Yaşar Kazıcı
2025 yılında ABD’nin dayatmasıyla Alevi katliamlarının gölgesinde HTŞ ile SDG’nin imzalamış olduğu 10 Mart Mutabakatı’nın geçerliliğini doldurmasına sayılı günler kaldı. Mutabakattan HTŞ’nin beklentisi SDG’nin kendini koşulsuz tasfiyesi, SDG’nin beklentisi ise ‘Demokratik Merkezi Olmayan Bir Suriye’ydi özetle. Zaten bu iki zıt beklenti mutabakatın gerçekleşmesinin mümkün olmayacağını en baştan ortaya koyan nesnel bir durumdu, haliyle imzalanan mutabakatın iki taraf için de zaman kazanmak dışında bir anlamı yoktu. Bununla paralel olarak Rojava’nın tasfiyesini arzulayan Türk burjuva devleti ve ona eşlik eden burjuva medyası hep bir ağızdan ‘’SDG mutabakata uymuyor’’ nakaratını bir yıldır tekrar etti. Üstelik bu nakaratı da Kuzey Kürdistan’da yürütmekte oldukları ve hiçbir somut adımın atılmadığı ‘Terörsüz Türkiye’ adını koydukları müzakere sürecine dayandırdılar, meseleleri iç içe geçirme kurnazlığıyla esas amaçlarını açık ettiler. Abdullah Öcalan’ın yapmış olduğu çağrıyı manipüle ederek SDG’yi de bağladığı yalanıyla her seferinde temellendirdiler. Böylece aslında bir yandan sözde ‘barış’ süreci başlatıyor gibi görünürken, diğer yandan Kuzey’de adım atmama konusunda ayak diretenler kendileriyken her an işlerine geldiğinde veya işleri ters gittiğinde bozmaya müsait oldukları süreç için şimdiden kendilerince içeride ve dışarıda gerekçeler oluşturdular.
Kuzey’de Bahçeli’nin Ekim 2024’teki çağrısıyla başlatılan süreç devlet açısından koşullar değişse de öz olarak 2013’ün tekrarıdır. 2013’te Esad’ın yıkılması Rojava’nın engellenmesi üzerinden yürütülen süreç bugün ise HTŞ’nin iktidarda tutulması Rojava’nın engellenmesi üzerinden sürdürülüyor. 2013’te ÖSO (şimdiki adıyla Suriye Milli Ordusu – SMO) monte etmeye çalıştıkları YPG’yi bugün SDG haliyle genişlemiş gücü HTŞ’ye monte etme derdindeler. Kuzey’deki süreçten ziyade alabildiğince Rojava’yı ve SDG’yi konuşmak zorunda kalan Türk bürokratları aslında Türk Devleti’nin en başından itibaren esas niyetini her seferinde ortaya koyuyorlar. Bizim bildiğimizin sır olmadığı, sahadakilerin de bunu bildiğine şüphe yok; fakat sahadakilerin bilmekle beraber çelişkileri kullanmaya, zamana oynamaya, devrimi korumak/derinleştirmek için öznel ve nesnel koşulları hesaba katmaya ihtiyaçları var. Bir devrimi yönetmek, bir toplumun kaderini temsil etmek ile bunu yorumlamak arasında ciddi farklar var. Üstelik Rojava’ya yetişebilecek başkaca devrimlerin, devrimci güçlerin olmadığı koşullarda Rojava için işler daha da çetrefilli bir hâl alıyor.
2011’den 2026’ya doğru geçerken SDG için esasında müzakere yürüteceği muhataplar değişmiştir, tartıştığı konunun kendisi (Suriye için genel bir Adem-i Merkeziyetçilik bunun içerisinde de Rojava’yı koruma yaklaşımı) değişmemiştir. BAAS/Esad iktidardayken de yıkılıp yerine HTŞ/Colani iktidarı geçirildiğinde de Rojava’nın Suriye’ye dair beklenti ve pozisyonu aynı soğukkanlı ve netlikle kalmış, ne istediğini ve neyi asla kabul etmeyeceğini ortaya koyan perspektif sahadaki adımlarla birlikte yürümüştür. Ki SDG’nin Suriye Ordusu’na entegre edilmesi, Rojava’nın varlığı meselesi yıkılmadan önce Esad’la da tartışılmış ve bir sonuca ulaşamamıştır. Bugün ABD/İngiltere’nin başını çektiği, bölge gericiliğinin de destek verdiği HTŞ ile de tartışılan mesele hâlen aynıdır. Bu yanıyla Rojava’nın varlığı Suriye’de kim iktidara gelirse gelsin eğer merkezi bir otorite kurma niyeti varsa veya onu destekleyen güçler böyle bir proje arzuluyorsa kriz alanıdır.
Üstelik bu kriz yalnızca Rojava’yla sınırlı kalmayıp Dürzi halkına ait Ulusal Muhafız Güçleri’nin kontrol ettiği Süveyda’ya (Güney Suriye), Alevilerin henüz bu iki güç gibi silahlı bir yapıya sahip olmasa da Orta ve Batı Suriye için politik olarak talep ettiği federalizm başlığına kadar uzanmıştır. Somutta Rojava Kürdistan’ı, Süveyda ve Lazkiye-Tartus-Humus-Hama (Orta ve Batı Suriye Siyasi Konseyi – PCCWS) başka bir Suriye’yi tartışmaktadır. 2024’te iktidara getirilen HTŞ’nin kendi kendini iktidar ilan etmesinin otorite kurmak anlamında bu saydığım yerlerde hükmü yoktur. Bu haliyle Suriye’de Rojava-Süveyda ve Şam Merkezli HTŞ olmak üzere üç iktidar bölgesi vardır. Diğer bölgelerde otorite kurmak isteyen Şam’ın asgari burjuva demokratik karakter dahi taşımayan yapısıyla işlediği katliamlar, ülke genelinde tesis etmek istediği şeriatçı rejim bu üç özneyi (Dürzi-Alevi-Kürt) tam karşı kutupta yer almaya zorlayan nesnel koşulları oluşturmaktadır. İşler yalnızca HTŞ için değil onu iktidara getiren ve destekleyen, sarayını ve kürsüsünü açarak meşruiyet devşirmeye çalışanlar için de karma karışıktır.
Geçtiğimiz günlerde PYD temsilcisi Salih Müslim vermiş olduğu bir röportajda Suriye meselesinde ABD’nin acelesinin olduğunu, kağıt üzerinde de olsa bir istikrar aradığını, bunun iç savaşta kendini var etmiş Esad sonrası ise varlığını kabul ettirmek isteyen ezilen halkların aleyhine bir durum yarattığını ifade ediyor. Yine basında çokça denk geldiğimiz üzere SDG adına konuşan tüm yetkili isimler “adem-i merkeziyetçilik kırmızı çizgi, 2011 öncesinde dönüş yok, Esad’ın devamı bir iktidar şekliyle yönetilmek istemiyoruz” vurgusunu her seferinde yapıyorlar. Dürziler Süveyda’da HTŞ ile sürekli bir çatışma halinde, Aleviler HTŞ’nin iktidar yıldönümünü kutladığı günden itibaren beş gün boyunca ‘Onur Grevi’ ismini verdikleri hayatı durduran, sokağa çıkmayan kitle eylemleri gerçekleştirdiler. HTŞ, zayıf halka gördüğü Halep’in Kürt mahallelerine sürekli saldırıyor, dirençle karşılaşıyor, püskürtülüyor ve çaresizce mahalleyi abluka altına alıyor. Bu tabloya bakıldığında hem politik temsiliyet hem sahadaki güçlerin silaha sarılarak karşılık vermesi; ABD’nin ve Avrupalı emperyalistlerin, bölgedeki gerici devletlerin Colani’ye/HTŞ’ye bahşettiği meşruiyetin halkların direnciyle kriz alanına dönüştürüldüğünü gösteriyor. Beyaz Saray’da, BM kürsülerinde kazanılmaya çalışılan meşruiyet, Süveyda’dan, Rojava’dan, Eşrefiye’den, Şeyh Maksut’tan, Lazkiye’den, Tartus’tan boşa çıkarılıyor. Suriye ve Kürdistan’da halklar Colani ve HTŞ’sini istemiyor, onu iktidara getirenlere de çok açık bir şekilde ‘Ya bizim istediğimiz şekilde adem-i merkeziyetçi Suriye ya da kaos’ diyorlar. Esad döneminde hiçbir politik özgürlüğe sahip olmayan halklar savaş içerisinde 2011’den itibaren yığınla bedel içerisinde yaratmış oldukları kazanımları, tatmış oldukları özgürlüğü, kendi kendini yönetme hakkını ABD’nin cihadist HTŞ’sine bahşetmekten veya başka bir gücün oldubittiye getirmesiyle geri adım atacakları pozisyondan çok uzaktalar.
Suriye bu yanıyla emperyalizm ve bölge gericiliği için dikensiz gül bahçesi değildir. ABD ve bölge gericiliğinin istekleri ile Suriye iç savaşı boyunca kendi cephesini, kendi kurtuluş yolunu yaratan halkların istekleri birbirine tezat karakterdedir. Bu yüzden bu tezatlığın en büyüğü HTŞ-SDG görüşmelerinde, 10 Mart Mutabakatı üzerinde yaşanıyor. SDG, yalnızca Kürtleri değil Kuzey-Doğu Suriye şeklinde tarif edilen, içine Rojava’yı da alan bölgede Ermeni, Süryani, Arap halklarını da temsil ediyor. Yapılan görüşmeler ise yalnızca SDG’yle sınırlıymış gibi görünse de SDG’nin pozisyonu, elde edeceği kazanımlar, sunduğu çerçeve aynı zamanda Dürzileri, Alevileri genel olarak Suriye’nin geleceğini de ilgilendiriyor, onlar için de referans olma özelliği taşıyor.
HTŞ, belirli bir programa ve ideolojiye sahip olsa da iradeden yoksundur, bağımsız bir irade sahibi değildir, ısmarlama bir şekilde İdlib’den Şam’a taşınmıştır. Bu görüşmeler Suriye’yi kendi amaçları doğrultusunda dizayn eden ABD’nin zorlamasıyla gerçekleşmektedir. ABD, bir yandan NATO müttefiki Türk Devleti’ni idare etme, bir yandan sahadaki üstünlüğünü tüm dünyaya ispat etmiş SDG’yle arayı bozmama, bir yandan vitrine çıkardığı HTŞ iktidarının meşruiyetini koruma, İsrail’i memnun etme ve en nihayetinde ise Ortadoğu denkleminde Suriye’yi İran karşıtı cephede tutma çabası içerisindedir. Rojava yönetimi ise Esad döneminden beri müzakere ile mücadeleyi bir arada götürme esnekliğine sahip bir pozisyondadır. ABD’nin çekildiği, Rojava’da Türk Devleti’nin önünü açtığı günlerde dahi ‘biz ABD’ye güvenerek hareket etmiyoruz’ diyen bir siyasi temsil vardır. Meşru mücadeleye ve halk desteğine yaslanmanın getirdiği özgüvenle Rojava’ya tehditkâr dilden geri durmayan Türk Devleti karşısında dahi görüşmeye açık olduklarını ifade ediyorlar. Bu bir teslimiyet değildir, SDG, Rojava’daki Türk Devleti’nin varlığını görmüyor değil tıpkı HTŞ’yle masaya oturduğunda HTŞ’nin beklentisinin ne olduğunu bilerek oturduğu gibi. Rojava’nın görüştüğü taraflardan ziyade neyi görüştüğü, temel noktalarda taviz verip vermediği esas ilgilenilmesi gereken kısımdır.
İşte tam da bu noktada tıkanma taviz verme konusunda yaşanmaktadır. Rojava şoven ve sosyal şoven kesimin atfettiği gibi ‘ABD’nin piyonu, petrol bekçisi, vekil gücü’ olmadığı içindir ki 2011’den bu yana yaratılan devrimin çıkarları bağlamında masaya oturmakta, masada kendine dayatılan ‘kendini tasfiye et ve teslim ol’ anlamına gelen mutabakatları kabul etmemektedir. HTŞ şahsında onu destekleyen güçlere başta ABD olmak üzere asla taviz vermeyeceği kırmızı çizgilerini hatırlattığı ve o pozisyonu korumadaki ısrarından dolayı 10 Mart Mutabakatı gerçekleşmemektedir.
ABD ile IŞİD’e karşı savaş içerisinde başlayarak taktiksel ittifak kuran Rojava ile ABD’nin meşruiyet kazandırmak istediği HTŞ’yle alabildiğine tavizler vermek anlamı taşıyan bir çerçevede uzlaşmayacağını ilan eden Rojava aynı Rojava’dır. Bu yanıyla 10 Mart Mutabakatı HTŞ-SDG arasında bir uzlaşmazlık değil ABD-SDG arasında bir uzlaşmazlıktır.
Sanıldığının aksine her şeyi düşünüp projelendirmiş, sorunsuz bir şekilde hayata geçirebilmiş bir emperyalizm hiçbir zaman olmamıştır. ABD de tüm tarafları aynı anda idare edebileceği, istediği tüm planları bir düğmeye basarak verebildiği kudrete sahip değildir. Sıkışmış olan Rojava’dan ziyade ABD ve meşruiyet-otorite tesis edilmeye çalışılan HTŞ’nin kendisidir. Bu bağlamda Rojava’nın taviz vermesinin mümkün olmadığı, bunda diretmenin yeni çatışmalara alan açarak arzulanan ‘istikrar’ çabasının altını oymak anlamına geleceğini gayet iyi bilen emperyalizm 2026’da Suriye için başka masaları da gündeme getirecektir. Bu masada HTŞ’nin olup olmayacağını, ‘Suriye’nin bölünmez birliği bütünlüğü’ hikayelerini anlatanların nelerle karşılaşabileceğini hep birlikte göreceğiz.
Alınteri Gazetesi 21. Yüzyıla Sosyalizmi Yazacağız!