“Bağırmak Yok! Alkış Yok!” Sebep?



Bu “bilinç”, paramparça edilmesi gereken, hedef tahtasına konulması gereken “kabahatli bilincimiz”in ta kendisidir


Nəriman Bakı

Görüntüler kısaca şöyle: Cumartesi Anneleri 706. defa toplanıyor. Basın açıklamasına başlar başlamaz polis, bir arabanın bile zar zor geçtiği sokaktaki Cumartesi Anneleri’nden, dünyanın en yasal (!?) anonsu ile dağılmasını istiyor: “Caddeyi trafiğe açın”.

Basın açıklaması devam ediyor. Polis kitle ve gazeteciler arasına giriyor, bir ara gerginlik yükseliyor, açıklama bitiyor (ya da kısa kesiliyor), kitleden alkış ve “Affetmeyeceğiz!” sloganı patlıyor.

Tam bu sırada bir kişi kitleye dönüp avazı çıktığı kadar bağırıyor: “Bağırmak yok! Alkış Yok!”. Sebep?

Hemen öncesine -fazla değil, düne ve bugüne- dönelim ve hayat filmimizi geriye doğru saralım:

  • 5 Ekim: Tamamı 3. Havalimanı Direnişi’yle ilgili ve hepsi sendikal faaliyet kapsamında olduğu için savcılıkta kendisine sorulan sorulara “Evet” cevabı veren Dev-Yapı İş Genel Başkanı Özgür Karabulut tutuklandı. (Yok artık!)

  • 5 Ekim: Müvekkillerini savunduğu için, “dava dosyasında haklı olmaya çalışmak”, “davayı sulandırmak” gerekçesiyle Avukat Özgür Kavili tutuklandı. 6 Ekim’de de savcılık ricasıyla salıverildi. (Hadi canım!)

  • 6 Ekim: Temel Demirer, Mustafa Sarısülük (Ethem yoldaşın ağabeyi) ve sayısı henüz netleşmeyen ona yakın kişi evlerinden ya gözatına alındı ya da ikamet etmedikleri eski adresleri basıldı. (Yuh artık! Bu kadar da olmaz!)

Parantez içindeki ifadeler, sosyal medyadaki, en naif tepkileri temsil ediyor. Ve Cumartesi Anneleri’nin basın açıklamasında ortaya çıkan “Bağırmak Yok! Alkış Yok!” ile birleşince bu ifadeler, Nazım’ın işçi sınıfına seslendiği, “Kabahatın çoğu senin, canım kardeşim” dediği “Dünyanın En Tuhaf Mahluku”nun bu zaman diliminde kim olduğunu, Nazım’ın bu şiirini de döne döne okuyup, iyice düşünmemizin vakti geldi de, geçiyor demektir.

Bu yazının amacı, “Bağırmak Yok! Alkış Yok!” diyen kişiyi şahsen hedef almak değildir.. Ama bu kişide ortaya çıkan bu “bilinç”, paramparça edilmesi gereken, hedef tahtasına konulması gereken “kabahatli bilincimiz”in ta kendisidir.

Niyet ne kadar insanları korumak olursa olsun, niyet ne kadar barışçıl olursa olsun, [hemen Lenin’den bir alıntı: “cehenneme giden yol, iyiniyet taşları ile döşenir] bir devleti, özellikle faşist bir devleti “Bağırmak yok! Alkış yok!” diyerek geriletemezsiniz, dünya tarihinde gerileten de görülmemiştir.

En naif protesto biçimi olarak bile eğer “bağırmazsanız”, eğer “alkış tutmazsanız”, o polis de gelir en hafifinden “sokağı trafiğe açmamak” suçunu işlediğimiz için coplarıyla, plastik mermileriyle tepemize çöküverir, gık diyemeyiz.

Son niyetine, başta Nazım’ın affına sığınarak:

.

Koyun GİBİYİZ kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye KATILIVERİRİZ hemen

ve âdeta mağrur, KOŞARIZ salhaneye.

Dünyanın en tuhaf MAHLUKUYUZ yani,

hani şu derya içre olup

deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm

BİZİM SAYEMİZDE.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat BİZİM,

-demeğe de dilim varmıyor ama-

kabahatın ÇOĞU BİZİM, CANIM KARDEŞİM!