarlık ziyaretimde, her yitirdiğim sevdiklerim aklıma geldiğinde, her can için kavurduğum irmik helvasında Mardik amcamın acısı cayır cayır yakıyor yüreğimi. Canım Hrant’ım, yüreğimizin sevinci de acısı da ortaktı seninle, ama sanki sevinçler az, acılar çoktu. Bir araya geldiğimizde şarkılar hep hüzün doluydu. Rakel’in o insanın içini titreten sesiyle “Yes pılpul yem, mi pun unem, mi pun unem, sarin e, sirdıs pots e, sirdıs khots e, meçi likı arin e” deyişinde, yani “Ben bülbülüm, bir yuvam var, dağdadır, yüreğimde ateş, kalbimde yara, içi hep kan doludur” türküsünde, atalarımızın 100 yıllık, 150 yıllık söyledikleri veya söyleyemedikleri acılar dile gelir.
📣#Hrantsız18yıl için toplanma devam ediyor#HrantDink‘in 18 yıl önce katledildiği Sebat Apartmanı önünde toplanma devam ediyor. “Güvercinlerin gerçekten korkmadan yere konup havalanabildikleri bir ülke” için… pic.twitter.com/M79fPZtl1N
— Alınteri Gazetesi (@AlinteriGazete) January 19, 2025
Nesilden nesile aktarılan bu ağıtlara bir son vereyim diye, bir cesaret geldi içime. Bundan 20 yıl önce, cahil cesareti. Unuttum… hesaba katmadım bu topraklarda, her 10 yılda bir, her 20 yılda bir yeniden acılarımızı tazelemek için hazırlanan senaryoları. Dedim ki, Takuhi yayamın babam Bedros’a bıraktığı acı miras, babamın da bana aktardığı bu dayanılmaz vicdan sızısını, ben 90 yıl sonra evlatlarıma bırakmayayım. Onlar bu topraklarda büyüsünler, güzel günler görsünler, 100 yıl önce yaşananları bizler gibi yaşamasınlar.
Neydi Takuhi yayamın vicdan sızısı dostlar, anlatayım:
Çorlulu Takuhi yayam 20’li yaşlarının sonuna doğru, dedem Ğazaros efendi ile evlenmeyi kabul etmiş. Ğazaros dedem Takuhi’den önce Çorlu’da Sofig adında güzel bir kadınla evli imiş. Mardig, Garbis ve Ağavni adında üç de evlatları varmış. O tarihlerde Çorlu’dan kalkıp İstanbul Yedikule’ye gelip yerleşmişler. Gel gör ki Sofig yaya genç yaşta veremden ölmüş. Ğazaros dedem üç çocuğuyla dul kalmış. Yeniden evlenmeye karar vermiş ve memleketleri Çorlu’dan bir gelin aramaya başlamışlar. Akrabalar el birliğiyle Takuhi’yi razı edip söz kesmişler. Ğazaros efendi gelin adayının gözünü korkutmamak için çocuklarının sayısında bir iskonto yapmış, üç değil de iki çocuğu var dedirttirmiş. Yeni gelin Takuhi ancak Çorlu’dan Yedikule’ye gelin geldiğinde görmüş çocukları ve “Bana iki dediniz, kabul ettim, üç de deseniz kabul ederdim, yeter ki beni aldatmasaydınız, şimdi birini istemem, iki çocuğa kendi evladım gibi bakarım, diğeri büyükanne ve büyükbabasıyla düğün ertesi Çorlu’ya geri gitsin, oradan yaşasın ve büyüsün” demiş.
Takuhi hanım yayam sözünü tutmuş, Ğazaros Efendi’nin iki çocuğunu bağrına basmış; onları sevmiş, büyütmüş, bu arada kendisinin de iki evladı doğmuş. 1911’de babam Bedros, 1913’te amcam Sarkis dünyaya gelmişler. Takuhi yayamın mutluluğu hepi topu 5-6 yıl sürmüş. Gelmiş o gelmez olası 1915 yılı. “Ne var ki” diyecekler var, biliyorum. Adana, Sivas, Kayseri, Van, Erzurum, Erzincan nere, Trakya Çorlu, Silivri Tekirdağ, Malkara nere… Hani savaş bölgesindeki Ermeniler kendi güvenlikleri için tehcir edilecekti ya. Birinin bir suçu mu var, birinin bir cezası mı var, topyekûn bir milleti cezalandırmanın mantığı nerede? Sözün kısası, daha çocuk yaşındaki Mardig amcam, ailesi, bütün Çorlulular ve Trakya Ermenileriyle birlikte, adına resmen “tehcir” denen yolculuğa çıkmak zorunda kalmış. Takuhi yayamın ise o tarihten sonra yüzü hiç gülmemiş. Evlatlarını büyütmüş ama aklı hep o reddettiği küçük Mardig’te kalmış.
Aylar, yıllar geçmiş, Takuhi yayam, onu sağ bulabilmek için umudunu hiç yitirmemiş. Mardig’i aramak için her çareye başvurmuş, ama nafile, ne gören ne bilen çıkmış. Mardig şimdi büyümüştür, delikanlı olmuştur, kim bilir kimin evladı olmuştur, belki Kürt olmuştur, belki Türk olmuştur, belki Amerikalı misyonerlerin yetimhanelerinde büyümüştür… Yayam Mardig’in ölmüş olma ihtimalini hiç aklına getirmedi. 1957’de 80 yaşında sarkomdan öldüğünde halkının diğer evlatları gibi ne acılar çekmişti ama hiçbir acıdan çekmedi vicdanından çektiği kadar.
Babam Bedros da anacığının ardından bu acı mirası sırtladı. O da yavaş yavaş dünyanın çeşitli ülkelerinden bulduğu Ermenilerin adreslerine mektup yazdı durdu, Mardig’i sordu soruşturdu. O da ağabeyinin izine rastlamadan, 1975 yılında gözü açık gitti öteki tarafa. Bana da yayamdan babamdan intikal bu vicdan meselesi kaldı miras olarak. 23 yaşındaydım babamın canına irmik helvası kavurduğumda. Çok zordu, çok ağladım. Sonra kendi kendime bir yol tutturdum, babamla konuşmaya başladım, sağmış, karşımda oturuyormuş gibi ona sorular sordum, onun yerine cevaplar verdim, bu diyaloglar bana iyi gelmeye başladı. Her irmik helvası kavurduğumda onu ve sevdiklerini anıyor ve bu hareketim öte dünyada onun da çok hoşuna gidiyor diye düşünüyordum, buna inanıyordum.
Geldik 1915’in sekseninci yılına… Babamın ve sevdiklerimin canlarına irmik helvası kavururken düşünmeye bile cesaret edemediğim Mardig amcam geldi aklıma. Bu yayadan babadan intikal vicdan sızısını bir şekilde tatlıya bağlayayım ve ben de artık evlatlarıma bu taşıması ağır mirası bırakmayayım diye karar aldım. Mardig amcam bir yerlerde yaşamış olsaydı bile artık yaşından dolayı ölmüş olabilirdi. En iyi bildiğimi yaptım, onun canına bir irmik helvası kavurdum, bundan böyle her irmik helvası pişirdiğimde Mardig amcamı da anıyor ve yaptığım helvayı yiyenlerden de Mardig amcamı anmalarını rica ediyordum. Böylece Takuhi yayamın sızlayan kemikleri rahata kavuşacak, gözü açık giden babam gözlerini yumacak ve en önemlisi ben çocuklarıma acı bir miras bırakmamanın huzurunu yaşayacaktım.
Yaşadım, hem de öyle bir hafifledim ki sormayın gitsin… Az önce cahil cesareti dedim ya, işte tam da öyle oldu, 2007’nin Ocak ayının 19’unda bir Cuma günü tam bu saatlerde, tam burada, canımı, Hrant’ımı vurdular… Evlatlarımın, yeğenlerimin, bütün gençlerin üstüne titriyordum, onlar bizim büyüklerimizin bize aktardıkları acı hikâyeleri artık duymasınlar, bu güzelim topraklarda gönüllerince yaşasınlar diye. Vay, cahil cesaretim, vay! Güpegündüz, İstanbul’un orta yerinde, hepimizin gözleri önünde, Ermeni bir gazeteciyi katlettiler.
Suçu neydi? Suçu aşikardı: İnsan sevgisi, demokrasi ve insan hakları tutkusu, ifade özgürlüğüne inancı, o da yetmedi iki halk arasında barışı savunması ve Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasını istemesi…. Bütün bunların üzerine bir de Tanrı vergisi insanları ikna etme yeteneği. İşte bu sonuncusu bazı insanları çok ama çok korkuttu.
Canım Hrant’ım, 18 sene oldu, aynı Takuhi yayamın Mardig amcamın öldüğüne inanmadığı gibi, ben de senin öldüğüne inanmıyorum, inanamıyorum, kabul edemiyorum, senin canına bir irmik helvası kavuramıyorum! Yüreğim ilk günkü gibi sızlıyor. Kıvranıyordum ki, kendimi bu acıya katlanabilir bir teselli ile avutuyor buldum. Bak güzel kardeşim, sana söz veriyorum, günün birinde, hayali ile yaşadığın, yüreğini, aklını, nefesini tükettiğin o sınır kapısı var ya… Şayet bir gün açılırsa, Takuhi yayamdan kalma bakır tenceremi alıp, açılan sınır kapısında bir irmik helvası kavuracağım. Senin hayallerinin gerçekleşeceği o günü ben görür müyüm bilmiyorum… Ama şayet yaşarsam bu sözümü tutacağım. Bu fikir beni ancak teselli ediyor. Hatta bazı coşuyorum, hayalimi büyütüyor, bir kazan değil, onlarca kazan irmik helvası yapmayı / yaptırmayı düşünüyorum. Bu topraklarda bir fikir uğruna, bir hayal uğruna can veren veya canı elinden alınanlar için…
Canım kardeşim, seninle oturup buna benzer hayaller kurduğumuzda nasıl parlardı gözlerin, nasıl gülerdi yüreğin, gözümün önüne geliyor şimdi. Sonra hayal dünyasından gerçek dünyaya geçtiğimde “yine dağıtma peynirleri Takuhi” diyorum kendi kendime. Kardeşin de demedi mi “bu ülkede güvercinlere dokunmazlar” diye… Ne oldu, güvercinlerin en ak yüreklisine dokunmadılar mı? Ne yaşımdan ne de sağlığımdan bir kuşkum var. Ama o günleri ben göremem diye düşünüyorum. Maalesef o günler çok uzakta gibi görünüyor. Sizler görebilirsiniz diye inanıp vasiyet ediyorum, benim yerime lütfen siz gerçekleştirin benim irmik helvası hayalimi. Alın tencerelerinizi, gidin Kars sınır kapısına, dağıtın iki yakanın halklarına. Yetmedi, bu ülkeye barış geldiğinde gidin her sınır kapısına, Habur’a, Sarp’a, İpsala’ya, Kapıkule’ye, Karkamış’a, Ceylanpınar’a, her dilden bildiğiniz dualar eşliğinde kavurun irmikleri. Dağıtın sınırların iki tarafındaki halklara.
Bakın bu hikâyenin hayali bile nasıl içimi ferahlattı. Gerçeğini yaşamanız dileğiyle, hepinize teşekkür ederim.