Selçuk Ulu
ABD Başkanı Donald Trump ikinci dönemine gözü dönmüş bir saldırganlıkla başladı. Trump’ın siyonist İsrail’in soykırım alanına çevirdiği Gazze Şeridi’ni “temizleme” ve Filistinli nüfusu Ürdün ile Mısır’a taşıma fikri yalnızca bölgesel bir kriz değil aynı zamanda emperyalist kapitalizmin tarihsel yıkım ve yeniden inşa politikasının günümüzdeki bir tezahürüdür.
Trump, Ürdün Kralı II. Abdullah ile Gazze’de konut inşa etme ve Filistinlileri komşu ülkelere taşıma konusunda görüştüğünü açıkladı. Bu, Trump’ın başkanlık kampanyası dönemindeki vaatlerinden biriydi. Trump, Ürdün’ün yanı sıra Mısır’ın da Filistinlilere ev sahipliği yapmasını istediğini ve bu konuyu Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile görüşeceğini dile getirdi. CNN International’ın aktardığına göre Trump, “Bir buçuk milyon insandan bahsediyorsunuz ve biz oraları temizliyoruz. Bilmiyorum, bir şeyler olması gerekiyor, ancak şu anda tam anlamıyla bir yıkım sahası. Neredeyse her şey yıkıldı ve orada insanlar ölüyor, bu yüzden bazı Arap ülkeleriyle ilişki kurmayı ve değişiklik olsun diye barış içinde yaşayabileceklerini düşündüğüm farklı bir yere konut inşa etmeyi tercih ederim” dedi.
Trump’ın Gazze’yi “yıkım alanı” olarak tanımlaması ve yaklaşık 1,5 milyon insanın zorla tahliye edilip başka bir yere yerleştirilmesi gerektiğini öne sürmesi yalnızca fiziksel bir yıkımı değil aynı zamanda halkın tarihsel, kültürel ve toplumsal bağlarını koparmayı hedefleyen bir süreçtir. Bu öneri kapitalist yeniden inşa projelerinin, bölge halkının çıkarlarından ziyade emperyalist güçlerin ekonomik ve stratejik hedeflerine hizmet edecek şekilde kurgulandığının güncel bir örneğini oluşturmaktadır.
Emperyalist kapitalizmin tarihin her dönüm noktasında, üretim araçlarının tahribini de içeren devasa bir yıkım süreciyle yeniden inşa çabaları birbirine bağlıdır. Yıkım yalnızca fiziksel bir süreci değil aynı zamanda toplumsal yapıları, üretim biçimlerini ve insan yaşamını hedef alır. İnsanın emeği, doğanın kaynakları, yaşam alanları hatta kültürel kimlikler kapitalizmin yeniden üretim için yıkması gereken unsurlar haline gelir. Bu süreç sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yalnızca dünya yüzeyini değil üretim araçlarını da tahrip eder ve daha büyük bir yıkımın eşiğine gelinir.
Tarihsel olarak emperyalist kapitalizm, yıkım ve yeniden inşa arasındaki kanlı döngüyü sürdürmeyi başarmıştır. Bu döngü her ne kadar fiziksel tahribatla başlasa da daha sonra toplumsal yapıları değiştirme, üretim araçlarını yeniden yapılandırma ve insanların yaşam biçimlerini dönüştürme sürecini içerir. Günümüzde teknolojinin de bu döngüyü derinleştirerek daha sofistike hale getirdiği bir aşamadayız.
Tarihten Günümüze Yıkım ve Yeniden İnşa
II. Dünya Savaşı ve Marshall Planı: II. Dünya Savaşı yalnızca insanlık tarihi için değil aynı zamanda kapitalizmin üretim araçlarını yeniden yapılandırdığı bir dönüm noktasıydı. 70 milyondan fazla insanın ölümüne yol açan savaş, emperyalist güçlerin büyük üretim merkezlerini tahrip etmelerine neden oldu. Ardından ABD’nin devreye soktuğu Marshall Planı, Avrupa’yı ekonomik olarak yeniden inşa etme iddiası taşırken aynı zamanda Avrupa’daki üretim araçlarını yeniden yapılandırarak ABD hegemonyasına hizmet eden bir sistem kurmayı amaçladı. Bu yeniden inşa süreci büyük tekeller ve sermaye birikimi için devasa fırsatlar yarattı ve halkların kendi kaderini tayin hakkı gaspedildi.
Vietnam Savaşı: Vietnam’daki “yak ve yeniden inşa et” stratejisi sadece halkın topraklarını tahrip etmeyi ve üretim araçlarını yok etmeyi hedeflemekle kalmadı; aynı zamanda direnişi bastırarak bölgeyi emperyalist kapitalizmin çıkarlarına uygun biçimde yeniden şekillendirmeyi amaçladı. Napalm ve kimyasal silahların yol açtığı ekolojik yıkım yalnızca doğayı değil üretim araçlarını da hedef aldı. Ancak Vietnam halkının kararlılığı ve anti-emperyalist direnişi ABD’nin bu bu stratejisini yenilgiye uğrattı.
Bu başarısızlık, “Vietnam Sendromu” olarak bilinen derin bir toplumsal ve siyasal travmaya neden oldu. ABD kamuoyunda savaşa ve emperyalist müdahalelere karşı geniş çaplı bir tepki doğarken, bu sendrom emperyalist Amerikan yönetimlerini sonraki yıllarda doğrudan askeri müdahalelerde bulunmaktan çekinir hale getirdi. Direnişin bedeli ağır olsa da Vietnam halkı emperyalist güçlerin yıkım ve yeniden inşa döngüsünü kırarak tarih sahnesine anti-emperyalist mücadelenin önemli bir örneğini yazdı. Bu süreç kapitalizmin kendini yeniden üretme çabasının, güçlü bir halk direnişiyle nasıl boşa çıkarılabileceğini gösteren bir ders niteliği taşıdı.
Irak İşgali (2003): Irak’ın işgali, emperyalist kapitalizmin “özgürlük ve demokrasi” söylemiyle maskelediği ancak gerçekte bölgeyi daha derin bir sömürü ağına çekmeyi hedefleyen bir müdahaleydi. Bu savaş sadece yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve bölgenin altyapısının tamamen çökmesine neden olmakla kalmadı; aynı zamanda Irak’ın kaynaklarını kontrol altına alma ve halkını yoksulluğa mahkûm etme amacı güdüyordu.
Batılı tekeller yeniden inşa projeleri adı altında Irak’ın petrol zenginliklerine el koyarken, halkın tarihsel mirası, kültürel bağları ve yerel üretim biçimleri sistematik bir şekilde yok edildi. Bir zamanlar Mezopotamya’nın bereketli topraklarında yükselen uygarlıkların mirası, kapitalist yağma düzeninin çıkarlarına kurban edildi. Bu süreç, kapitalizmin yalnızca yıkımı hedeflemekle kalmayıp, inşa adı altında yeni bağımlılık ve sömürü mekanizmaları yaratmadaki vahşi doğasını bir kez daha gözler önüne serdi.
Teknolojinin Yıkım ve Yeniden İnşa Sürecindeki Rolü
Bugün teknolojik araçlar bu döngüyü daha da derinleştiriyor. Dronlar, yapay zeka destekli silahlar ve gözetim teknolojileri sadece fiziksel yıkımı değil toplumsal yapıları da yeniden inşa etmek için kullanılmaktadır. İnsansız hava araçlarıyla yapılan saldırılar sınır ötesi yıkımları hızlandırırken, medya manipülasyonu ve dijital propaganda halkların direnişini bastırma amacını güdüyor. Bu teknolojiler üretim araçlarını tahrip etmenin ve insanları denetlemenin çok daha etkin yollarını sunuyor.
Yeni Bir Dünya Savaşı ve Büyük Yıkımın Eşiği
Bugün tüm bu dinamikler, dünya genelinde artan gerilimlerle birleşerek adım adım yeni bir dünya savaşını hazırlamaktadır. Ukrayna NATO ile Rusya arasındaki güç mücadelesinin sıcak bir çatışma alanına dönüşürken Asya-Pasifik bölgesindeki gerilimler ABD ve Çin arasındaki potansiyel bir çatışmanın zeminini oluşturuyor. Küresel silahlanma yarışının hızlanması, askeri harcamaların rekor seviyelere ulaşması, insanlığın büyük bir yıkımın eşiğinde olduğunu açıkça gösteriyor. Üstelik nükleer ve biyolojik silahlar gibi yıkıcı araçların varlığı gelecekteki bir savaşın sonuçlarını daha da korkunç hale getirecektir.
Emperyalist kapitalizm, yıkım ve yeniden inşayı üretim araçlarının tahribini de içerecek düzeyde sürekli yeniden kurarak varlığını sürdürüyor. Bugün emperyalist kapitalizmin krizinin çapıyla birleşik bu yıkımın çok daha geniş ve derinlemesine bir boyut kazandığı bir aşamadayız. Eğer bu döngü durdurulamazsa insanlık insan yaşamının ve doğanın yok olacağı daha büyük bir felakete sürüklenecek. Bu nedenle anti-emperyalist mücadele yalnızca yıkımı durdurmak için değil aynı zamanda doğanın tüm yaşam döngüsüyle birlikte insanlığın geleceğini kurtarmak için bir zorunluluk haline gelmiştir.