Ankara İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin düzenlediği, “Ekonomik Kriz ve işçi sağlığı, iş güvenliği mücadelesi” paneli dün (22 Aralık) yapıldı.
Panele konuşmacı olarak, Prof. Dr. Korkut Boratav, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği uzmanı Murat Çakır ile İnşaat Sendikası Avukatı Kazım Bayraktar katıldılar.
Boratav: Kriz var ve bu gerçeği emekçilere kavratmalıyız
Mimarlar Odası’nda düzenlenen panelde, Prof. Dr. Korkut Boratav, krizin nedenleri ve kriz ile mücadele konusundaki görüşlerini aktardı.
Konuşmasına, “Türkiye bir krizden geçiyor” diye başlayan Boratav, “nüfusun büyük çoğunluğunun emeğiyle geçinen insanlar olduğunu ancak bu çoğunluğun krizi algılamadığını, günlük hayatında algılayanlar da bu olayın kriz olduğunu ve sorumlusunun kendisi dışında olduğunu algılamıyor. Bu algı ekonomik krize karşı işçi sınıfının mücadelesini yok eder, felce uğratır. Bu tespitleri günlük hayatta temas ettiğiniz tüm işçi arkadaşlara anlatmaya çalışın diye tavsiye ediyorum haddim olmayarak” dedi.
Boratav, Türkiye’deki krizin kapitalizme özgü bir kriz olduğunu ancak ilave sorumluları da bulunduğununve bunların finans kapital ile AKP iktidarı olduğunun altını çizdi.
Prof. Boratav, devamla, “Finans kapitalin Türkiye’ye kriz enjekte etmesi şu şekilde oldu: 20. yüzyılın kritik aşamasında, sermayenin sınırsız tahakkümünü oluşturma projesi hakim oldu.1989’dan sonra, neoliberalizmin ileri bir aşamasında, sermaye hareketlerinin sınırsız açılması kuralını empoze ettiler. Bunu hızla kabul eden ülkelerin başında, Latin Amerika’dan sonra Türkiye gelir. Türkiye bazı emperyalist ülkelerden bile daha hızlı kabul etti, Özal’ın iktidarda olduğu yıl başladı. Spekülatif öğe, kısa sürede söğüşleyip gitmek ister. Sabit yatırım yapmaz. Ucuza girip işine geldiği anda çıkabilir. Bu spekülatif unsur, 2003-2007 arasında yıllık ortalama yüzde 31 getiri sağladı ama hepsini söğüşleyip çıkmadı, bir bölümünü Türkiye’de varlık edimine dönüştürdü. Şu anda Türkiye’nin toplam servetinin yüzde 80’i yabancılara aittir, milli gelire oranla. Bu oran, yüzde 40’lardaydı. Ekonomi yabancılaşıyor. Yeterince kazandım çıkıyorum derse, Türkiye krize girer. 4-5 kere böyle krize girdi. İşte bu, finans kapitalin sorumluluğudur.” dedi
Boratav, “Finans kapitalin özelliği budur; paradan para kazanmak. Paradan para kazanmak için spekülatif baskıyı yoğunlaştırır” tesbitinde bulundu.
Boratav, Türkiye’nin kırılgan ülkeler listesinde yer aldığını ifade ederek, “Finans kapital bütün ülkeleri gözetliyor, nereden çabuk çıkacağının listesini yapıyor, koşullar bozulunca çıkıyor. Türkiye’nin başına bu geldi” dedi.
“İkinci sorumlu AKP iktidarıdır” diyen Boratav, “normal koşullarda, riskler yükselince ekonomi biraz frenlenir, mesela enflasyon artınca Merkez Bankası faizleri yükseltir”. Finans kapitalin tüm kurallarını istisnasız uygulayan AKP iktidarının, bu noktada finans kapitale meydan okuduğunu ve faizleri yükseltmediğini belirten Boratav, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Londra’da yaptığı “faiz kötülüklerin anasıdır” açıklamasından sonra Ağustos’ta dövizin patladığını hatırlattı. Ancak bir ay sonra hizaya geldiğini ve finans kapitale teslim olduğunu kaydetti. Faizi yükseltti, ekonomiyi daralmaya zorladı. IMF’nin Nisan’da hazırladığı raporda geçen bütün tedbirleri meclisten geçen bütçeye koydu. 2019 bütçesi, IMF’nin istediği kemer sıkma önlemlerini içeriyor” dedi.
Bütçeye göre kamu yatırımları ve sosyal güvenlik harcamalarının kısılacağını belirten Prof. Boratav, kıdem tazminatı değişikliğinin yeniden gündeme getirileceğini, bireysel emeklilik sisteminin yaygınlaştırılacağını ve kaçışın zorlanacağını kaydetti. Boratav, “Sermayeyi kurtarmak öncelikleri” diye ekledi.
Bankaların batık kredileri düzenlemesi ve konkordato ilanlarını buna örnek gösteren Korkut Boratav, “İşsizlik Sigortası fonunun, dolaylı yollarla bankalara ve sermayeye aktarılmasına” dikkat çekti.
Tüm bunların anlatılmaması durumunda emekçilerin “kriz yok komplo var”, “hepimiz aynı gemideyiz” algısına sahip olacağını ve krizle mücadele etmeyeceğini ifade eden Boratav, 2002’de Arjantin’de emekçilerin ekonomik krize karşı isyanlarını hatırlattı. Boratav, bu konuda şunları söyledi: “Türkiye IMF’ye teslim olurken, Arjantin emekçileri krizin maliyetini üstlenmeyi reddetti ve 3 cumhurbaşkanını istifaya zorladılar. Sonraki cumhurbaşkanı dış borçları sildi, krizin etkilerinin emekçilerin aleyhine dönüşmemesini sağladı ama bunu sağlayan o tarihteki emekçilerin örgütlü mücadelesidir. Patronların kaçmasına rağmen fabrikaları çalıştırdılar, sokaklara, mahallelere hakim oldular. Aynı dönemde Türkiye’den daha yüksek bir büyüme hızı sağladılar.”
Prof. Dr. Boratav, krizin devam edeceğine dikkati çekerek konuşmasını sonlandırdı.
Murat Çakır: İSİG mücadelesi, işçinin 24 saatini kapsar
İşçi Sağlığı ve güvenliği Uzmanı Murat Çakır, İşçi sağlığı mücadelesinin, işçinin 24 saatini kapsayan bir mücadele olduğuna vurgu yaparak konuşmasına başladı. Arkasından, “isyerinde alınmayan önlemler, çalışma koşulları, örgütlülük, işe gidis-geliş, evdeki beslenme, barınma, fiziksel ve ruhsal sağlığını kapsayan bir mücadeledir” diye vurguladı.
Çakır, konuşmasının devamında, işçi sağlığı ve güvenliği konusunun 2000’li yıllardan sonra kısmen Tuzla tersaneleri, kot kumlama işçileri ve adalet arayan ailelerin mücadelesiyle gündeme geldiğine vurgu yaparak, konunun, 2010’lu yıllardan sonra ülke çapında işçi sınıfının örgütlenme alanı olduğunu ifade etti.
Çakır, işçi sağlığı ve güvenliği konusunda önümüzdeki günlerde nasıl bir örgütlenme yapmak gerektiğinin tartışılması ve belirlenmesi gerektiğinin bir ihtiyaç olduğunu da vurguladı.
Emek ve meslek örgütlerinin, son bir kaç aydır başlattığı mücadelenin eksik kaldığına vurgu yaparak, bu mücadelede rejim konusunun gündeme getirilmediğine dikkat çekti.
Çakır, OHAL’den sonra işçi ölümlerinin çok daha arttığını ifade ederek, ölümlerin en çok inşaat, taşımacılık, sanayi, maden, metal, kimya, enerji sektörlerinde yaşandığını vurguladı. Ayrıca,OHAL sonrasında işten çıkarmalara karşı sendikaların üyelerini korumadıklarını da ifade etti.
Av. Kazım Bayraktar: Çaresizliğin tek çaresi, örgütlenmektir
İnşaat işçileri sendikası avukatı Kazım Bayraktar, konuşmasına, “işçi sağlığı ve can güvenliği, işçilerin diğer tüm taleplerinin odak merkezini oluşturmaktadır” diyerek başladı.
Bayraktar, “burjuvazi, hukuk sisteminin, ideolojik olarak serbest sözleşmeye dayandığını iddia eder. Ancak biz gördük ki, o sözleşme serbest değil. Burada sözü edilen, sadece işçi-işveren sözleşmesi değildir.Yazılı olsun ya da olmasın hayatın her alanındaki sözleşmelerin hiç biri serbest ve özgür iradeye dayanan sözleşmeler değildir. Sözleşmelerin, serbest ve özgür iradeye dayanıp dayanmadığını, tarafların içinde bulunduğu şartlara bakarak anlamak mümkündür” diyerek devam etti.
“Bu ilişkiye, işçi sağlığı ve güvenliği açısından bakarsak, sözleşme masasına işveren, mal varlığını koyar. Ancak kendi yaşamı için gerekli olan para ya da mal varlığını değil; masaya koyduğu mal varlığı ya da sermayesi, onu daha da büyütmek, katlamak, çoğaltmak ve gücünü yüceltmek için gerekli olandır.
İşçi ise, masaya gelirken sadece emeğini koymuştur. Ama emeği ile birlikte canını da koymuştur. İşçinin yaşaması için gerekli olan şey, işverenin elindedir çünkü. İşçinin, yaşaması için gerekli ücreti işverenden alabilmesi için, emeği ve canından başka hiç bir şeyi kalmamıştır. Çünkü işçi mülksüzleştirilmiş ve yaşamak için başka hiç bir olanağına kalmamıştır.
İşçilerin sağlığı ve can güvenliği, bu nedenle diğer tüm taleplerinin ortak keseni olmuştur.
İşçinin sağlığı, ücreti, sosyal hakları ve diğer tüm hakları kapsar. Soruna bu kapsamda baktığımızda, sözleşme serbestliği ve özgür irade diye bir şey olmadığını, mecbur bırakılmayla birlikte çaresiz bırakılmayı görebilmekteyiz” dedi.
Anayasa ve yasalarda bulunan çalışma kurallarından örnekler vererek, “bu yasaların uygulandığını hiç görmedik, hatta bir çoğumuzun haberi bile yoktur böyle kurallar ve yasaların olduğundan” diyerek konuşmasını sürdürdü. “Örneğin yasa, açık bir şekilde, kişiyi insan onuru ile bağdaşmayacak çalışma ve konaklama koşullarına tabi kılan kimseye 6 aydan başlayan 3 yıla kadar varan hapis cezası uygulanır” diyor bu maddenin Türkiye’de uygulandığını hiç rastlamadık. Bu madde uygulanmış olsaydı, bir çok patron hapiste olurdu.
Sözleşme masasına işçi her şeyden yoksun bırakılarak getiriliyor mu? Getiriliyor. Dayanışma olanaklarını, sosyal yardım imkanlarını elinden almış mısın? Almışsın. Kimsesiz, çaresiz hale getirmiş misin? Evet. Bu koşullarda, asgari ücretin bile altında ücrete çalıştırıyorsun, üstelik yaşam alanları olan yatakhanelerinden sosyal yardımlarına, servisten yemeklerine kadar her şeyin en kötüsünü reva görüyorsun. Karşılığında sözleşme masasına işçi özgür iradesiyle gelebilir mi? Elbette hayır! Bu suçu isliyor musunuz? İşliyorsunuz. Bu suç, yakın tarihte, en çıplak biçimiyle 3. Havalimanı’nda işlendi. Sadece orada değil, tüm Türkiye’de işleniyor.
Sermaye, sadece işçinin canıyla oynamıyor. İşçinin örgütlenmesinin önüne de büyük engeller çıkarıyor. Örgütlenmesini engelliyor. Burjuvazi, yaşadığımız şu kesitte bunu başarmış olabilir. Ancak başaramadıkları zamanları da gördük, biliyoruz. İşçi sınıfının sermayeyi köşeye sıkıştırdığı zamanlar da oldu. O günler yine olacak, yeniden göreceğiz o günleri.
İşçi sınıfının içine sürüklendiği çaresizliğin tek çaresi örgütlenmedir. İşçi sınıfı örgütlenme istiyor. İşçi sınıfının örgütlenmesini engellemek için sermaye ve siyasi iktidar her şeyi yapıyor. Bu konuda yine 3. Havalimanı’nı örnek gösterebiliriz. Orada işçilerin sendikalarıyla birlikte örgütlü bir direnişini engellemek için, sermaye-devlet-kolluk güçleri işbirliği halinde gece saldırdılar. Çünkü işçiler, görüşme masasına, sendikalarının önerisiyle seçtikleri 19 temsilci yanında sendika temsilcileriyle birlikte gittiler. İşte asıl korktukları şey buydu. Bu nedenle o kadar saldırganlaştılar. Ama tutuklanan işçiler ve sendikacılar, duruşma salonunda da gereken cevabı verdiler. Direnişe sahip çıktılar.
Kazım Bayraktar, sözlerini, “işçi sınıfı örgütlenmeye açıktır. Örgütlenme istemektedir. 3. Havalimanı işçileri, bunu bir kez daha gözlerimizin önüne sermiştir” diyerek noktaladı.